Suyun pahalı ticari mal haline getiren AKP iktidarı bürokratları, çiftçiyi açlığa mahkûm eden uygulamalara imza atıyor. Çiftçiler borç batağına sürüklenirken, sulama birlikleri ise özelleştirilmeye hazırlanıyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Erzincan’da 2020 yılında sulama suyu ücretlerine yapılan yüzde yüze yakın zamma Ziraat Odası Başkanı Tamer Geyik tepki gösterdi. Birçok çiftçinin ürün ekmekten vazgeçeceğini söyleyen Geyik, “İlimizde 2020 yılında ürün bazında uygulanacağı açıklanan sulama suyu ücretleri, üreticilerimiz bazında hayal kırıklığı yaratarak kara bir gün olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır. Sulama birliğinden yapılan açıklamaya göre, ücret artışlarının pompaj sulama bölgesinde yüzde 90, cazibe bölgesinde ise yüzde 50 oranında artırıldığı görülmektedir. Buna göre, şeker pancarındaki sulama ücretinin cazibe bölgesinde dekara 40 TL’den 60 TL’ye, pompaj bölgesinde ise 150 TL’den 285 TL’ye çıkarılmış bulunuyor. Benzeri artışlar diğer ürünler için de aynı oranlarda belirlenmiş bulunmaktadır. Alınan bu kararı, çiftçilerimiz adına bir talihsizlik ve kara bir gün olarak kabul ediyorum” dedi.
‘Biz üretmek istiyoruz’
Amaçlarının üretim yapmak olduğunu ifade eden Ziraat Odası Başkanı Tamer Geyik, şeker pancarı bitkisinde 2018 yılında dekara 5 bin 949 kilogram ürün alındığını ancak 2019 yılında zamdan dolayı sulama yapılamadığı için 3 bin 900 kilograma kadar düştüğünü söyledi. Geyik, “Sulama suyu ücretlerinin, üreticilerimiz bazında ve sivil toplum örgütü ve üretici temsilcisi olarak odamız bazında kabul görmesi mümkün değildir. Artan maliyetler karşısında ürün bedellerinin aynı oranlarda artmaması, üreticimizin kârlılık oranını düşürmekte ve üretimden çekilmelere ve verimde azalmalara neden olmaktadır” diye belirtti. Her türlü şartta üreticinin desteklenmesi ve üretimin sürdürülebilmesi temel hedef olmalıdır diyen Geyik, “Aksi halde, toplumun açlık problemiyle karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Çiftçilerimizin birçoğu yüksek maliyetlerle birlikte ürünleri ekmekten vazgeçecektir. Derdimiz üretmek biz üretmek istiyoruz” diye kaydetti.
Su birlikleri!
Kırsal alanda tarımsal sulama hizmetleri, 2011 yılı öncesi ismi Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olan ve bu bakanlığa bağlı il müdürlüklerince yürütülüyordu. 2011 yılında çıkarılan Sulama Birlikleri Kanunu ile birlikte suyu DSİ’den, enerjiyi şirketlerinden alan ve çiftçilerin yönetimine verilen Su Birlikleri eliyle sulama hizmeti sürdürülmeye başlandı. Bu kanunun çıkış amacı suyun ticari pahalı bir meta haline getirilmesinin ilk adımıydı. Uzun yıllardır enerji borçları ile boğuşan bütün birliklerin borç batağına sürüklenmesi sağlandıkta sonra Su Birlikleri’nin yönetimine AKP bürokratları atanmaya başlandı. Çiftçinin üyesi olduğu birlikleri yöneten bu bürokratlar artık köylüye rağmen tüm kararları tek başlarına almaya başlarken öncelikli olarak suyu yüksek fiyatla çiftçiye satmaya başladılar.
Borç batağı!
Enerji şirketlerinin dekar başına su faturası kestiği çiftçiler üretim yapamaz hale getirilirken, enerji fiyatlarının aşırı yüksek olması nedeniyle Su Birlikleri de kullandıkları enerji faturasını ödeyemez hale geldi. Özellikle 2011 yılı sonrası büyüyen tarımsal ürün ithalatı ile yaşanan bu süreç bire bir bağlantılı. Borç batağına sürüklenen üreticilerin ürettiği ürün rekoltesindeki azalmayı dayanak yapan iktidar, her türden tarımsal ürünün ithalatının önünü açtı. Tarımsal üretimde en önemli girdi halini alan enerji ve su bedelleri ise şirketleri besleyen bir özelliğe büründü. Çiftçilerin suya en çok ihtiyaç duyduğu günlerde enerjileri kesilerek fatura ödemelerine zorlanan çiftçiler ya tüccarın ya tefecinin ya da bankaların kapısına giderek yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kaldı. Borç bulamayan çiftçinin ise tarımsal desteklerine enerji şirketlerince el konulması sağlandı ve çiftçilerin ürünü susuzluktan tarlada kurudu.
