Oyuncu ve yönetmen Nazmi Karaman’ın tek kişilik oyunu ‘Çinûr’, kayıp bir mezarın hikayesinden Kürtlerin yüzyıllardır yaşadığı trajedilere ışık tutuyor. Oyun önce Amed’de sonra da birçok kentte sahnelenecek
Selman Çiçek
Oyuncu ve yönetmen Nazmi Karaman’ın tek kişilik oyunu ‘Çinûr’ tiyatro severler ile buluştu. Amed Şehir Tiyatrosu’nda prömiyerini yapan oyun, Kürt yazar Ghotbedin Sadeghi tarafından kaleme alınırken çevirisini de Cumhur Ölmez yaptı. Yönetmenliğini Şilan Alagöz’ün üstlendiği oyunda Nazmi Karaman, solo performansıyla Çinûr’un hikayesini anlatıyor.
Oyun, 1953 yılında İran’da kurşuna dizilerek katledilen Çinûr adlı bir kadının sürgüne gönderilen eşinin 20 yıl sonra İran’a dönüşünde yaşananlara odaklanıyor. 20 yıl sonra İran’a dönen oyunun kahramanı, Çinûr’un mezarının yok edildiğine tanık olur ve bu tanıklık bize hem aşkı hem de Kürtlerin yaşadığı trajedileri hatırlatır.
CultureCIVIC tarafından desteklenen oyun, Amed’de 11 gösterim yapacak. 29-30 Aralık’ta Mêrdîn’de, 12-13 Ocak’ta Amed’de, 20-21 Ocak’ta Wan’da Şubat ve Mart ayında ise Êlih, İzmir, Ankara ve İstanbul’da tiyatro severlerle buluşacak. Tiyatrocu Nazmi Karaman ile Çinûr’un hikayesini konuştuk.
- Çinûr’un hikayesini bize anlatabilir misiniz?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Şah sürgüne gönderiliyor. Yerine oğlu geliyor. Oğlu geldikten sonra gücünü meclis ile paylaşmak zorunda kalıyor. O dönemde Muhammed Musaddık var. Mussadık başbakan olunca bütün milli kaynakları millileştiriyor. O dönemde daha çok İngilizler var. Tabi İngilizleri oradan çıkartırken, kaynaklar millileştirilirken halk büyük bir destek veriyor. İngiltere, ABD’nin desteği ve İran’daki bir kısım subayların desteği ile bir darbe gerçekleştiriliyor. Binlerce insan öldürülüyor. Binlerce kişi de Komünist Parti üyesi olduğu gerekçesi ile Sovyetlere sürgüne gönderiliyor. Asıl hikaye ise 1970’lı yıllardır. 1953 yıllarında Çinûr ve oyunun erkek oyuncusu lisedeydi. Darbe olduktan sonra sırf başkalarına ders olsun diye Çinûr’u kurşuna diziyorlar. Adamı da sürgüne gönderiyorlar. Adam, oyuncu olduğu için Çinûr idama götürülürken, kadındaki korkuyu görüyor. Ölüm korkusu ne erkeği ne kadını ne de zamanı tanımaz. Korku başka bir şeydir. Sırf eşinin korkmaması için ona temsili bir idamın, bir kurşuna dizilmenin olacağını anlatıyor. Bu şekilde onu daha çok cesaretlendirmek istiyor. Oyunu oynarken, bunu düşündüm; ‘bunu söylemese de kadın böyle durmaz mıydı, dururdu.’ Bunu kendi aşkına olan özleminden ve hiçbir ihtimali geri bırakmamak için böyle bir oyun ve söylem ile onu daha çok cesaretlendiriyor. Oyun, bu minvalde kayıp bir mezarın izini süren bir karakterin hikayesidir.
- Çinûr’un hikayesi evrensel bir hikaye diyebilir miyiz?
Çinûr, evrensel bir hikayedir. Her ne kadar 1953 ve 1970’li yıllar arası İran’da geçse de evrensel bir hikayedir. Bir Kürt hikayesidir. Çinûr içinde hem aşkı barındırıyor hem de aşk üzerinden darbeleri anlatan bir hikayedir. İki insanın hayatının yok olduğunu anlatan bir hikayedir. Hikaye, sürgün gönderildiği Sovyetlerden 20 yıl sonra dönen kahramanımızın geri dönmesi ile eşinin mezarını bulamaması ile başlıyor. Bu bir kayıp hikayesidir. Bu durum hepimizin yaşamımızda olan ve halen de yaşadığımız olaylardır. Her ne kadar İran’daki Şah dönemindeki askeri darbe anlatılsa da şu an bile günümüzde aynı şeyleri yaşıyoruz. Doğal olarak bu yüzden de Çinûr için evrensel bir hikaye diyebiliriz.
