Sandık temsili demokrasinin temel unsurudur. Ancak halkı noter gibi gören iktidarlar, sandığı asıl işlevinden uzaklaştırarak, iktidar oyunlarının bir aracı haline getiriyorlar.
Hepimiz, 31 Mart’ta sandığa gidilirken, seçimlerin birkaç gün içerisinde sonuçlanacağını, herkesin halkın iradesine saygı göstereceğini ve ülkenin asıl gündemlerine geri döneceğini, doğal olarak düşündük. Ancak görülüyor ki iktidar seçim gündeminden çıkmak istemiyor. Yeniden sayım, tekrar seçim, kazananın elinden alıp kaybedene verme oyunları devam ediyor.
Kazanamadığı seçimi iptal etmek ve ülkeyi sürekli seçim gündeminde tutarak, asıl gündemlerin konuşulmasını engellemek bu iktidarın temel taktiği. Son beş yılda kaç seçim yapıldı, çetelesini tutmak bile kolay değil. Çünkü seçim süreçlerinde, devletin gücü ve medyanın desteği ile toplumu kutuplaştırma ve halkı kendi gündemlerinden uzaklaştırma imkanı buluyorlar.
Bu seçim de öyle oldu. “Konsolide etme” iktidarın ağzından düşmeyen kelimeydi. Hazırlanan mecraya akışı sağlama, ara tonları kaldırıp kutuplaştırma, kendi derdini unutarak reisin koltuğunun derdine düşen bir toplum yaratma taktiği.
Oyun kurallarını ve hakemleri belirleyen; rakip takımların etkili oyuncularını saf dışı etmekle yetinmeyip, seyircisiz maç oynamaya zorlayan; tüm medya kanallarını kendisine kilitleyen iktidar, bütün bunlara rağmen, seçim sonuçlarını kabullenmek istemiyor. Toplumun sorunlarını öteleyerek, kendi koltuk derdini birinci gündem maddesi olarak halka dayatıyor.
Tabi ki halkın iradesine sonuna kadar sahip çıkmak önemli. Ancak iktidarın, toplumsal sorunları ötelemek için sürekli gündemde tutmaya çalıştığı seçim tartışmalarına kilitlenerek, halkın gündeminden kopmamak gerekir.
Siyaset, öncelikler üzerine kurulur. Gündem oluşturan, öncelikleri belirleyen, siyasete de hakim olur. Bir kez daha vurgulamak istiyorum, halkın iradesine sahip çıkmak son derece önemli bir gündemdir. Ama toplumsal talepleri şiddetle bastıran; barış beklentisini savaşla, ölümle bertaraf etmeye kalkışan; her türlü demokratik hak arama yollarını tıkayıp bu iktidara karşı yaşamı, barışı ve adaleti savunan bir mücadele vermeden, halkın oylarına sahip çıkmak mümkün değildir.
Bu nedenle bütün bu hengamenin içinde, AÇLIK GREVLERİNİ önceleyen bir mücadele, sadece insani ve vicdani bir tutum değil, aynı zamanda siyasi bir tutumdur. Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Açlık grevleriyle ilgili durumu toplam beş cümlede özetleyebiliriz.
Birincisi, açlık grevleri artık yaşamsal risk sınırını zorluyor.
İkincisi, yasal bir hakkın kullanılması için insanlar ölümü göze alıyor.
Üçüncüsü, susarak ölümlere seyirci kalmanın bedeli giderek ağırlaşıyor.
Dördüncüsü, barış ve çözüm ihtimali, bu vicdansızlık duvarının ardında görülmez oluyor.
Beşincisi, iktidar oyunlarıyla oyalanmak zaman kaybettiriyor.
Leyla Güven’in açlık grevi, beşinci ayı geride bıraktı. Aralık ayında açlık grevine başlayan yaklaşık 300 kişi, dört aydır eylemde. DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ve bir önceki dönem Hakkari milletvekili Selma Irmak’ın açlık grevi üç ay oldu. 1 Mart’ta tüm cezaevlerinde yaklaşık yedi bin kişi açlık grevine girdi. Yaşanan çözümsüzlüğü ve duyarsızlığı protesto etmek için 7 kişi de yaşamına son verdi.
İmralı Cezaevi’nde uygulanan tecride son verilmesi talebiyle başlatılan açlık grevlerinde son tablo bu. Artık oyalanacak, ötelenecek bir durum olmadığı gün gibi ortada.
Yasal bir hakkın kullanılmasını engelleyerek, insanların ölümünü seyreden bir iktidar bilmeli ki sandık bir yana, asıl vicdanlarda mahkum oluyor. İdeolojik yakınlık, kişisel menfaat, parti taraftarlığı vs bunlar yeri gelir değişir; ama vicdanlarda mahkum olmak, kara bir lekedir.
Yıllarca şu ya da bu yöntemle, PKK Lideri Öcalan ile devlet arasında görüşmeler yapıldı. Elbet bir gün devlet arşivleri açılacak. Ömrü vefa edenler görecek ki; yaşadığımız bu kadar kriz ve kaosun nedeni, ana teması “ortak vatan ve demokratik birlik” olan bir siyasal önermenin ret edilmesidir.
Barış ve çözüm ihtimali, İmralı’da kilitli kapılar ardında duruyor. Ve bir kez daha binlerce insan o ihtimale giden yolda bir kapı aralanmasını istiyor. Hem de önünde hiçbir hukuki ve siyasi engel bulunmayan “tecridi kaldırma” talebini gündeme getirerek.
Bir tek canın daha yitirilmesine izin vermeden, bütün imkanları, açlık grevlerini gündemin birinci maddesi haline getirebilmek, bir diyalog, bir çözüm yolu açmak için kullanmalıyız.
Unutmayalım ki böylesi zamanlarda, susmanın da bir bedeli var. Susma haykır: Ölüm değil, çözüm istiyorum!