Özelleştirilme hazırlığı!
Devletin üstlendiği tarımsal sulama yatırımları “Sulama Birlikleri”ne devredilirken ön ödemeli kontörlü sayaç uygulaması hem kentlerde hem de kırsalda yaygınlaştırılarak zorunlu hale getirildi. Böylelikle suya sadece parası olanın erişebileceği bir sistem oluşturulmaya başlandı. TÜSİAD’ın 9 Eylül 2008 tarihli su raporunda yer alan, “Türkiye için şebeke suyu hizmetlerine özel sektör katılımı düşünüldüğü takdirde, uygun düzenleme rejimi, politika yapıcı kurumların eş güdümünde ve hizmetin özel sektör katılımına açılması öncesinde tesis edilmelidir” cümlesi dikkat çekiciydi. Su Birlikleri’nin tamamının enerji bedellerini ödeyemez hale gelmesi sonrası iktidar birlik yönetimlerine el koyarak yeni bir süreci başlatma hazırlığında. Su hizmetlerinin kırsaldan başlayarak özelleştirilmesinin AKP tarafından ele alındığı ve Türkiye’de süren ekonomik kriz gerekçe gösterilip, ‘birlikler devlete yük oluyor’ söylemleri ile özelleştirmenin başlatılacağı iddia ediliyor.
BM yağmada kolaylaştırıcı
Dünya Bankası tarafından 2002 sonrası verilen toplam içme suyu kredilerinin yüzde 90’ı özelleştirme şartına bağlanmaya başlandı. Birleşmiş milletler (BM) 1977 yılında, “su bir insan hakkıdır” kararını 1992 yılında değiştirmiş ve “su satılabilen bir metadır” kararı almıştı. BM’ye bağlı Dünya Su Konseyi eski Başkanı Loic Fauchon, “Bugün dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’i suyu uluslararası şirketlerden satın aldığı halde, bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumdadır.” diyerek sermayenin suyla yakından ilgilendiğini göstermişti. Yine aynı başkanın “Su faturasına, cep telefonu kadar ödeme yapmaya razı olursak hiçbir sıkıntı kalmayacak” sözleri su üzerine kapitalist dünyanın hedeflerini açıkça ortaya koymuştu.
Su metalaştırıldı
Son yıllarda susuzluk ağırlıklı olarak tartışılırken küresel ısınma ve buna bağlı gelişen iklim değişimi ile birlikte su sorununun çok daha yakıcı olarak yaşanacağı bir geleceğe doğru hızla yol alınıyor. Su üzerine; “Dünyadaki su kıt, sular kirletildi, su yanlış ve israflı kullanılıyor, su yeryüzünde eşit dağılmıyor, suya herkes ulaşamıyor, su savaşları çıkacak” vb. yapılan vurgular bir gerçekliği ortaya koyarken kapitalist sistem ise suyun sermaye tarafından kontrol altına alınıp pahalı bir ticari meta olarak değerlendirme hedefi içinde küresel sorunu kendi çıkarlarına bağladı. Daha önce kamu hizmeti olarak görülen su, sermayenin ve tekellerin iştahlarını kabartan bir piyasa malı haline getirilmiş durumda.
Su doğal varlıktır el konulamaz
Yeterli temiz suya erişim bir insan hakkıdır. Herkese yeterince su sağlanması bir kamu görevidir; bu hiçbir gerekçeyle kişilere veya şirketlere devredilemez. Su insanlarla birlikte tüm canlılara aittir. Su kaynakları kendi doğal havzalarında kalmalıdır. Hangi gerekçe ile olursa olsun su, bir havzadan alınıp başka bir havzaya taşınamaz. Yeraltından çıktığı noktada doğal kaynak sularının neredeyse tamamı su şirketlerine verilmiş durumda. Bu suları elde eden şirketler Türkiye halklarının tamamını şişelenmiş suya mahkûm hale getirdi. Temiz suyun evlere ulaşmasını sağlamak yerine su şirketlerine pazar yaratılmasına merkezi iktidar kadar belediyelerin katkıları da görmezden gelinemez. Dağlarda, tepelerde şirketlere devredilen su anlaşmaları derhal lağvedilmeli ve su doğada özgür kılınarak tüm canlıların suya erişimi sağlanmalıdır. Vadilerde yatağından çalınıp boruya hapsedilerek oradan oraya taşınan su özgür bırakılmalı ve HES projeleri derhal iptal edilmelidir. Kentlerde, Kanal İstanbul vb. imar rantları yüzünden yok edilen veya edilecek olan su havzaları mutlak korunmaya alınmalı ve tüm rant projeleri derhal iptal edilmelidir.