Serkan Günebakan’ın ilk kitabı ‘Kavganın Işıklı Yamaçlarında’ Ceylan Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap İrfan, Nedim ve Hüseyin’in, üç bütünleşmiş arkadaşın hikâyesi. Üç nehrin bir denize akması misali…
Yaşar Arslan
Bilincimizin, ruhumuzun açlığını-susuzluğunu gidermek için okuruz. İyi, güzel hikâye merhameti, acımasızlığı ve yürektenliği ile seni sarar bırakmaz, sonuna kadar okutur kendini. Yeni bir ses, yeni bir kitap olan “Kavganın Işıklı Yamaçlarında” (Ceylan Yayınları) da öyle bir kitap. Serkan Günebakan’ın ilk çalışması ve ilk çalışmasına ilk aşk gibi neyi var neyi yoksa hasretmiş.
İçeride dört duvar arasında tutsaklıkta, hele hele F Tipi koşullarında yazmak daha zordur. Fiziki şartlar, baskılar, zorluklar bir yana, bir de acısını-sevdasını yazmak daha da zordur. İçeride yazan da okuyan da zor beğenir. Bu “zor beğeni ölçüsü” pek çok eserin, yazarın çalışmasının, yeni yeşeren başakların biçilmesi gibi, boyunlarının vurulmasına yol açan eleştiri tırpanının gazabına uğrayabiliyor. Çünkü içeridekiler derin acılara sahipler. Bunların öyle kolay yazılabileceğini düşünmüyorlar; dilsiz, anlatımsız, anlatılmaz bir hali olduğuna inanırlar. Ne yazarsam yetmez görülür. Bir yazarın kitabında belirttiği; “Bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsan, bil ki başından bir şey geçmemiş demektir” halini yaşıyorlar. İşte “Kavganın Işıklı Yamaçlarında” o zor beğeni ölçülerini aşıp okuyabiliyorsak; şimdiden birçok şeyi başarmıştır diyebiliriz.
İşte “Kavganın Işıklı Yamaçlarında” İrfan, Nedim ve Hüseyin’in, üç bütünleşmiş arkadaşın hikâyesi. Üç nehrin bir denize akması misali… Çocukluğunu dahi yaşayamayan, Dersim’den koparılan İrfan’ın Almanya’da tanıştığı Nedim ve Hüseyin’le yollarının bütünleşmesi ve araya mesafeler, ayrı patikalarda yürüseler de mücadeleden ödün vermeden yürüyüşleridir. Dersim katliamının acısı, Avrupa mülteciliği, dağ-şehir devrimci savaşının zorluklarını ve tutsaklığı romanda bu üç kahramanın yaşamlarında okuruz.
Avrupa’dan mücadele sahalarına
Çocukken, gençken verilen-edilen sözler, bağlılıklar suyu yazılan yazı gibidir. Yaşamın rüzgârı-hızı o sözleri unutturur! Her birimiz, çocukluğumuzda, gençliğimizde beraber olduğumuz arkadaşların nereye savrulduğunu bile bilmiyoruz… Çocukluk, gençlik hayallerine sırt dönmeyenler kendilerini daha sağlam doğurabilir, yaratabilirler. Bunu Serkan Günebakan kitabında şöyle anlatıyor: “İnsan ana rahminde bir kez doğar. Ancak hayat içerisinde yeniden ve yeniden doğabilir, kurabilir kendini. Devrimcilikte tamamlanmak diye bir şey yok…” Birbirine kopmazcasına bağlı İrfan, Nedim ve Hüseyin kendilerini yeniden doğurmak, tamamlamak için Almanya’dan Avrupa’nın ideolojik-politik yaşamından kopup, aileden ve tüm öğretilmişlerden sıyrılarak farklı mücadele sahalarına giderler. (Veya İrfan’ın F tipi tutsaklığı gibi zorunlu ayrılığı gibi…)
Roman tarzında başlayan kitap son bölümde İrfan’ın hapishane notlarıyla anlatıya da dönüşüyor. Bu yönüyle roman-anlatı arası, türler arası bir geçişi yaşıyor. Oldukça basit ve sade anlatımıyla sarmalıyor. Uruguaylı sosyalist yazar Eduardo Galeano, “Hikâye Avcısı” kitabında başından geçen bir olayı anlatır; “Hayatım boyunca aldığım en bilgece eleştiri, bir köylünün böylesine basit yazmak ne zor olmalı sözüdür” der. Özellikle anlatı diyebileceğimiz bölümde İrfan’ın kaleminden tutsaklığın pek çok ayrıntısını okuruz. Satır aralarında nice zor, esaslı konuyu öylesine zorlanmadan ne de güzel, basitçe sıralıyor.
