13 Kasım Pazar günü İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen bombalı saldırıda 6 insanın hayatını kaybettiği ve 81 insanın yaralandığı açıklandı.
2015 Haziran-Kasım arasında yaşadıklarımızın hafızasında öyle bir psikolojik eşikteyiz ki, Pazar günü doğrudan sivillere karşı gerçekleştirilen bombalı saldırı sonrası, olması gerektiği gibi 2015’ten miras bir tetiklenme başladı.
Bu tetiklenme bir travma olarak görülebilir ancak daha önemlisi iktidarın bu süre zarfında topluma yaşattıklarının unutulmaz hatırası ve yaşatılacak benzer acıların ardından sahnelenecek yalan oyununa karşı zihin bariyeri olarak da tarif edilebilir.
Hafızamızın tetiklenmesinden vazgeçersek kaybederiz.
Bu yazıda bir kez daha hafızamızı nelerin tetiklediğini hatırlayacağız. Kronolojik sıralamayı 2015 Haziran-Kasım arasından kurarken bu sürecin değerlendirmesini şu iki açıklamayı asla unutmadan yapmak gerekir;
“8 tane füze attırırım Suriye tarafından, gerekçeyi üretiriz” (Hakan Fidan 2014 17-25 Aralık tape kayırtları), “400 sandalyeyi verin bu iş huzur içerisinde çözülsün” (R.T.E Mart 2015 Antep toplu açılış tören konuşması)
Bugün İstiklal saldırısının hakikatine kavuşmak için en önemli pusulamız işte bu iki açıklamadır. Bu iki sözü asla sadece bir açıklamadan ibaret görmemek ve o günden bugüne iktidarı kaybetmemek adına her türlü kötülüğün devreye sokulduğu bir süreç olarak tespit etmemiz gerek.
Haziran -Kasım 2015 arasında, Türkiye siyasal tarihinin en kritik kırılma süreçlerini yaşadığımız olayların başında 5 Haziran Diyarbakır HDP Seçim Mitingi’ne yapılan bombalı saldırı geliyor ve 5 insan katlediliyor.
Hemen ardından 20 temmuz 2015 tarihinde Suruç Amara Kültür Merkezi’nde 33 insanın katledildiği ve yüzden fazla insanın yaralandığı saldırı gerçekleşiyor.
21 Temmuz 2015 tarihinde Ceylanpınar’da Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar adlı iki polis evinde infaz ediliyor ve binlerce insanın öldürüldüğü savaş başlıyor.
Ardından 10 Ekim 2015 tarihinde 103 insanımızın katledildiği Ankara Gar saldırısı gerçekleşiyor.
Bu dört saldırı sonrasında dava dosyalarında ortaya çıkan bulguları “bu kadarı da olmaz ki” diyeceğiniz önemli yerlerini pusulamız olan yukarıdaki iki açıklamayı hatırlayarak okumanızı öneririm.
Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamlarını gerçekleştiren IŞİD hücre yapılanmasının 2012 yılından itibaren teknik takipte olduğunu ve Diyarbakır saldırısına kadar tam 85 ayrı takip yapıldığını ancak hiçbir zaman operasyon yetkisi verilmediğini belirterek başlayalım.
Diyarbakır Saldırısı
Saldırıda 5 insan hayatını kaybetti ve onlarca insan yaralandı. Saldırıyı organize edenlerden Orhan Gönder, Burhan Gök ve Mustafa Kılınç yakalandı. Gök yakalandığında yanında İbrahim El Bakraoui vardı. Gök El Bakraoui’yi Antep’ten alarak Suriye’deki IŞİD kampına götürmeye çalışıyordu. El Bakroui yakalandıktan sonra sınırdışı edildi ve kısa süre sonra 22 Mart 2016’da Brüksel’de Zaventem Havalimanı’nda 31 kişinin yaşamını yitirdiği, 260 kişinin yaralandığı saldırıyı gerçekleştirdi. Eğer Gök ile birlikte yakalandığında tutuklansaydı belki 31 kişi şu an hayatta olabilirdi. Burhan Gök 26 ay tutuklu kaldıktan sonra Ankara 2. Ağır Ceza tarafından tahliye edildi. Saldırıdan önce Orhan Gönder’in ailesi polise oğlunu ihbar etmiş ve polislere yalvarırcasına eylem yapacakları bilgisini vermişti ancak nedense 2012 yılından beri teknik takipte olunan IŞİD’in Antep ekibinde olan Gönder ve diğerlerine hiçbir operasyon yapılmamıştı.