- Oyunun dekorlarından bavul, çınar ağacı, buket çiçek ve mum ile ne anlatmak istediniz?
Yazarın yazdığı hikayede bir bavul var, bir ağaç var, bir mum var bir de bir demet çiçek var. Bunlar, Çinûr’un ruhunu temsil ediyor. Onun daha yok olmadığını ve halen ruhunun var olduğunu ve verdiği mücadelenin halen öncülük edip bugünün insanlarına, kadınlarına aktarıldığını gösteren bir objedir. Bir bavul ile gittin bir bavul ile geldin. Kendi anılarını, kendi yaşantılarını, acılarını bir bavula sığdırıp 20 yıl sonra sürgünden dönse de yine aynı acılarla döndüğünü bize anlatıyor.
- Oyunu bir erkek oynasa da hikaye bir kadının hikayesi mi?
Oyunu her ne kadar bir erkek oyuncu oynasa da bir kadın hikayesidir. Karakter aşkını ve kadının hikayesini anlatıyor. Tabi günümüze de baktığımızda İran’da Jîna Amina ve bunun gibi birçok örnek olan kadınlar var. Bir devrimin öncüleri olan kadınlar var. Çinûr da böyle bir devrimin öncüsüdür. Her ne kadar lise yıllarında olsa bile, devrimin öncüsü olan özel bir isimdir. Alt metin olarak da bugünkü kadınlara gönderilen bir metindir. Çünkü oyun, 2015 yılında yazılmış.
- Sizi tek kişilik bir oyun oynamaya iten sebepler nelerdi?
Ben çok uzun yıllardır tek kişilik bir oyun oynamak istiyordum. Ancak istediğim texi bulamadım. Geçen sene Amed Şehir Tiyatrosu festivalinde Ghotbedin Sadeghi ile tanıştım. Kendisini isim olarak biliyordum. Ama burada tanıştım ve sohbet ettim. Yazdığı 70’e yakın oyun var. Yazdığı oyunların hikayelerinden bahsetti. Bu hikaye çok hoşuma gitti. Çünkü bizi anlatan bir hikâye idi. Bir Kürt hikayesi idi. Bu oyunu kendisinden rica ettim, kendisi de ricamı kırmayarak oyunu oynamam için bana gönderdi. Bu oyunun çıkış hikayesi de biraz böyle oldu.
- Oyunu izlerken hikaye geçmişte yaşansa da günümüzde yaşananları hatırlattı bize, siz de böyle bir hisse kapıldınız mı?
Oyunun yazarı Sadeghi, hikayeyi bana anlatırken, ‘Aaa! Bu günümüzü anlatıyor’ dedim. İşin tuhaf yanı ise hiçbir şeyin değişmemesiydi. 1953 yılında geçen bir hikaye ama aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen de günümüzde aynı şeyleri yaşıyoruz. Halen insanların kayıplarını yaşıyoruz. O nedenle ben bu hikayeyi daha çok sevdim. Çünkü, günümüzde de aynı acıları yaşıyoruz. Bu da bir gerçek. İran’ın Sine kentinde Goristana Tayîle diye bir yer var. Gerçekten orasını yıkmışlar. Sadece orada türbe gibi bir yer kalmış. Diğer bütün mezarları yok etmişler. Bugün günümüzde de öyle. Bir sürü mezar tahribatları oluyor. İnsan hayatında nasıl bir doğum gerçekleşiyor, bir yaşamı yaşıyor ise; ölüm de kutsal bir değerdir. Ölüme, ölülere ve geride kalan ailelere böyle bir saygısızlık yapılmamalı. Bu hiçbir yerde olmaması gerekiyor. Bir insan, bu hayatı yaşadıktan sonra toprakla buluştuktan sonra hiçbir iktidarın böyle bir şeye tenezzül etmemesi gerekir.
- Bir kadının hikayesini bir erkeğin gözünden anlatmanın ne gibi zorluklarını yaşadınız?
