Şüphesiz Özerk Yönetim, seferberlik ruhu ile bütün bu süreçlerde büyük direnişler geliştirdi, halklar büyük bedeller verdi. Eğer bütün bu süreçlerde değil de şimdi olağanüstü hal ilan ediliyorsa bu karardan çıkarmamız gereken ilk ders, yaşadığımız sürecin halkların varlığı ve özgürlüğü için en ciddi ve tehlikeli süreç olduğudur
Mehmet Emin Mutlu
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Genel Meclisi, 6 Temmuz Çarşamba günü bölgedeki saldırıları tartışmak için olağanüstü toplandı. Toplantı sonucunda bir kararname ile yönetimi altında bulanan bütün bölgelerde olağanüstü hâl ilan etti. Peki böylesi bir süreçte ve ilk defa Özerk Yönetim’in olağan üstü bir karar alması ne ifade ediyor.
Aslına bakarsak bölgede yaşayanlar veya bölgeyi yakından takip edenler için sürpriz bir karar değildi. Çünkü bunun ayak sesleri çoktan gelmeye başlamıştı. 10. yıl dönümüne girmek üzere olduğumuz Rojava Devrimi’nin ilk günü, yani 19 Temmuz 2012’den bu yana Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları hiç olağan bir süreç yaşamadı. İlk günden itibaren, devrim üzerinde siyasi, ekonomik, askeri saldırılar hiç eksik olmadı. Hatta bazen ekonomik ambargo halkı açlık sınıra getirdi. Yine İŞİD gibi paravan örgütler ile yapılan askeri saldırılar, Kobanê gibi yerlerde halkı katliam ile karşı karşıya getirdi. Ama bütün bu saldırıları, bölgenin öz güçleri ve halkın ortak direnişi, dört parça Kurdistan ve Dünya devrimci güçlerinin desteği ile boşa çıkarıldı. Aksine Kuzey ve Doğu Suriye’nin birçok bölgesi, halkları faşist ve barbar saldırılardan temizlendi, buralarda birlikte yaşama dayalı demokratik bölgeler oluşturuldu. Yine Efrin, Serekaniye ve Gire Spi gibi bölgelerde, Türkiye’nin örgütlediği, desteklediği ve saldırttığı güçler başarısız olunca, bir NATO gücü olarak Türkiye’nin kendisi direkt saldırı başlattı, katliamlar yaptı ve buraları çete örgütlerin güvenli bölgesi haline getirdi.
Şüphesiz Özerk Yönetim, seferberlik ruhu ile bütün bu süreçlerde büyük direnişler geliştirdi, halklar büyük bedeller verdi. Bu temelde varlığını ve özgürlüğünü koruyabildi. Ama bu süreçlerin hiçbirinde olağanüstü hal ilan edilmedi. Eğer bütün bu süreçlerde değil de şimdi olağanüstü hal ilan ediliyorsa bu karardan çıkarmamız gereken ilk ders, yaşadığımız sürecin halkların varlığı ve özgürlüğü için en ciddi ve tehlikeli süreç olduğudur. Zaten mevcut durumda hem işgal edilen bölgelerde yaşananlara baktığımızda, hem günlük olarak Kuzey ve Doğu Suriye’nin özgür bölgelerine yapılan saldırılara baktığımızda, hem de yeni işgal tehditlerine baktığımızda bunu daha kolay anlarız. Kısacası işgal, saldırı ve tehditler artık Kuzey ve Doğu Suriye’de, bütün yaşamı riske atmakta, varlığını tehdit etmektedir.
Çıkaracağımız ikinci ders ise şudur, Türkiye iddia ettiği gibi sadece 30 km’yi değil, bütün Kuzey ve Doğu Suriye’yi, hatta bütün Suriye’yi tehdit etmektedir. Başta Şam Hükümeti olmak üzere, Türkiye’nin emellerini tanıyan her kes (ki bütün Suriye’li güçler bunu çok iyi biliyor) bir direniş ile karşılaşmadığı sürece Türkiye’nin ne 30 km’de, ne Haleb ve Raqa’da durmayacağını tecrübe ederek anladı. Bunun için Özerk Yönetim’in kararı aslında Şam Hükümeti’ne de bir çağrıdır. Şam Hükümeti’nin de bir an evvel kendi yönetimindeki bölgelerde bu kararı alması ve ortak direnişe hazırlanması gerekmektedir. Burada bir not düşelim, bu temelde QSD ve Şam Hükümeti arasında görüşmelerin, hatta fikir birliğinin olduğunu duymayan kalmadı sanırsam. Ama bunun pratikte hangi düzeyde direnişe dönüşeceğini halen kimse kestiremiyor.