İçeriden yazan kimselerin dikkat çekmediği, içeriye girenlerin dışarıda bıraktıklarıdır. İrfan ve Nergis aşkı ile Erdem ve Senem aşkı-evliliği arasında bir seçim sunulur. İçinde dört insanın-yüreğin olduğu iki bilinmeyenli denklem var. Veya çok bilinmeyenli denklem demek gerekiyor. Tutsaklık koşullarında sevdalılar, aileler için tek tutsak olan içerideki değildir. Dışarıdakiler de tutsaktır. Bir de devrimcilik yapan biriyle devrimci olmayan biri arasındaki ilişkinin gerilimi yaşanır. Kitapta bu iki örnekte bu konular işlenir. Erdem ve İrfan’ın yaşadıklarını okuruz; Nergis ve Senem’in yaşadıkları sınırlı yazılmış, yansımıştır. İrfan içeri girer girmez sevdiğini “azat etmek” için ilişkisini kesmiş, Erdem ise Senem ile içeride evlenmiş, 8 yılı aşkın kâğıt üzerinde evli kalmış… İçeridekilerin zorlukları anlatılıyor; ama Nergis ve Senem’in ruh-yürek fırtınalarını okuyamıyoruz. Kitapta onlar yok. Belki de yazarın erkek kimliği galebe çalmış?! Her ne kadar kadın karakterlere hak verse de onların acılarını yeterince hissettiremiyor. Belki de kadın yüreğinin kalem oynatmasıyla, dışarıdaki pencereden kadın yüreğinin acılarını bekliyor. Onlar da Senem ve Nergis’leri anlatabilirler.
F Tipinin ayrıntıları
Bir de tutsakların çektiği acılar yazılmış. İrfan anlatısında F Tipi cehennemini bazı ayrıntıları satır aralarına sıkışkırılmış. Adli tutsakların yaşadıkları da yazılmış… F Tipi tabutluklarında tabut tabut acılar yaşandı. Toplumda cehennemi sessizlik vardı. Hallac-ı Mansur “cehennem acı çektiğin yer değildir, ne çektiğini kimsenin duymadığı yerdir” der. Ayrıntılardaki fiziki-ruhi şiddeti yansıtırken bu cehennemi sessizliği de yırtıyor.
İrfan’ın hiç beklemediği bir anda dışarıya çıkması, rahat koşulları elinin tersiyle itip Avrupa’dan Kandil’e, sonra yurduna Dersim’ine kavuşması bağlılığa, inanca dair örneklerin dile gelişi oluyor.
Nedim’in yolculuğunda kardeş Kürt halkıyla dayanışma değil, omuz omuza mücadele ve kendi mücadelesini bilme vardır. Nedim enternasyonalist bir kişilik: dünyadaki bütün halkları, emekçileri kendinden biliyor, mücadelelerini mücadelesi olarak görüp onlarla bütünleşiyor. Kandil’de yaptığı fikri tartışmalar Türkiye Devrimci Hareketi’nin kafasındaki soruların tartışması iken, özgürlük hareketiyle ilişkilenmesinin grupçuluğu aştığı ve esaslı bir katılım olduğunu gösteriyor. Kobanê’de enternasyonal taburunun örgütlenmesinde yer alması, ölümsüzleşmesi, direnen, savaşan ve yıldızlaşan pek çok devrimcinin yaşam öyküsünün Nedim’le sembolize edilmesidir.
Engel tanımayanlar
Ve Hüseyin! Yaşayan bir Nedim. Kobanê’de yaralanıyor, tekerlekli sandalyeye mahkûm ama özgürlüğe sevdalı bir yürek. Kitapta en az anlatılan kahramanlardan. Engel tanımayan engellilerden. Adeta özgürlüğe ve sınırsızlığa mahkûm! Gazilerin çok sorunları var. Ne yazık ki bu konuda da çok az kalem oynatılmış. Kitapta örnek verilen Nikolay Ostrovski’nin Pavel Korçagin’i ve yıllarca engel tanımadan direnen, ölümsüz devrimci ve yazar Kutsiye Bozoklor’un yaşadıkları gibi engelsizlerin, gazilerin yaşamlarının yazılması ve okumamız gerekliliğini Hüseyin’in hikâyesinde okuruz.
“Kavganın Işıklı Yamaçlarında”ki kişiler ve olaylar, “ismi değiştir seni, beni, bizi anlatıyor” diyebileceğimiz gerçek yaşam öyküleri, üç arkadaşın bağlılığı, kavga ısrarı, aşk, tutsaklık ve de devrimci savaşım kararlılığı var. Gerçek yaşamlar okutur, okuyanı içine çeker. Ayrılıklar, düşüşler, ölümler yürek burkucu ve acı veriyor.
Günlük ilişkiler ve siyaset
Sahiciliği ve sadeliğiyle içine çeken kitapta 2000’lerden 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar siyasal değerlendirmeler yapılmış. Bu değerlendirmeler kimi yerlerde akıcılığı sınırlasa da aslında yaşamın akışında günlük ilişkilerde var olan siyasal dilin ta kendisidir. İlişkiler yaşamın akıcılığında göze çarpamaz ama yazı dilinde göze çarpıyor. Bu değerlendirmeler karakterlerin günlük ilişki ve söylemlerine daha bir yedirilseydi belki göze de çarpmazdı. Bir olayın kısa tasviri, bir cümle bazen sayfalarca anlatılan yorum ve siyasi anlatıyı karşılayabilir.
“Kavganın Işıklı Yamaçlarında”yı okuduktan sonra hüznüyle, gülüşüyle, mutluluk ve acılarıyla, kahramanlarıyla tanışmanın sevinciyle doluyorsun. “İyi ki yazılmış, iyi ki okudum” diyorsunuz. Zaten iyi ve güzel kitap bunu söyletti mi görevi başarmıştır.