İnsanoğlunun en kadim arzusudur başkasını kendine benzetmek; ötekini kendiyle aynılaştırmak. Başkasının kendiyle aynılaşmasını; ötekinin kendine benzemesini istemek, kainattaki varlıkların bir tek kaynaktan neş ‘et ettiğinin de en büyük delili olsa gerek.
Başkasının başkalığına, ötekinin farklılığına göz dikip ortadan kaldırmak insanoğlunun en ilkel dürtüsüdür. Aynı menşe’ten gelmek, menşe’te aynı olmak farklılıkların varlığına kastetmenin gerekçesi olamaz olmamalıdır. Aksine menşe’teki birlik devamındaki farklılıkların kabulü için kolaylayıcı bir etken olmalıdır.
Asıl’da bir olanların teferruatta farklılıklarına tecavüz etmeleri, o farklılıkları ortadan kaldırmaya yeltenmeleri haddi zatında asla tecavüzdür. Asl’ın asıl’lık sıfatını kazanması ve taşıyabilmesi, fer’in olmasına muhtaçtır.
Fer’i olmayanın asıl olması tasavvur edilemez. Aslın fer’e ihtiyacı fer’in asla olan ihtiyacından çok da aşağıda değildir. O yüzden aslın varlığına duyulan saygı, ona gösterilen itina fer’e de gösterilmelidir. Öte yandan fer’e gösterilen ihtimam da aslın varlığına kastetmemelidir. Asl’ın fer’i ehemmiyetsiz kılan bir olgu olmadığına inanmak kadar, fer’i de aslın önüne geçirerek ondan daha mühim konuma getirmemek de zaruridir. İkisi arasındaki diyalektiği yerli yerinde oturtmak ikisinin de varlığına gösterilmesi gereken ihtimamın olmazsa olmazıdır. Farklılıklara gösterilen tepki, başkalığa duyulan nefret kendine güvensizliğin sonucudur.
Başkasını kendine ve varlığına bir tehdit olarak algılamak, farklılıktan düşmanlık devşirmek en önce kendine saygısızlığın, kendine karşı hukuksuzluğun dahası ahmaklığın, sefilliğin rezilliğin nişanesidir. Zira farklılık izafi bir kavram olarak her iki taraf için geçerli bir kavramdır. Buradakine göre şuradaki; şuradakine göre de buradaki farklıdır. Yani farklılık her iki tarafın da nitelemesidir.
Bu nitelemeyi birine yaftalamak için bir tarafın asıl / merkez / odak ya da mutlak kabul edilmesi gerekir ki bu durumda da bunu kabul etmek için makul, meşru ve ilmi bir nedenin olması gerekmektedir. Kendini mi’yar (ölçü) yapmak hangi nedene dayandırılabilir ki?
Böyle bir tutum faşizan bir tutumdur. Farklılık dediğimiz şey bir yerde sonu gelecek bir kavram da değildir. Hangi düzleme geçilirse orda mutlaka bir farklılıktan söz etmek mümkündür. Farklılıkların belli bir düzlemi yoktur. Yani bu düzlemde farklılıktan bahsedilemez diyecek bir durağı tespit edemeyiz.
Ulus düzleminde farklılık olabileceği gibi inanç düzleminde de faklılık olabilir. Meslek düzleminde olabildiği gibi mezhep düzleminde de farklılık olabilir. Farklılık öyle görece bir kavram ki her düzlemden farklılık devşirilebilir.
Saçı dökülenler / dökülmeyenler, ağaranlar / ağarmayanlar, sol elini kullananlar / sağ elini kullananlar, kulağı kepçe olanlar / olmayanlar göbeği olanlar / olmayanlar, şişmanlar / zayıflar, uzunlar / kısalar, kan gurubu A Rh + olanlar / olmayanlar vs. listeyi sıralarsak nerde hangi ölçüye göre duracağız ve nasıl burada farklılık yoktur, olamaz diyebileceğiz.
Bu gün için öne çıkan bir farklılıktan kaynaklı bir düşmanlığı çözsek bile yarın için bir başka farklılık üzerinden düşmanlık durumunun önüne geçmiş olamayız. Farklılıklardan kaynaklı düşmanlıkları kökten çözmenin yolu farklılığa bugünkünden farklı bir bakışla bakmamızla; vahyin bakışıyla bakmaktan başka bir çare bulunmamaktadır.
Bütün farklılıkları O’nun ayetlerinden sayan bir inanç, o gözle bakan bir göz bırakın farklılıktan düşmanlık devşirmeyi farklılıktan keyif alan bir vaziyeti oluşturur. Farklılığı, yaratanın kudretinin, iradesinin bir göstergesi olarak görenler farklılığa kastetmeyi yaratıcının iradesine tecavüz olarak görür.
Peygamberler ve vahiy hiçbir zaman farklılığa kastetmemiştir. Hiçbir peygamber farklılığa farklılığından ötürü savaş açmamıştır. Peygamberlerin mücadelesi daima insanlığı ifsad üzere aynılaştırmaya çalışan, farklılığı kendi egemenliklerine halel getirmediği sürece kabullenen, engel teşkil ettiğinde yeni farklılıkları dizip düzenleyenlere ve bu düzenlenen farklılıklardan zulüm devşirenlere karşı olmuştur. İnsanlık bugün salt kendilerinden farklı oldukları için başkasının canına pervasızca kasteden zalimlerin çıkardığı savaşların acısını her gün iliklerinde hissederek yaşıyor.
İnsanlık farklılıkları savaş nedeni gören zihniyetlere karşı içinde hukukun gözetildiği erdemin elden bırakılmadığı bir savaşı verememenin acizliğini yaşadığı sürece bu acıyı daha nice zamanlar hissedecektir. Zira hiçbir zulüm adaletin yerine ikamesinden önce ortadan kalkmamış ve kalkmayacaktır. Bunun akli ve vakıi imkanı yoktur. Ve zira hiçbir zaman adalet zalimler tarafından bağışlanmamış ve bağışlanmayacaktır da! Çünkü adalet dilenmekle değil direnmekle tesis edilecek kadar kıymetli ve değerlidir.