Suruç Saldırısı
IŞİD’e karşı insanlığı savunan Kobane ile dayanışmaya giden gençlere karşı gerçekleştirilen saldırıda tam 33 insan yaşamını yitirdi. Saldırıyı gerçekleştiren A. Alagöz’ü evinden canlı bomba yeleğini hazırlayarak Suruç’a yollayan Halil İbrahim Durgun IŞİD’in Türkiye’de kuruluşunu sağlayan Yusuf Durmaz’la birlikte 2012 yılından beri teknik takipte olan Antep yapılanmasından. Suruç ve Ankara katliamlarında saldırıyı gerçekleştiren Alagöz kardeşlerin ailesi de tıpkı Diyarbakır katilinin ailesi gibi emniyete çocuklarının örgüte katıldığını ve eylem yapacakları ihbarında bulunmasına rağmen hiçbir operasyon yapılmadı. Saldırı sonrası 13 saatlik kamera görüntüleri kaybediliyor, üzerinden IŞİD dokümanları çıkan motosikletli bir şahıs polis karakolunda saçı sakalı kesilerek halkın tepkisinden kurtarılıp serbest bırakılıyor. Suruç saldırısı sonrası avukatlar ailenin ihbarının dikkate alınarak diğer kardeş hakkında tutuklama talebinde bulunmalarına rağmen hiçbir operasyon yapılmıyor ve diğer Alagöz Gar Katliamı’nı gerçekleştiriyor.
Ceylanpınar’da polislerin infazı
Çözüm sürecinin sonlanmasına gerekçe olarak gösterilen Ceylanpınar’daki 2 polisin öldürülmesiyle ilgili sanık avukatlarından Hüseyin Akay, “Bir polis memuru delillerle oynadıklarını itiraf etti” dedi.
Akay, olay yerine intikal eden polisin meslektaşlarından birisini masada otururken bulmasına rağmen amiriyle yaptığı görüşmenin ardından “Yatakta uyur vaziyette ölü bulundu” diye tutanağa yazdığını ileri sürdü ve şu dikkat çeken açıklamayı yaptı: “Dava dosyasında yer alan olay yeri tespit tutanağında, her 2 polisin farklı odalarda uyurken enselerinde sıkılan birer kurşunla şehit edildikleri yazılıydı. Fakat gerçek hiç de böyle değildi maalesef. Olay yerine ilk intikal eden polis ekibinden bir kişinin tarafıma yaptığı itirafta, ölen polisin çalışma masasında oturur vaziyette ve başı açık olan laptopuna düşmüş vaziyette şehit edildiğini belirtiyordu. Sonrasında polis amirinin üstleriyle yaptığı telefon görüşmeleriyle, her nasılsa masada oturur vaziyette şehit edilen bu polis memuru, tutanaklara ‘yatakta uyur vaziyette ölü bulundu’ şeklinde geçmişti. Peki bu olay tutanaklara neden bu şekilde geçmişti? Bunu yapanlar bu yalanla neyi amaçlamışlardı? Bu senaryoyu üreten kişiler, ya şehit edilen polis memurları ile aynı evde bulunan polis arkadaşlarını korumak istemişti ya da gerçekte adli bir cinayeti siyasal amaçlara alet etmek istemişti.”
Bu olayın ardından çözüm süreci iktidar tarafından sonlandırılmış ve kanlı savaşın startı verilmişti. Savaş ortamı güvenlik kaygılarını artırmış, 7 Haziran2da kaybedilen iktidar bu sefer 1 Kasım’da AKP- MHP ve devletin 90’lardaki karanlık aktörleriyle yeniden ele geçirilmişti.
Olaya ilişkin Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 4’ü tutuklu 9 sanıklı davada, 1 Mart 2018 tarihli karar duruşmasında polislerin ölümüne ilişkin bütün sanıkların beraatine karar verilmişti. Polislerin ölümü faili meçhul olarak kaldı.
