Kürt müziğinin sevilen seslerinden Diyar ile diasporayı, müziği ve Kürtlerin mücadelesini konuştuk
“Zulüm arttıkça mücadele artar, susturmaya çalıştıkça haykırışlar yükselir” diyor Kürt müziğinin dokunaklı seslerinden Diyar. Söyleşi için fotoğraf istediğimde bazı fotoğraflarını gönderiyor. “Hangi fotoğrafı kullanalım” dediğimde “kır saçlı beyaz sakallı” fotoğrafı gösteriyor Diyar ve “Bir mücadele uğruna ağardı bunlar, saklamak doğru olmaz” diyor tebessümle. Diaspora söyleşilerinde sözü Hozan Diyar’a bırakıyoruz…
Pandemi sürecinde birçok alan gibi müziğin de online alana kayması ile başlamak istiyorum. Bu süreci nasıl geçiriyorsunuz, dijitalde yeteri kadar müziğinizi görünür kılabiliyor musunuz?
Pandemi sürecinin kültür-sanat cephesini anlatayım. Sanatçı dediğimiz kimse üretendir, ürettiğini de topluma sergiler. Bir nevi sanatçı balıktır ve toplum sudur. Bu süreç balığın sudan koparılması olayıdır. Bu koşullarda ne kadar sağlıklı bir üretkenlik olabilir ki? Müziğin büyük çoğunlukla dijitale kaymasının da çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çok ani gelişen bir olaydı ve bunun halihazırda bir altyapısı yoktu. Benim açımdan internet ortamı kendimi doğru icra edebileceğim sağlıklı bir ortam değil maalesef. Yani biz bir devrim sürecini yaşayan, bir özgürlük mücadelesi yürüyüşünü yapan bir halkın sanatçıları olarak bu süreçte halkımızdan kopmanın eksikliğini yaşıyoruz sadece, bunu diyebilirim.
Kürt müziğinin, Kürt Özgürlük Mücadelesi ile paralelliği, gelişimi ve toplumsal önemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Öte yandan popüler kültüre olan kaymayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtler folklorik bir halktır. Kökleri ve kültürleri tarihin en derin bağlarına bağlıdır. Müzik açısından da çok derin bir geçmişe sahiptir. Ancak bu gelişimin geç tamamlanması tamamen Kürdistan’ın sömürgeciler tarafından bir bütün olarak sömürülmesiydi. Ortadoğu’da o hâkim İslam ideolojisinin kültürümüz üzerindeki tahakkümünün kalkmaması bütünüyle kültürel devrimi geciktirmiş etmenlerdir. Bütün bu saldırılara rağmen tarih incelendiğinde Kürtler kültürlerini korumuş ve bugüne taşımayı başarmıştır. Özgürlük Mücadelesi ile birlikte sanata elbette ki çok farklı bir misyon yüklenmiştir. Özgürlük Mücadelesi ile birlikte sanatçıların çoğu devrim için şarkılar yazmış, temalarında toplumsal sorunları işlemiş ve bir direniş örgütlemişlerdir. Sanatın öznesi artık Kürdistan olmuştur. İnsanların devrime kanalize edilmesi en büyük misyon haline gelmiştir. Şehit Sefkan’lar, Mizgin’ler, Delila’lar, Hogir’lar daha niceleri Kürt müziğinin Kürt Özgürlük Hareketi’nde oynayabileceği rolleri en iyi gösteren ve canlarını da bu uğurda veren şahsiyetlerdir. Özgürlüğümüz ve sanatımız her zaman iç içedir. Mücadelesi de icrası da… Belki de dünyada direniş amacıyla yapılan tek müzik Kürt müziğidir. Mesela ağıtlarımız var, bu dünya halklarında neredeyse sadece Kürtlere özgüdür. Kürt müziği aynı zamanda melodik bir arşiv rolü de üstlenmiştir. Müziğin, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ndeki misyonunu asla küçümsememek gerekiyor. Geçmişte oldukça önemli katkılar sundu. Günümüzde biraz düşse de bu misyon hâlâ sürüyor.
Popüler kültür kayması genellikle müziği icra eden kişinin ait olduğu sınıf, kişisel gelişimi ve toplumsal bilinci ile alakalıdır. Bugün tarih bilinci olan devrimci üretkenlik içinde olan bir müzisyen popüler kültüre hizmet edemez. Ama bu bilinçten yoksun kişiliklerin popüler kültüre hizmet etmesine bir şey diyemem. Halkımızın da bu konuda seçici olması ve özüne sahip çıkmasını istiyoruz.
Diasporada üretme koşullarınız müzik açısından size bir doygunluk veriyor mu?
