Vaktine küsmüş her olay ve kibrine sarılmış her insan bir arada artık. Aynı parantezde, bir anlamın sözlüğünde yan yana. Tarih bu, şaşırtarak yön veriyor zamana. Hayat burada keşfedilmekten men edilmiştir. Sırasını savmış bir yaşam, kimseye faydasını gösteremez. Kör edilmiş bir bakış gibi dağılmıştır akıp giden günler içinde. İnsan her bir olayda, vakitsiz.
Kâhin olmanın pek de matah sayılmadığı bir çağın içinde vakanüvisler gururunu kaybetmiştir. Bütün tahminlerin sonu gerçekle yüz yüze geliyorken, yazılanı okuyan nereye gitsin? Bilinir ki bir kahır, ertelenmiş bir düşün hüsranıdır. Gelemeyen değil, bilerek gelmeyen, yokluğunu var etmiştir.
Günler, yıllar ya da mevsimler geçerken, bir tekrar kendi sesiyle patlar hayatın içinde. Yine mi, yeniden mi, artık pek itimat edilmeyen bir sır olarak kalıyor orta yerde. Cevabından sürgün düşmüş bir soru olarak anılır en çok. Betimlemesi silinmiş, tanımlaması kıvrılmış her anlatış, kendi içinde kendinin sonunda bağırır: Her gerçeğin yakıştığı bir zaman vardır.
Lanetlenmiş bir kavim aldatmacası, bir şemsiye aslında gökyüzünü saklayan. Yoksa herkes farkında laneti bıkmadan sürükleyenin kim ve neden olduğunu. Altın, para, yeraltı ve yerüstü, ne kaldıysa sırf onun için yenilenir yenilgiler. İhanet anlamını provokasyonla manipüle ederken ve bu kan getirirken, ısrarla ayyuka çıkarmak lazım beterin beterine koşan hainliği.
Yırtılmış bir göğün düşünü aklına getirdi insan. Yarılan bir yeri işaret ederek yasakladı birçok şeyi insan. Arada kalan, bir hengamenin telaşı, engellerin sıradanlığı. Toplanıp parçaladı bir bütünün âhengini. Diyorum bazen kıyamet bu, karşılaşan bir hezimet, doğurgan bir eziyet. Bir yanlış anlaşılmayla başlamıştı yaşamak. Yanlışa itirazla devam etti hayat.
Belirlenmiş, hem de sınanmadan sıraya dizilmiş her eylem, geçmişten bugüne bir kapı gibi duruyor. Deneyimdir anahtar, deniliyor. Sır olmaktan uzak, rivayet olmaktan kurtulmuş, karanlıkta fener olmuş. Yani rolünü kendisi yazıp yönetmiş de razı gelmiş gelecek. Zorba bir karar, zor bir çelişki değil. Kıpkısa bir talim ile varlığını kanıtlamış isyanlar silsilesi savuruyor hâlâ, buraya.
Kaygan bir zeminde seke seke varmak gidilecek tarafa, kanat çırparak uçmak ya da, her ne olursa olsun inat edip gitmek. Masallardan, yazılanlardan, anlatılanlardan, hissedilenlerden arta kalan her tanıklık, her gösterilen pusula oluverir. İhtiyaç göreceli, ihtimal bir sezgi, sonra insek hepsinden, bıraksak da olur sanki. Kaybolmanın serüvenini, bırakacağı boşluğu, biriktirip yol almak lazım. Çare çünkü en zor zamanların arka kapısı.
Galibiyetlerin şüpheleri, mağlubiyetlerin keşkeleri, benzetmelerin ıskaladığı her şeyin sonundayız. Varlık yokluğa teşne, yokluk varlığa erkete. Övgüsüne el sallayan bir çalım, yergisine nanik yapan bir kıyak, art arda gelip bir arada kalıyor. Kopan ya da kovulan ne varsa yine de bu manzaraya bir çerçeve.
Kimler kimlerle bir yolda kapanlar kuruyorsa ve inkâra iltimas geçiyorsa, çukur vardır o yolda, kuyuya benzetilmiş kirli bir bataklık. İşte bu esnada, tam burada hatırlamak lazım eskimeyen yarayı ve ona bağlanmış kabuğu. Zamana derman, hayata keşifler dizmeli. Biri değilse öteki illaki faş edip kurutacak. Bizi buraya, bu biçimde savuran sırları yağmur gibi yağdırmalı. Birbirine benzemekten kaçarak açılan her yol, göstere göstere götürecek biçimlerden kaçmış günlere, şekillerden firar etmiş yarınlara. Yepyeni olanı unutmamalı, her daim ısrarla sayıklamalı; bilinir ki yankıdır çığlığı duyuran.
Haftanın kitap önerisi: Jean-Paul Sartre, Bulantı / Çeviren: Selahattin Hilav, Can Yayınları