Taktik, belli meselelerde kısa vadeli sonuçları almak için izlenecek yol ve yöntemlerin toplamını ifade eder. Taktik stratejiye bağlı olarak gelişir. Strateji daha uzun süreli bir hedef ve ona bağlı biçimde yol ve yöntemi ifade eder. Stratejiyi şekillendiren de en nihayetinde programdır. Program mücadele örgütünün temel ilkelerini ortaya koyan ve o örgütün kendisini ve geleceğini şekillendiren amaçlardır. O nedenle de strateji ve taktik doğrudan programa bağlıdır. Bugünlerde taktik ve strateji tartışmasının merkezinde seçimler var. Durduğu yere ve hedeflerine bağlı olarak burjuvazinin strateji ve taktiği ile ezilenlerin, emekçilerin strateji ve taktiği değişir, değişmek zorundadır. Çünkü iki sınıfın hedefleri bambaşkadır. Burjuvazi, halihazırdaki siyasal ve sınıfsal egemenliğini sürdürmenin ya da onu restore ederek kendini iktidar kılmanın hedefi ve arayışı içindedir. Emekçiler ve ezilenler içinse temel hak ve özgürlüklere kavuşmak ve politik özgürlüğü kazanmak oluşturmaktadır. Bu hedeflerin farklılığı aynı zamanda ideolojik hegemonya mücadelesini ve ona bağlı ayrışmayı da getirir. Ancak gelinen aşamada at izi ile it izi birbirine karışmış durumdadır. Burjuva egemenler cephesinde işler istedikleri gibi gitmektedir. İki egemen kampa ayrılarak burjuva egemen, sömürücü, sömürgeci faşist rejimi korumanın iki cephece de beka sorunu olarak ele alındığı görülüyor. Emekçilerin, ezilenlerin ittifak ve arayışlarının da önemli bir kısmını doğrudan yedeklemiş (Sosyalist Güç Birliği-SGB) ya da ‘AKP-MHP ittifakını gönderelim de ne olursa olsun’ yanılsamasını yaratarak da ideolojik bir hegemonya kurmuş ve siyasi, toplumsal tazyik yaratmış (Emek Özgürlük İttifak-EÖİ) durumdadır. Belirgin biçimde stratejiden ve hatta ilkelerden kopmalar ezilenler cephesindedir. Stratejiler ve programlar feda edilerek kimi taktikler uğruna kendi gerçeğinden kopmalar ve hatta ontolojik yıkılışa zemin yaratacak epistemolojik kopuşlar yaşanıyor. Emekçi sol örgütler ve ittifaklarının Millet İttifakı’nı doğrudan ya da dolaylı destekleyen açıklama ya da söylemleriyle ortak aday ekseninde buluşma çabası ve ısrarı tam bu duruma uygun bir tavırdır. Bütün bunlar, kendi varoluşuna aykırı ve hatta programatik ilkelerinden vazgeçişe sürükleyecek bir siyasi irade kırılmasına yol açacak arayışlardır. Bu durumu seçimler temelinde bozan en önemli çıkış HDP’nin cumhurbaşkanlığı için ‘Aday çıkaracağız’ çıkışıdır.
HDP’nin çıkışının mücadeleci kesimlerde bir motivasyon yarattığı görülüyor. Taktik adı altında stratejiyi yok saymaya, onun dayandığı ilkelerin ortadan kaldırılmasına ve daha da önemlisi kendi geleceğini burjuvaziye tevdi etmeye bir yanıt olduğunu başta EÖİ olmak üzere tüm emekçi sol örgüt ve yapılar bu mesajı almalıdır. Uzun süredir sürdürülen yanlışa en azından aday çıkaracağız diyerek bir set çekmiş oldu. Çünkü Mİ ile ortak aday arayışı kendine ve yarattığı mücadelesine güvenden kopuşu ifade eder. Bu da siyasi iradeyi aşındıran burjuva egemenliğine ve onun faşist düzenine dolaylı desteği yaratır. Millet İttifakı’nın hangi ilkeler ekseninde bir araya gelmiş ve neyi hedeflediğine bakmak bile aslında bu ittifakın neye, kimlere hizmet ettiğini, nasıl bir yönetim ve toplumsal düzen hedeflediğini de görmemizi sağlar. Mİ’nin 29 Mayıs 2022 tarihli toplantısından sonra açıkladıkları 10 maddelik deklarasyon metninin ‘Özgürlükçü Kamu Düzeni’ başlığında “Vatanseverliğimizin gereği olarak farklılıklarımıza saygı çerçevesinde geçmişte yaşanmış kırgınlıkların geleceğimizi esir almasına izin vermeyecek, demokratikleşme anlayışıyla ve empati bilinciyle ülkemizin huzurlu geleceğini hep birlikte