Sürgünde olmak… Eğer bir insan gerçekten ülkesini seviyorsa, rüyalarını hâlâ kendi köyünde, ülkesinde görüyorsa, yüreğinin kulağı ülkesine dönükse, ülkesiyle bağını koparmamışsa diasporada olmak derin dondurucuda olmak gibi bir şeydir. Canlılara ait bir hücre taşırsınız doğrudur, ama o hücreler artık donuktur. Yani ben köyümü, ülkemi düşünmediğim bir saat, bir gün, rüyasını görmediğim bir gece yoktur diyebilirim. Bireyi toprağından, köyünden, kültüründen, bağlarından koparmak kadar daha büyük bir zulüm yoktur, olamaz! Sömürgecilerin soykırım politikalarının bir kurbanı olmak ve sürekli bunu hissetmek, köylerimizin, şehirlerimizin yıkılması, bize karşı topyekûn bir savaşın yapılması, köklerimizin kazılmaya çalışılması bütün bu politikaları düşünüp sürgünde olduğumuzu fark ettiğimizde zaten ister istemez üretkenliğiniz düşüyor. Topraklarınızda olsanız çok daha iyisini üretebiliyorken bugün diasporada olmanız size bu kadar iyi üretkenlik veremeyebilir, vermiyordur da keza! Doygunluk dediniz ya, hayır doygunluk değil. Diasporada icra ettiğiniz sanat size sadece eksiklik, kırıklık hissi veriyor ya da bu etkiyi yaratıyor, başka bir şey değil.
Kom dönemleri hepimizin belleğinde Kürt müziğinin pik noktası olarak kaldı. Sizin de içinde bulunduğunuz Koma Berxwedan süreci ve sonrasındaki dağılmayı biraz anlatır mısınız? Şu an bu yönde bir çalışmanız var mı?
Kom dönemleri; örgütlülüğümüzün arttığı, kültürel kurumlarımızın kurulduğu, içinin doldurulduğu, sanatın sanatçılarla birlikte örgütlendiği süreçleri ifade ediyor aslında. Hani sanatın icrası, sanatın üretimi bakımından bir şey ifade ediyor mu, bu başka bir konu belki ama böyle Kom dönemi esas itibarıyla yukarıda bahsettiğim sanatsal faaliyetlerin örgütlenmesini kapsayan bir dönem. 80’lerde başladı, ben 88’de Koma Berxwedan ile dahil oldum bu sürece. Sürgündeki yurtsever sanatçıların bir araya gelerek örgütlü olmanın en güzel resmini ortaya koyarak sanatı icra ettikleri, beraber ürettikleri bir alandı. Kom hareketi 10-15 yıl içerisinde devrime müthiş katkılar sunmuş, devrimin en güçlü silahlarından biri haline gelmiştir. Halktaki moral, motivasyon, heyecan, sinerji yaratma açısından müthiş bir misyon yüklenmiştir. Bir nevi tarihe not düşmüş, damgasını vurmuştur diyebiliriz. Üretim açısından ise ben sanatın bireysel olduğunu düşünüyorum. Yani bireysel bir üretkenlik vardı ama halka sunma aşamasında kolektif bir yöntem olan Kom birleşimleri tercih edilmiştir. Hâlâ da bu gelenek sürüyor. Zaman zaman TEV-ÇAN sanatçıları olarak belki 30-40 solistin bir araya gelerek yan yana ortak stranlar, marşlar, kilamlar söylemesi o alanın örgütlülüğü, bizim bir devrim hareketi olduğumuzu, sanatçılarımızın da ancak omuz omuza yoldaşça sahneleri paylaşarak stranlarımızı söyleyebileceğimizin bir resmi olarak gördük, öyleydi. Yani ben sizin gibi Kom döneminde Kürt müziğinin pik yaptığına katılmıyorum. O zazamanın ruhunun sanatçılar üzerinde yaratmış olduğu heyecanı ve ürettikleridir o dönem o eserleri var eden. Şu anda da toplumda her şey değişiyor. Mücadele yöntemleri değişiyor, toplumun algıları, zevkleri, ret-kabul ölçüleri değişiyor.
En son HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile düetleriniz ve 2015 seçim şarkılarınız ile Türkiye’de aktif bir rol aldınız. Demirtaş’ın tutuklanmasından sonra kendisi ile bir temasınız oldu mu? O günden bu yana neler değişti, sürecin tekrar o havaya bürüneceğini düşünüyor musunuz?
2015’te çok farklı bir iddiamız vardı. Parti olarak seçime girecek ve bütün barajları yıkacaktık. Bunun için ben de Avrupa’dan geldim kapı kapı ev ev dolaştım. Düşündüm bu süreçte en etkili nasıl olabilirim diye ve Selahattin Demirtaş’la birlikte bir düet planladık, gerçekten büyük bir etkisi de oldu. O düet daha önce bir marş müziğiydi. Bunun da yaratmış olduğu bir etki vardı. Bazılarını rahatsız etti ama halkımızı da sevindirdi. Tutuklandıktan sonra avukatları aracılığı ile böyle selam gönderdik. Konuştuk ama başka da bir iletişimimiz olmadı. Sadece Selahattin Demirtaş değil Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel bütün arkadaşlar, bütün özgürlük tutsakları yoldaşlarımızı her zaman düşünüyor, onlar için biraz daha fazla mücadele etmeye gayret gösteriyoruz. Benim her zaman özgür ve aydınlık günlere bu başı dik ve onurlu halkımızla kavuşacağımıza inancım tam. Biz dünyada başı dik, onurlu bir toplum olarak yaşayabilmemiz için siyasetçilerimiz, gençlerimiz pırıl pırıl, en cesur, en yürekli gençlerimiz kendini feda ediyor. Bunu herkes bilmek zorundadır. Yani biz her dakika, her gün onlarca kayıp veriyoruz. Bu halk bedel veriyor. Bunu herkes görmek zorundadır.
