“Taaffün” Arapça bir kelimedir. “Kokuşmuş, çürümüş” anlamındadır. “Pis kokular anlamına gelen “ufunet” de aynı köktendir.
Kelimeyi ilk kez ortaokul sıralarında Falih Rıfkı Atay’ın bir makalesinin başlığı olarak görmüştüm. Falih Rıfkı makalesinde, hatırladığım kadarıyla belli bir gruptaki kokuşmuşluktan söz etmekteydi.
Şu an o kokuşmuş grubun kimlerden oluştuğunu, kokuşmuşluklarının ne olduğunu hatırlamıyorum, ama ne olursa olsun, günümüzün “taaffünü” karşısında Falih Rıfkı’nın bahse konu ettiği durum hesaba bile katılmaz.
Kokuşma nerede diye sorulsa cevap “nerede yok ki?” olur. Sadece Kurban Bayramı’ndan bu yana geçen iki haftadan az süre içinde olanlar bile bir toplumu yok olma noktasına taşımaya yeter de artar bile.
Siyasette bu denli kokuşmuşluk, ne tek parti döneminde, ne de 12 Eylül faşizmi sırasında görülebilmiştir. 12 Eylül Anayasası bile Evren’in Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra kör topal da olsa uygulanabilmiştir. Günümüzde açıkça Anayasa’ya aykırı durumlarda KHK’lerle, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’yle, Meclis’ten kaçırılarak çıkarılan torba yasalarla her türlü hak ihlali olağan hale gelmiştir. Anayasa Mahkemesi ise başvuruları reddetmekle yetinmektedir. TBMM işlevsiz hale getirilmiş, muhalefet partileri ise kendi iç kavgalarıyla meşgul.
MHP Lideri Bahçeli, iktidarı kayıtsız şartsız destekleyerek hiçbir dönemde görülmemiş seçilmiş yerel yöneticilerin yerine atanan kayyımları savunmakta, Kürt kentlerindeki belediye yöneticilerinin Kürt halkının yasal temsilcilerinin eline geçmesini önleyici tedbirler üzerinde durmaktadır.
Toplumun yarısı, Kürtlerden, Alevilerden, Türklerden, emekçilerden ve diğer farklı düşünenlerden oluşan diğer yarısının her türlü hakkının gaspedilmesini coşkuyla karşılamaktadır. Toplumsal kokuşma bundan daha fazla olabilir mi?
Yargı derseniz evlere şenlik. Muktedirin önünde cübbesini kapatıp eğilmekten, birlikte çay toplama seanslarına, Saray’da Adli Yıl açılışına katılıp el pençe durmakta…Talimatla karar vermekten, yılları bulan iddianamesiz tutuklamalara kadar her türlü olumsuzlukla muallel.
Ekonomi zaten baştan ayağa çamurda.
Millete en galiz küfürleri savuranlara, çevre hukuku, ekolojik denge, toplum sağlığı gözetilmeksizin ve çoğu kez yargı kararlarına rağmen sit alanları bile peşkeş edilebilmekte.
Reza Zarrab olayı dolayısıyla Genel Müdür Yardımcısı ABD’de hüküm giymiş olan ve milyarlarca dolarlık ceza tehdidi ile karşı karşıya olan Halkbankta, gece yarısı dolar fiatı neredeyse yarı yarıya düşürülerek işlem yapılmış, milyonlarca dolar düşük fiattan satılmıştır. İşlemi düzelttikleri yolundaki açıklama hukuken inandırıcı olmaktan uzaktır. Banka basiretli bir tüccar gibi davranmak zorunda ve düşek fiatten döviz alanların da korunmaya mtskahak hakları bulunmaktadır. Bu durum yargıya intimal ederse çok kötü kokuların ortalığı kaplaması kaçınılmazdır.
Hele bütün bunlara tüy diken Türk Telekom ihalesi var ki evlere şenlik. Elin adamına Türk Telekom’u beş kuruş almadan satıyorsunuz, borcunuzu ödemek için bankalarınızdan kredi alıp onun da üzerine yatıyor, bugüne kadar yaptığı kârları transfer ediyor, sonra da borcunu ödemedeği için el koyup bankalara deverederek düzelttiğinizi söylüyorsunuz. Hele iki gün önce ortaya çıkan başka bir skandal varken: Deniyor ki Türk Telekom ihalesinden bir hafta kadar önce dönemin Ulaştırma Bakanı, sonraki Başbakan Binali Yıldırım, Antalya’ya gideceğini beyanla uçakla gitmiş, ancak Beyrut’ta Türk Telekomu alan Hariri ailesi yetkilileriyle görüşmüş. Bu kokular burnunuzun direğini kırmaz mı?
Haa, sahi bir de buna benzer Aydın Doğan’ın Hürriyet gazetesini satmak zorunda kalması var. Demirören grubuna satılan gazetenin parası, Ziraat Bankası’nca ödendi. Çiftçiye kredi ödemez ama az çok tarafsız kalamaya çalışan bir gazetenin yandaşa havuzuna dahil edilmesi için dünyanın parasını öder. Tabii yarın Demirören de borcunu ödeyemezse Türk Telekom’a benzer bir formül bulunabilir.