Yayla mevsimi genelde 20 mayıs 25 temmuz arasıydı ki tarım durumuna ve köylerin dağ veya ovaya yakınlıklarına göre bu aralık da az farkla uzar, kısalırdı. Haziranın ilk yarısı tarlada işlerin olmadığı ve yaylada en çok bulunulan dönemdi. Yıllık kurbanlar bu dönemde kesilir ve genellikle toplu olarak bir günde yakın ziyaretlere gidilirdi
Siyaset öyle bir noktaya geldi ki artık siyasetçilerin söyledikleri, yazılıp çizilenler, ne denli absürt, ne denli gülünç olursa olsun, insan ancak şaşırdığına şaşırıyor. Her seçim öncesi “biz kazanamazsak kaos olur, tufan olur” dediler, ne kaosu daha da derinleşmekten kurtardılar, ne de tufanı daha karşı konulabilir hale getirdiler. Şimdilerde biri çıkmış, “kaybedersek başörtülü bacılarımız yerlerde sürünür, bize hayat hakkı tanımazlar” gibi ipe sapa gelmez yavelerle halkı uyutmaya devam etmeye çalışıyor. Artık bunlara şaşırmıyoruz. Aslında “delidir, ne dese yeridir” deyip geçiştirmeye de gönlümüz el vermiyor ya, her neyse, bugün biraz kışa ve soğuğa dair bir şeyler söylemek geldi içimden.
14 Ocak’ta Kürt cenahında birçok kişi yeni yılı kutladı. Doğru, Rumi takvimle Aralık ayının son günü 13 ocak, ocak ayı ise 14 Ocak’ta başlar. Ama yılbaşı, mart ayının ilk yani 14’üncü günüdür. 80’li yıllara kadar da bizde mali yılbaşı 1 marttı.
Kürtlerin ise kadim takvimine göre yılbaşı, 21 mart yani NEWROZ/YENİGÜN’dür. Yeni yılın yeni günü. Takvimin başlangıcı ise Milattan Önce 612’dir. Yani önümüzdeki mart ayının 21’inde, 2631 yılına gireceğiz.
Bu kısa giriştin sonra yine kısaca Kürtler arasındaki takvime ve yılın dönemlerine değinmek istiyorum.
Kürtlerin önemli bölümünde ve daha doğrusu Berfırat dediğimiz Erivan’dan güneye doğru bir yay çizip Kobanê’nin batısında kalan kısımlar (Lêçe) ile Xuresan/Horasan’ı da kapsayan bölgede yeni yıl şubatın ilk haftasında başlardı. O dönemde gençler akşamdan ev ev dolaşarak “Serê salê, bine salê, Xizir kete ve malê, Xwedê pir salan bidi pîr u kalê/ yılın başı, yılın sonu, Xizir girdi bu eve, Allah uzun ömür versin yaşlılara” tekerlemesiyle un, yağ, bulgur, çeşitli kuruyemişler toplayıp köyün en fakiririn evine giderler, orada Xidir/Xizir kulloru (kömbe) yapılır, diğer evlere birer lokma gönderilir ve kalan yiyecekler toplanılan eve bırakılırdı. İyi de bir katkı olurdu. Bizim Elbistan’da bunu iki farklı tarihte yapardık. ÇİÇİ’nin hesabına göre (babamın dedesi olup adı da Hasan’dır ve Newroz’a göre bir hesap yapardı) bir hafta daha geç yapılırdı. ŞİXO’nun (anne annemin dayısı) hesabı ise rumi takvime göreydi ve daha erkendi.
Kış, “Karakış” ile başlatılır ve karakış, 10 gündü. Bunun beşi güz, beşi kış derlerdi. Şimdilerde Türk takvimlerinde adına “karakış” da denen “Zemheri(r)” ise karakıştan sonra yani 21 Aralık’ta başlar, 30 Ocak’ta biterdi. İşte ondan sonra gelen üç güne “boş hafta” denir ve Xidir ondan sonra başlardı. Zemheri’ye Kürtler “Çille” derler. Türkçe’de de “erbain” (Arapça 40) derler. Zemheriden sonraki 50 güne de “hamsin/elli) denirdi.
