Suriye “iç savaşı”nın özel bir anını yaşıyoruz. Bu özel anın karakterize eden olgu ABD’nin Suriye’deki politik yenilgisi.
Mağlup müttefikler (ABD ve Erdoğan) yenilginin faturasını hafifletmek için birbirlerini göstere göstere kazıklamaya çalışıyorlar. ABD, yenilgisini Suriye Kürtleri ile kurduğu zoraki ilişkiler üzerinden hafifletmek istiyor. Erdoğan, BOP eşbaşkanlığı batağından sırtına yıkılan faturayı, Suriye Kürtlerini şeytanlaştırıp ABD’den rüşvet koparmanın peşinde.
ABD “Suriye’den çıkar gibi yaparak Türkiye ve Suriye Kürtleri arasında kriz yaratıp Suriye’deki askeri ve politik varlığını geliştirmenin” peşinde olabilir; Türkiye ABD’nin bu manevrasına ayak uydurup, parsa kapmaya heveslenmiş olabilir vs.
Ama yenilgiyi ne renge boyarsanız boyayın “zafere” dönüşmüyor. Gerçek ortada: ABD, taşeronları ve cihatçı müttefikleri yenildi ve birbirlerine düştüler, buna karşılık Rusya, BAAS ve müttefikleri ile Suriye Kürtleri Suriye’nin geleceğini belirleyecek güçler olarak ayakta kaldılar. ABD ve Türkiye Suriye iç savaşında aldıkları yenilginin sonuçlarını hafifletecek “ödünlere” ulaşıp ulaşamayacaklarını belirleyecek olanlar “ayakta kalanlar”la ilişkileri.
Bu noktada ABD Suriye Kürtleriyle, Türkiye ise Rusya’yla kurduğu ilişkilere tutunmaya çalışıyor. Savaşın gerçek mağlupları olmalarına rağmen ABD ve Türkiye iktidarları savaşın büyük galibi BAAS iktidarının iradesini de, savaşın bir başka “kazananı” olan Suriye Kürtlerinin bu savaş sürecinde elde ettikleri toplumsal, politik ve askeri yetenekleri de (Suriye Kürtleri antitesini de) hala yeterince ciddiye almıyorlar; kendi kendilerine gelin-güvey oluyorlar.
Suriye’deki bu yeni tabloyu da, ABD ve “eski oynaşının” birbirlerine karşı oynadıkları oyunları da biz, yani Türkiyeli devrimciler, sosyalistler nasıl ele almalı, nasıl ele almamalıyız?
Tabii ki Türkiye devrimci sürecine etkisi üzerinden ele almalıyız. Ve tabii ki, Türkiye’de faşizmi, emperyalizme bağımlılığı, oligarşiyi güçlendirecek, Ortadoğu’nun ilerici, demokratik (yani anti-faşist, anti-emperyalist, anti-dinbaz) gelişme dinamiklerine, güçlerine zarar verecek biçimde ele almamalıyız.
Bu noktadan baktığımızda ilk olarak yanıtlamamız gereken soru, Suriye’nin geleceğinin emperyalistler arası (ABD-AB-Rusya-Çin) bir paylaşım mücadelesi ile mi yoksa Suriye halklarının bağımsız, demokratik iradesi ile mi belirleneceği ve bizim bu süreçte hangi tutumu alacağımız sorusudur.
Ne yazık ki, Suriye Savaşı sürecinin siyasi kompozisyonu, bundan sonraki sürecin emperyalistler arası bir paylaşım mücadelesi olarak yaşanması seçeneğini güçlendiriyor.(1)
Türkiyeli devrimciler bu paylaşım mücadelesini şu ya da bu emperyalist merkezin kazanmasını da tercih edemezler, Suriye’nin emperyalist merkezler tarafından şu ya da bu biçimde “paylaşılması”nı da. Böylesi bir durumun Ortadoğu’daki gerici dinamikleri çoğaltacağı, dolayısıyla Türkiye’deki faşist güçlerin hareket alanını genişleteceği de ortadadır.
Suriye üzerindeki emperyalist tasallutu sınırlayabilecek en önemli unsurun BAAS yönetimi ile Suriye Kürtleri arasında oluşturulacak demokratik bir siyasi uzlaşma olduğu da görülmektedir.(2) Suriye içindeki böyle bir uzlaşma, mevcut olasılıklar içinde, Suriye barış sürecini çok hızlı bir biçimde öne çekmesinin yanında, (içeriğine bağlı olarak) Türkiye’de ve Ortadoğu’da demokratik siyasi dinamik ve güçlere en fazla katkıyı sağlayabilecek belki de tek gerçekçi olasılıktır.
Türkiye’nin Suriye Kürtlerinin siyasi ve askeri varlığına yönelik tehdidi (gerçekleşmese bile) her şeyden evvel bu potansiyeli zayıflatmaktadır.
ABD’nin Suriye yönetiminin iradesi dışında oluşturacağı bir “güvenli bölge” (Türkiye içinde yer alsın ya da almasın), bugünkü şartlarda bu seçeneği güçlendirmeyecek, aksine zayıflatacaktır. ABD’nin böylesi bir varlığı, artık yakınımızda olduğunu hissettiğimiz Suriye Barış Süreci’ni karmaşıklaştıracak, savaş halinin sürmesine neden olacak ve bu durumdan beslenen aktörlerin (Türkiye’nin faşist güçleri de bunlardan biridir) varlık temeli olarak iş görmeyi sürdürecektir.
Suriye’ye yönelik “güdümlü İslamcı” emperyalist müdahaleyi püskürten, sınırlandıran, durduran iki “Suriye gücü” BAAS ve PYD’nin bu savaşın siyasi sonucunu birlikte tayin etmeleri mantıken en yakın yoldur. Bu yolun tutulması, Siyonizmin Arap ve Kürt milliyetçilikleri arasına diktiği köhne barikatın yıkılmasını sağlayabilecek, Ortadoğu tarihinin yeni ve ilerici bir devresini başlatabilecektir.
1-Bu paylaşım mücadelesinde Rusya’nın Suriye üzerindeki egemenliğini ABD ile -kısmi ve geçici de olsa- paylaşması da bir olasılıktır, Türkiye’ye Suriye’nin restorasyonunda görev vermesi de. Ama bu olasılıkların sahada bulacağı karşılık oldukça tartışmalıdır. Erdoğan ile yapılacak “evdeki hesap”ın asla çarşıya uymayacağını 7 yıllık savaş boyunca görmeyen kaldı mı? Son olarak bkz. İdlib ve Afrin!
2-ABD’ye Suriye’den çıkma kararını erteleten temel nedenin Türkiye’nin Suriye Kürtlerine yönelik tehdidi midir, yoksa Suriye Kürtlerinin ABD çekilme kararını açıklar açıklamaz, Suriye yönetimi ile Suriye’nin ortak geleceğini şekillendirmek üzere masaya oturması ve bu iradesini Membiç olayıyla somutlaştırması mıdır? ABD açısından ikincisinin, Türkiye’nin Suriye Kürtlerine saldırmasından daha vahim sonuçlar yaratacağı açık değil mi?
*Bu yazı sendika63.org ile eşzamanlı yayınlanmaktadır.