Her şeyden önce çok zor bir oyundu. Edebi bir dil ile yazılmış bir oyundu. Çok şiirsel bir oyundu. Doğal olarak bir kadının hikayesini anlatmak, çünkü geride o erkek kalmış ve eşi darbe döneminde kurşuna dizilmiş, 20 yıl boyunca onu rüyasında yaşayan, ona bağlı kalan birini oynamak çok zordu. Bir de işe bir kadın gözüyle de bakmamız gerekiyordu. Çok zorlayıcı bir proje idi. Ben de ilk defa tek kişilik solo bir oyun oynuyordum. Bizim ekipte, yönetmen, yönetmen yardımcısı, dekor ve kostüm hep kadın arkadaşlar olduğu için, biraz daha onlarla ortaklaşıp, onlarla o hassasiyetleri göz önünde bulundurup daha anlamlı ve güzel bir şey çıkardık.
- Kürt tiyatrosu genelde çeviri oyunlarla devam ediyordu ancak Kürt bir yazarın oyunu ile bir sahne yaptınız, bunun Kürt tiyatrosuna kazanımı ne olur?
Tiyatro evrensel bir olaydır. Çeviri oyunlarda da anlatılan hikayeler, kendimizden de gelen parçalar oluyor. Bu bir Kürt hikayesi de olsa, dipnot olarak söyleyebilirim, oyun Farsça yazılmış. Farsça’dan çevrildi Kürtçe’ye. Oyunun yazarı bu durumu, ‘Siz burada nasıl Türkçe eğitim alıyorsanız, biz de burada böyle bir eğitim alıyoruz ve kendimi öyle daha iyi ifade edebildiğim için yazdım’ diye açıklamıştı. Bu durum, mevcut sistemlerin bize dayattığı asimilasyon politikasının bir örneğidir. Tabi, biz buna çeviri bir oyun diyemeyiz. Kürt bir hikaye olduğu için, insanlar kendini daha çok içinde görebiliyor. Oyunu izleyen anneler vardı, hikayeyi o kadar hissetmişler ki, oyunun sonunda zılgıt çektiler. Bana gelip, ‘Boğazımızda düğümledin, bırakmadın ağlayalım’ dediler. Biz de işin ajitasyon kısmına girmek istemedik. Sadece boğaza takılmasını istedik. Çünkü, ağlamak rahatlamaktır, hayır biz bunu istemedik. Boğaza takılsın ve oyundan sonra düşünmelerini istedik. ‘Biz gerçekten ne yapıyoruz, toplumsal olarak kendimizi nerede görüyoruz, nasıl bir yaşamı tahayyül ediyoruz’ gibi sorgulamalara itmek istedik. Bu anlamda seyirci ile güzel bir buluşma olduğunu düşünüyorum.
- Yeni kurduğunuz Tiyatro Bâ hakkında ne söylemek istersiniz?
Yeni kurduğum bir tiyatrodur. Sürekli farklı oluşumlarda yazar ve yönetmen olarak çalıştım. Benim bir hayalim vardı; birçok şehrimizde tiyatro yok. Örneğin Hakkari’de, Şırnak’ta, Dersim’de yok. Ben Hakkari’de başladım tiyatroya. Destek ve imkanlar ile örneğin üç ay Şırnak’a gidip orada gençlerle buluşup üç ay boyunca bir atölye çalışması yapmak ve atölye çalışması sonucunda bir oyun çıkarmak istiyorum. Tabi Kürtçe bir oyun çıkarmak istiyorum. Ve bu oyunu Tiyatro Bâ adına oynasınlar istiyorum. Yani gençleri, yerinde yetiştirip oyun çıkarmak istiyorum. Her sene dönüşümlü olarak her yere gidip Kürt tiyatrosunu kurup, temellerini atmak istiyorum. Bu anlamda Tiyatro Bâ’yı kurduk. Kuruluş amacı budur.
Nazmi Karaman kimdir?
Colemêrg Gever’de doğdu. İstanbul da Pera Güzel Sanatlar Akademisi’nde oyunculuk bölümünde mezun oldu. Birçok televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde oynadı. Ayrıca farklı tiyatro gruplarında oyuncu ve yönetmen olarak yer aldı.
Ghotbedin Sadeghi kimdir?
Sadeghi, Tahran Üniversitesi’nde bir profesör. Kendi kürsüsü olan Sadeghi, Fransa’da eğitim görmüş. 7O’e yakın tiyatro oyunu olan Sadeghi, birçok tiyatro ve sinema filmlerinde oynamış çok saygın Kürt bir profesör.