Üçüncü ders veya mesaj ise, bölgede kendilerini halkların müttefiki gibi gösterip uluslararası alanda ise soykırım politikaları üzerinden antlaşma yapan güçleredir. Kobanê direnişi ile başlayan ve her kesin kendini YPG-YPJ-QSD etrafında örgütleyip dünyanın gördüğü en vahşi örgütüne karşı mücadeleye başladığı süreç ve sonrasında ortak atılan adımlar her kesin malumu. Özerk Yönetim temsilcilerin hangi saraylarda karşılandığı, hangi parlamentolarda ülke parlamenterlerine ve senatörlerine seslendiğini de hepimiz biliyoruz. Tabii ki aynı saray ve parlamentolarda, Türkiye’nin saldırılarının nasıl tartışıldığını ve planlandığını da biliyoruz. En son NATO’nun Madrid toplantısında, Kuzey ve Doğu Suriyeli hareketlerin isminin de geçtiği Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı alınan savaş kararlarını, soykırım planlamalarını da bilmeyen kalmadı. En önemlisi de Türk devletinin tehditleri karşısında bu güçlerin açıktan Özerk Yönetime verdiği ‘yapacak bir şey yok, teslim olun’ minvalindeki mesajlarıdır. Bu politikanın sahipleri sanırsam böyle bir karar beklemiyorlardı, bu karar bu güçleri de bir karar vermenin eşiğine getiriyor; ya çekip gidecekler ya da şapkalarını önüne koyup nerede yanlış yaptıklarını düşünecekler.
Dördüncü mesaj da içe dönüktür. Her ne kadar şimdiye kadar somut olarak Türkiye’nin aldığı yerler olsa ve günlük saldırılar görülse de halen durumun ciddiyetini anlamayan, aslında Türkiye’nin daha ileri gidemeyeceğini veya buna bazı güçlerin izin vermeyeceğini düşünen insanlar var. Bu duruş, en iyi tanım ile saflık olarak değerlendirilebilir. Özünde de kendi öz gücüne, halkına güvenmeme, dışardan bekleme gibi bir akıl tutulmasıdır. Bu kadar yaşanmışlık, tecrübe ve bedele rağmen halen böyle düşünmek veya böyle bir beklenti içinde olmak başka bir şekilde tanımlanamaz. Şimdiden homurdanmalarını duymaya başlıyoruz, ‘durum bu kadar ciddi miydi?’
En önemli mesaj ise halklaraydı. Bu anlamda olağanüstü hâl kararı aynı zamanda bir çağrıydı. Özellikle Serekaniye ve Gire Spi’nin işgal edilmesinden bu yana bölgede her kesin gündeminde, dilinde ‘Devrimci Halk Savaşı’ var. Her ne kadar yöntem ve pratikleşmesi konusunda hazırlıklar ile birlikte tartışmalar devam etse de bölgede halkın ezici çoğunluğu, özgür yaşamın ve işgal karşısında başarının devrimci halk savaşı ile gerçekleşebileceğine inanmış durumda. Alınan karar bir daha bu konudaki ikircikleri bir tarafa bırakmanın gerektiğini ve her kesin bu savaşa aktif katılması ihtiyacını ortaya koydu. Açıkça belirtelim, azda olsa ikircik yaşayanlar belki çekip gidecek (ki bu dünyada kimsenin güvende yaşayacağı bir yer yok) ama çoğunluğu bu devrimde bedel vermiş şehit aileleri olarak halk tamamen devrimci halk savaşına göre konum alacak, bundan sonra buna göre yaşayacak.
Bütün bu durumlar analiz edildiğinde Özerk Yönetimin böylesi bir dönemde nasıl hayati, stratejik bir karar aldığını belirtmeye gerek var mı?