Kürtlerde yılın diğer kısımları da bölümlere ayrılırdı. Koç katımı genellikle rumi takvimle sonbaharın yarısı (nivi payizê) yani 29 ekimde başladığı için çobanlar da o tarihten itibaren bir yıllığına tutulurdu. Koç katımıyla birlikte çobana bir haftalık izin verilir ve davar sahipleri sırayla o bir hafta çobanlık yaparlardı.
Koç katımı, çocuk hafızamızda çok güzel anılarla canlanır hep. Koçlar renk renk boyanır, arkasına “mak/maltık” denen yünden örülmüş süsler takılır ve alana, kız çocukları koça bindirilerek gidilirdi. Erkekleri bindirmezlerdi, kuzular dişi olsun diye. Zaman zaman davul zurnalar olur, yemekler yapılır ve bir festival havasında yan yana, her sürü grubu ayrı ayrı kutlardı. O yemeklerden en çok hoşumuza giden de kuru kayısının haşlanıp suyu süzülerek kömbe ile birlikte ikram edildikten sonra kalan kısımlarının üstüne tereyağı dökülerek “kayısı pilavı/danê herrugan” biçiminde adeta tatlı niyetine sunulmasıydı.
Koyun ve keçilerde gebelik, beş ay sürer. 27 mart, ilk doğumların olacağı gün kabul edilir ve o güne “seri keriyan/ sürülerin baş vermesi”, ondan önceki bir aya da (25 şubatta başlar) “mehê pêmê/pamuk ayı denir. Pêm’de çobanlar ve evin keybanisi/hanımı çorabının tekini ters giyer. Sözde “beravitin/yavru atma”dan korur davarları.
Takvimin yanında saatte de değişiklikler oldu. Çocukluğumun ilk yıllarında babamda hep kullanageldiği ve ölünceye kadar da taşıdığı bir cep saati vardı. Ezani saat kullanırdı ve her akşam güneşin batımını izleyip saatini akşama yani saat 12’ye ayarlardı. Kış aylarında gece geç vakte kadar oturulur, saat bazan 8-9 olurdu yani vasati saatle 12, 01. Geç saatlerde bir “paşiv/şiv sonrası”, akşam yemeği sonrası yenirdi. Bu genelde peynir, çökelek yanında komposto veya çay olurdu. Çay dediğim de dağ çayı olarak adlandırılan ve Nurhak Dağları’nın çok güzel bir otu. Hala çok sevdiğim bir içecek.
1950 seçim çalışmalarıyla birlikte babam da o dönem CHP Bucak başkanı olması hasebiyle çalışmalara uyum sağlamak için saatini vasatiye çevirdi ve alışmak pek de kolay olmadı.
Takvimin belli gün ve dönemleri vardı, bunlar daha çok hava hareketleriyle ilişkilendirilirdi. “Furtanê Pirê/koca karı fırtınası” mart ortalarında olurdu. Martın güvenilmezliğine örnekti. Hava çok güzel diye oğlaklarını dağa çıkaran yaşlı kadının ani bastıran fırtınada tüm hayvanlarını kaybetmesi olarak kabul edilirdi. Avril beş. Nisan ortalarında olan fırtınaydı. “Germê qurix/yaz sonu sıcağı”, ağustos sonlarındaki boğucu nemli sıcaklardı.
Yayla mevsimi genelde 20 mayıs 25 temmuz arasıydı ki tarım durumuna ve köylerin dağ veya ovaya yakınlıklarına göre bu aralık da az farkla uzar, kısalırdı. Haziranın ilk yarısı tarlada işlerin olmadığı ve yaylada en çok bulunulan dönemdi. Yıllık kurbanlar bu dönemde kesilir ve genellikle toplu olarak bir günde yakın ziyaretlere gidilirdi. En çok Nurhaklar’ın zirvesinde kar suyuyla oluşan ve ağustosta kuruyan Ali Gölü’ne gidilir, kurbanlar kesilir, oyunlar yapılırdı. İlkokulda olduğum dönemde, bir yaz birçok köyden gelenlerle 140’a yakın kurban kesildiğini biliyorum.
Kürt toplumunun ve Anadolu’nun diğer halklarının tarihin derinliklerinden gelen bu tür kültürel ve folklorik değerlerinin derlenmesi elbette geçmişle gelecek arasında bağ kurma yönünden çok önemlidir. Umarım gençlerimiz, bu konular üzerine de eğilirler.