Bazen ne yaşadığımız anlatmak için, daha doğrusu farkında olmak için edebiyata sığınmak en kolay şey gibi geliyor. Sanki başka birileri başka zamanlarda bir şeyler anlatıyor gibi başlıyor her şey ama ortasında, bittiğinde ya da okuduktan çok sonra o sayfalarda olduğunu farkına varıyorsun…
Saramago Körlük’te yazıyordu: “Kör adam, ellerini gözlerinin hizasına kaldırdı, hareket ettirdi, Hiçbir şey görmüyorum, yoğun bir sisin ortasında kalmış, bir süt denizine batmış gibiyim. İyi ama körlük böyle olmaz, dedi öteki, körlerin karanlık içine gömüldükleri söylenir. İyi de ben her şeyi bembeyaz görüyorum.” Beyaz bir körlük; herkesin sabah kalkıp işine, okula gittiği ama yanında olan hiçbir şeyi görmediği bir körlüğün tarifi değil mi? Arjantin’de gözaltında kaybolanları dinlerken hemen aklıma ‘Körlük’ gelmişti. O dönemde La Plata’da üniversite öğrencisi olanlar anlatıyordu. Bir sabah okula geldiklerinde bir kişi eksik oluyordu. Herkes hemen bunun farkına varıyor ama hiç kimse bunu konuşmuyordu. Sanki hiç o sınıfta öyle birisi yokmuş gibi davranıyorlardı. Yeri boş kalıyordu. Kimse onun yerine oturmuyordu. Belki birisi bir kitap vermiş, bir gün önce birlikte aynı kaptan mate çayı içmiş olabilirdi ama bir gün sonra kimse onu anmıyordu. Herkes biliyordu. Hiç kimse görmüyordu. Beyaz bir körlük değil mi bu sizce?
Ve bunu tam olarak bunu tarif ediyor gibi geliyordu bana göz doktorunun bekleme odasını anlatırken; “Karısı, sekreter kıza, yarım saat önce kocasının hastalığı hakkında telefon eden kişi olduğunu söyledi ve kız onları, öteki hastaların beklediği küçük bir salona aldı. İçeride, gözünün biri siyah bir bantla örtülü bir ihtiyar, annesi olduğu anlaşılan bir kadının yanında oturan şehla bir erkek çocuk, koyu renk camlı gözlük takmış bir genç kız, gözle görülür bir belirti taşımayan ama kör olmadıkları belli olan -körler göz doktoruna gelmezleriki kişi daha vardı.”
Roman belli bir ülkede ve belli bir yerde değildi. Hiçbir yerdeydi ve hiçbir zamanda ama kör olanları kapattıkları yer ki burada iki türlü bir kapatma vardı; biri aykırı olanları, yani beyaz körlüğe tutulanları ve daha doğrusu kör olduklarının farkına varanları kapatırken, diğeri körlüğün ta kendisiydi. Elle tutulur bir beyazlıktı bu tam olarak. Ancak sonunda isyanın çıkmasında bu kapatılmanın, yani ikinci kapatılmanın esas rolü vardı. Bu yüzden dışarıdakiler kör olmalarına rağmen, işlerine ya da okullarına gidebiliyorlardı, alışveriş merkezleri belki de güneş rahatsız etmesin diye en çok gözlük satıyordu ki gözlerdeki beyaz bağı aşabilecek daha beyaz olmadığı halde. İçeridekiler ile dışarıdakiler arasındaki tek görme farkı, içeridekilerin kör olduklarının, daha doğrusu ne olduklarının farkında olmalarıydı.
Şimdi öykünün geçtiği yerlerden birisinin neresi olduğunun farkına vardınız mı?