Kürdün hafızasına sözü bırakmak istiyorum. Dengbêjlik! O dönem o hafızayı besleyen sermaye ile bugün size eserinizi yazdıran sermaye aynı mıdır?
Aslında konuşmanın başında da konuşmuştuk. Dengbêjlerin seslendirdikleri stranlarımız, aynı zamanda bir tarihi, bir süreci günümüze taşıma misyonunu üstlenmiş ve sözel tarihimiz olarak da kabul ediliyor. Bu yönüyle müthiş bir değere sahip. Yani müzik olmasının ötesinde sözlü bir tarih misyonu da oynamış. Ben dengbêjlere çok büyük bir saygı duyarım. Fakat o dönem ile ilgili de şunu söylemek gerekiyor: Özgürlük Hareketi öncesi çok daha feodal bir toplum olduğumuz için dengbêjlerimiz ağaların, beylerin, mirlerin divanlarında şarkılar söylediler. Elbette ki bütün dengbêjlerin söyledikleri ağaları, beyleri öven parçalar değildi, toplumsal sorunlara değindikleri parçalar da var ancak o dönemin şartlarından kaynaklı genelde ağalar dengbêjlere kendini öven parçalar yaptırmıştır. Ama Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkışıyla birlikte sanatçı da farklı bir misyon, farklı bir duruş sergilemek zorunda kaldı. Elbette ki Özgürlük Hareketi öncesinde de devletin bölgede çok ciddi zulmü vardı ve bu zulmü bugüne taşıyan en büyük güç dengbêjlik oldu kesinlikle. Ağaların dengbêjler üzerinde hakimiyet kurmasının da temel nedenlerinden biri o dönemlerde ulusal bir birlik, bir özgürlük mücadelesinin olmayışından kaynaklıydı. Yani o dönemin konjonktürünü o dönemin işte toplumsal hiyerarşiye yapıya ayak uydurmuşlardır. Ama artık günümüzde ayağa kalkmış bir halk var. Dolayısıyla dengbêjleri besleyen olaylar, toplumsal koşullar farklıydı. Bizi besleyen çok farklıdır. Yani onların ve bizim dönemin sermayesi çok çok farklıdır. Bugün gelişen bir direniş ve bu direnişi bastırmak için yükselen bir de zulüm vardır. Belki sermaye demek çok doğru olmaz ama bugün bize eserlerimizi yaptıran temel koşullar bunlardır. Son 40 yıldır Kürt halkı farklı bir refleks gösteriyor. Böyle bir halkın yanında durmak, sanatını icra etmek tabii ki çok farklıdır. Yani geçmişle kıyaslanmayacak kadar bir farkı var. Bunun en büyük nedeni ise Özgürlük Hareketi’nin sanatçılara kazandırdığı bilinç ve duruştur.
Kürtlerin umudu var
Biraz sizin de sürgününüzde payı olan toplumsal olaylara değinmek istiyorum. Son dönem Kürt siyasetine olan saldırıları, ulusal birliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtlere dönük her dönem devlet yok etme konseptini devreye sokuyordu. Devlet aslında Kürtleri tekrar katliamlarla bitirebileceğini, soykırımlardan geçirebileceğini düşünmüştü. Ama Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkışından sonra bu artık mümkün olmadı. Kürtlerin hareketten önce sürekli bir kaybetme tarihi varken Özgürlük Hareketi’nden sonra işler tam tersine döndü. Kürtler için kaybetme rutini bozuldu, biz kazandıkça devlet kaybetmeye doğru gitti ve saldırılar aslında bu temelde başladı. Bir sömürge devletinin yaptığı bütün pratikleri Türkiye, Kürdistan’da yüz kat daha fazlasını yapıyor. Devletin hâlâ Kürtler karşısında kazanabilirim rüyası var. Oysa Kürtler artık eski Kürtler değil. Ulusal birliğin geliştiği, direniş ve mücadele azminin geliştiği bir Kürt var artık. En önemlisi ‘kazanabilirim umudu’ olan bir Kürt var. Bugün Kürtlere zulmeden dört sömürge devlet derin bir kriz yaşıyor. Rojava kazanımları bugün hepimizin görmesi gereken en güzel örnektir. Ulusal birlik bilinci geliştikçe dört parçadaki Kürtler de o kadar başarılı olacaklar. Bir birey olarak ‘kültürel soykırımın kıskacında’ olduğumuzu düşünsem de özgürlüğe olan tutkum ve umudum asla bitmeyecek.