Ankara Gar Katliamı;
Ankara katliamını hazırlayan en önemli örgüt elemanı Yunus Durmaz 2009 yılında Afganistan’a gidiyor ve El Kaide kamplarında eğitim alıyor. Türkiye’ye döndükten sonra sürekli teknik takipte olan birisi. Sürekli izlenmiş, varlığı sürekli bilinmiş ama hakkında tek bir gözaltı kararı yok. Ama hakkında soruşturmalar ve izlemeler var.
Canlı bombalar Ankara’ya Halil İbrahim Durgun’un kullandığı araç ile getiriliyor. Yakup Şahin’in kullandığı araç ise önden giderek eskortluk yapıyor. Yakup Şahin Antep çıkışında tam iki kez polis çevirmesine takılıyor. Araçtan uyuşturucu çıkmasına rağmen gözaltı dahi yapılmıyor. Ve bu iki araba hiçbir engelle karşılaşmadan Ankara’ya varıyor. Daha sonra Yakup Şahin’in ifadesinde Halil İbrahim’in “çevirmeden nasıl geçtin” sorusuna “karıştırma o işleri, geçtik bir şekilde” diye söylemi var. Ceyhan’dan Ankara’ya kadar başka hiçbir çevirme o gün yok. Ankara Emniyet Müdürlüğü yol aramasını 9 Ekim’i 10 Ekim’e bağlayan gece durduruyor. Avukatların ısrarla nedenini sormalarına rağmen bu zamana kadar cevap verilmiş değil.
Ahmet Güneş, Halil İbrahim Durgun, Mehmet Kadir Cebael ve Yunus Durmaz 3 katliamın da planlama, lojistik ve gerçekleşmesini sağlayan en önemli kişiler. Antep’te kiraladıkları depolara silahlar, bombalar ve her türlü mühimmatı depoladıkları süre boyunca, şahısların emniyetin takibinde oldukları dosyalarda görülüyor.
Örgütün Antep ve Adıyaman hücrelerinin tamamı izlenmekte ve haklarında sayısız ihbar ve rapor bulunmakta. Adıyaman Emniyeti Gar Katliamı’nı gerçekleştirenlerin arandığını zaten bildirmiş. IŞİD’in eylem yapabileceği ve bir hazırlık içerisinde olduğuna dair sürekli istihbarat geldiği dosyada mevcut. Ama asıl 14 Eylül tarihli çok çarpıcı bir istihbarat var. Son derece net bir istihbarat, katliamın neredeyse yerini ve saatini sadece söylemiyor. Diyor ki; IŞİD’in miting gibi kalabalık yerlerde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine dair güçlü istihbarat almış bulunuyoruz. Bunun için gereğinin yapılmasını istiyoruz. Bu istihbaratın tarihi 14 eylül 2015, yani 10 Ekim Barış Mitingi’nden 25 gün önce.
Saldırının ardından 3 müfettiş Ankara Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü ve TEM amirlerini sorguya çekiyor ve mitingin önlemlerine dair rapor istiyor. Hazırlanan raporu inceleyen müfettişler, yetkililer hakkında görevi ihmalden soruşturma açılmalıdır, şeklinde karar veriyorlar. Mülkiye müfettişlerinin soruşturma talebi Valilik engeline takılıyor ve görevi ihmal edenlere kalkan oluyor.
İşte İstiklal’de patlatılan bombanın anatomisi 2015 Haziran-Kasım arasında yaşananlarda ve en başında belirttiğimiz bu iki açıklamada mevcut; “8 tane füze attırırım Suriye tarafından, gerekçeyi üretiriz” (Hakan Fidan 2014 17-25 Aralık tape kayırtları), “400 sandalyeyi verin bu iş huzur içerisinde çözülsün” (R.T.E Mart 2015 Antep toplu açılış tören konuşması).
Tarihin en karanlık ve kanlı süreci olan 2015 Haziran-Kasım tetiklenmesinde İstiklal saldırısının hakikatini bulacak ve bu katliam siyasetinden ve iktidarından kurtulacağız.