Aynı dertten muzdarip olanlar, birbirini daha iyi anlıyor, daha iyi empati yapıyor. Kendi ailesi de 1930’lu yıllarda Doğubayazıt’tan Çorum-Alaca’ya sürgün edilen Veysel Abi (Çamlıbel) bir başka sürgünün acılı hikayesini anlatan; şair Ordixanê Şamilê Kaşaxi’nin ‘Diroka Koçberiyê’ (Sürgün Tarihi) isimli uzun destanını büyük bir emekle her sayfasını teker teker fotoğraflayarak İzmir’den ulaştırınca oturup, bir solukta okudum.
Ordixanê Şamilê Kaşaxi’nin ailesi de 1917 yılında Iğdır-Tuzluca’dan Kafkaslara sürgün giden Ezidilerden. Vatan hasreti ve sürgün hafızalarda daha tazeyken, şair acıyı birebir yaşayan ‘Sebri Amca’dan’ dinleyip, 389 dörtlükten oluşan destanının her dizesine büyük bir ustalıkla işliyor.
Qıznefer, Dipsiz, Heşeri, Sarıbulağ, Badıliya, Qeranlığ, Qaziqopran ve Tendürek köylerinin sürgün öncesi huzurlu yaşamlarını, komşu köylerde yaşayan diğer inançlardan ve etnisitelerden halklarla olan iyi komşuluk ilişkilerini, giyim ve yemek kültürlerini, düğün-derneklerini, yaylalarını, çeşmelerini dahi sormuş, dinlemiş ve yazmış.
Kaşaxilerin köyü Tendürek’te, dokuz kabileden yüz yirmi hane yaşıyormuş. Fakat diğer Ezidi köyleri yirmi, otuz hanelikmiş. Bu sekiz Ezidi köyünün Gulaveliğini (idari temsilini) Cewo Bey yapıyormuş. Van’dan bu bölgeye gelen Ermeni Yeğiş ve Nigo, tüm çevre köylerin de alışverişlerini yaptığı iki büyük dükkân açıyorlar Tendürek’te. Köyün hemen yukarısında binlerce askerin kaldığı Rus karakolunun da tüm alışverişi bu dükkânlardanmış. Askeriye et, süt, yoğurt ve peynir ihtiyaçlarını da ücret mukabilinde köylülerden tembihliyormuş.
İlkbahar aylarında, şimdilerde de olduğu gibi gül ve reyhanla süslenmiş bir halı seriliyormuş, tüm Tendürek coğrafyasına; kaval sesleri, kuş cıvıltıları, arı vızıltıları ve su sesi, huzurun senfonisiymiş. Çoban kavallarının ezgisinde, kızların seslendirdiği stranları yavukluları tekrarlıyor, davul zurna çalınınca da el ele govende tutuşuyorlarmış. Koçeri, Ververi, Şalık, Şinok ve Hoynare ile terleri birbirine karışıyormuş. Dilanı hayranlıkla seyre dalan yaşlılar, hayıflanıp takatsiz dizlerine vuruyorlarmış.
Güzlüklerin sürülüp, tandırların harlandığı sıradan bir günde, kara haber tez yayılıyor, ‘geliyorlar.’ Gelenler kim mi? Kaşaxi’nin aktardığına göre; gelenlerden yakaladıkları biri, Kürt köylerine Ermeni, Ermeni köylerine de Kürt kılığında saldırıp bin yıllık dostlukları, büyük bir oyunla nasıl kana buladıklarını itiraf ediyor. Oyunu öğrenip, tehlikenin büyüklüğünü anladıklarından, zemheri ayında Erivan’a doğru sürgün yoluna düşüyorlar. En dehşet sahnelerden biri insan eti yiyip kudurmuş başıboş köpeklerin istila ettikleri köylere kimseleri yaklaştırmayıp, sağ koymamalarıdır.
Zulümden kaçtıkları zorlu yolculuk, diz boyu yağan karla cebelleşerek, zemheri ayının ortalarında, donan ve düşen uzuvlarından bihaber, Erivan’ın düzünde bitiyor. Hırço’nun süvarisi Cihangir Ağa 500 atlısıyla yetişmese acıyı anlatacak tek bir kimse kalmayacakmış. Binlerce insandan oluşan kafileden; kurşundan, kardan, kangrenden ve koleradan geriye kalan birkaç yüz kişiyi o kış, 20 Ezidi köyündeki evlerin üzerine dağıtıyorlar.
…
Bir tekini dahi unutmamalıyız Örf âdetlerimizi, korumalıyız Dilimizi kaybetmemeliyiz Vatanımızı unutmamalıyız. Diye bitiriyor Ordixanê Şamilê Kaşaxi, acılarını ve adını yaşatan ölümsüz eseri ‘Diroka Koçberiyê’yi.