kuracağız. Toplumsal barışı ve kamu düzenini tehdit eden terör örgütleri dâhil her tür yapılanmaya karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz” maddesinde kendini ortaya koyar. Türkiye’de rejimin yapısal krizinin kaynağında yer alan Kürt sorunu başta olmak üzere temel mücadele başlıklarına dair bugünkü politik İslamcı saray rejiminin ve onun iktidarının söylemlerinin dışında hiçbir şey söylemeyen, meseleyi terör olarak gören bir anlayış var. Toplumsal barışı konuşmayan ama buna karşı tehdide terörle mücadeleyi kararlılıkla sürdürecek rejimin bekçisiyiz demektedirler. Bugün Türkiye’de en temel meselesi olan Kürt sorununa, onunla birlikte terörle mücadele yasasına, siyasi tutsaklara, kayyumlara, tecride, işkenceye dair hiçbir şey söylemiyor. Ayrıca işçi sınıfının temel haklarına, sermayenin doğa talanına da aynı şekilde hiçbir şey söylemediği görülüyor. Sadece kimi durumlarda küçük düzeltmelerle idare edin demektedirler. Peki, durum buyken biz ezilenler ve emekçiler ne diye bunlara dolaylı ya da doğrudan destek oluyoruz? Ve bu ittifak faşist saray ittifakı karşısında yenilince vebali neden bizde oluyor? Onlar gitsin de ne olursa olsun, şimdi onları gönderelim de nefes alalım demek kime hizmet ediyor, neyi değiştirecek? Burada taktik uğruna bütün stratejiyi burjuvazinin egemenliğinin yeniden tesisine hizmet edecek şekilde kendimizi yıkmak, kendimizden ve gerçeğimizden kopmak anlamına gelmiyor mu? Denize düşen yılana sarılır diyerek kötünün iyisine mecbur muyuz?
Soruları uzatabiliriz, ancak meselenin özüne odaklanalım. Seçimlerin bugünkü politik İslamcı faşist saray rejimini değiştirebilecek temel bir araç olmadığını görmeliyiz. Çünkü mesele sadece AKP-MHP ittifakının gitmesi ile çözülmüyor. Rejimin tekçi yapısı, Kürtleri inkâr ve imhasını sağlayan sömürgeci yapısı, kontrgerilla örgütlenmesi, bürokrasisi, paramiliter örgütlenmesi, sermaye düzeni ve örgütlenmesi, onun partileşmiş hukuku vb. olduğu gibi yerinde kalacak. Sadece sahibi değişecek. Hâkim iktidarın değişmesi Kürtlerin kolektif haklarına dair yeni bir şey yaratacak mı sorusunun cevabı da olumsuz. Faşist saray ittifakı ne diyorsa düzeni restore etmek isteyen Mİ de onu diyor. Mesele beka, rejimin bekçiliği/tekçiliği meselesidir ki iki burjuva ittifak da bunda birleşiyor. AKP-MHP’nin karşısında burjuva demokrasisinin asgarisini dahi hedeflemeyen, HDP ile yan yana gelmekten kaçınan, Kürt halkının kolektif haklarına dair hiçbir iddiası olmayan ve hatta Kürt sorununu bir terör sorunu olarak görüp terörle mücadele diye ele alan, işçi sınıfının karşısında TÜSİAD ve emperyalist tekellerin yeniden güçlenmesini hedefleyen, ekoloji mücadelesi verenlerin karşısında sermayeyi büyütme sözü veren bir ittifak ve onun adayını desteklemek demek stratejiden ve ilkelerden yani programdan vazgeçmek anlamına gelir. Bu da kendi demokratik, devrimci mücadele gerçeğinden koptuğun gibi ilkeleri yok eden siyasi iradenin kırılmasına neden olacak zemini yaratır.
HDP ve onun ittifakı olan EÖİ kendine ve mücadele gücüne güvenmelidir. Her iki burjuva cephenin de durduğu yer, söylemleri, kuruduğu ilişkiler farklı olsa da özünde aynı olduğunu bilerek emekçilerin-ezilenlerin mücadele gücüne, tarihine ve cüretine yaslanmalıdır. Aday çıkaracağız çıkışı ile hızla motive olan kitleleri şimdi daha üst düzeyde örgütlemek için adayın isminin açıklanması, onun hedef ve ilkelerinin, nasıl bir çalışma tarzı ve yöntemi ile yürüyeceği somutlanması gerekir. Bunun dışındaki her çaba ve burjuva cephedekilerin peşine takılma, onlardan beklenti içinde olmak geleceği ve mücadeleyi programdan stratejiden koparmaya hizmet eder.