Dünya sistemi derin bir krizi yaşamaktadır. Dünya ezilen tüm toplumsal kesimler açısından kapitalist sömürü düzenini evrensel çapta hızla alaşağı edecek bir devrimsel dinamizm sürecine henüz ulaşılmamış olsa da gelinen aşamada eskiye dönüş veya var olanı sürdürme durumu kalmamıştır. Eski yapı ve ilişkilerin değişmesi sonucu dünya dengeleri de değişmektedir. Yeni yaşamın gelişmesinde veya yeni dengelerin oluşumunda yer almak, egemenlik ve özgürlük olguları karşısındaki konuma göre, direnişi geliştirme ve siyasette değişim yaşama ile ilgilidir. Egemen güçler boyutunda ele alındığında, ister küresel düzeydeki hegemonik güçler olsun iterse de bölgesel düzeydeki ulus devlet yapılanmaları olsun, mevcut durumun sürdürmezliği ve değişimin kaçınılmazlığı kavrandığı oranda yeni dönemin dengelerinin oluşumunda yer alınabilir. Aynı şey toplumsal kesimler açısından da geçerlidir. Dünya hegemonik sisteminin derin bir krize girdiği ve devrimi hemen geliştirebilecek dinamizmin henüz oluşmadığı koşullarda direnişin esas alındığı oranda yeni yaşamın inşasında yer almak ve dolayısıyla var olmak mümkün olabilecektir. Aksi taktirde, özellikle toplumsal kesimler açısından adına siyaset veya mücadele denilen hiçbir şeyin anlamı olmayacaktır.
Egemen güçler açısından söz konusu etmeye çalıştığımız krizli süreçlerde varlığını korumak veya kendini geleceğe taşımak büyük oranda yeni siyasetler geliştirme ve siyasi hamleler yapma ile ilgiliyken, toplumsal kesimler açısından daha çok dönemin gerektirdiği iradi duruşu göstermeyle alakalıdır. Dünya, egemen dünya düzeninin derin bir krize girdiği ve buna mukabil istenilen tarihsel gelişmelerin henüz gerçekleşmediği ve bunun açığa çıkardığı bir sıkışmışlık koşullarını yaşamaktadır. Yaşamın her yönüyle sıkıştığı, siyasal, ekonomik her türlü eski yapılanmaların işlevsizleştiği böylesi bir durumda hızla dünya çapında bir savaş ortamına girilmektedir. Böylesi bir ortamda, kapitalist sistemin evrensel krizinin yol açtığı savaşın merkezi olması itibariyle, Ortadoğu’nun temel dinamikleri ancak evrensel gelişmeler çerçevesinde irdelenirse doğru sonuçlara ulaşılabilir.
Türk ulus-devlet yapılanmasının yeni süreçte iktidar ve egemenlik olgularındaki konumundan ötürü en çok zorlanan taraf olduğu anlaşılmış bulunuyor. Türk ulusdevlet yapılanması iktidarda derinleşme derecesinde sanıldığının aksine derindir ve tarihsel gelişmede tali bir konumda değildir. Türk devlet ve iktidar kesimleri özellikle ulus-devlet yapılanmasının oluşumunda iktidar dışılığı hiç yaşamamış olmanın sonucunda değişime son derece kapalı bir karaktere sahiptir. Jön Türk ve en son İttihat ve Terakki Cemiyeti ve onun realize ve dünya sistemiyle uyumlu hale getirilişi olan Kemalizm olarak Türk ulusdevlet yapılanmasında iktidar kesimleri ekseriyet eski devlet ve iktidar yapılanmasının bürokratik sınıfı konumundaydılar. Bu konum onun karakterini büyük oranda şekillendirdi ve bu şekillenmenin en karakteristik özelliği en asgari demokratik denebilecek uzlaşı ve gelişmeleri iktidar dışı kalma olarak değerlendirmesi ve buna hiçbir koşulda tahammül etmeyerek kendini tümden değişime kapalı tutmasıdır. Buna egemen sistemin küresel ve bölgesel çapta yaşadığı zorlanmaları aşmak uğruna geliştirdiği politikalar da eklendiğinde Türk ulus-devlet yapılanmasının neden bu düzeyde kendini sıkışmış olarak kabul ettiği ve güncelde faşizmi geliştirmeyi göze aldığı anlaşılabilmektedir. Farklı tarihsel gelişmelerin ve bazı ortak koşulların sonucu olarak İran da yüksek derecede bir etkilenen, kendini sıkışmış olarak kabul gören ve bu saiklerle politika yapmaya çalışan bir konumu yaşamaktadır.
Egemen dünya sisteminin yaşadığı küresel boyuttaki krizin savaşın merkezi konumuna getirdiği Ortadoğu ve onun güç merkezlerinin temel dinamik gücü konumundaki Kürt halkının ve onun mücadelesinin stratejik boyutunu görmek, anlamak ve ulusal, bölgesel ve evrensel çaptaki ayrı ayrı anlam ve yol açacağı sonuçlarını doğru bilmek ve en nihayetinde bunun gerektirdiği doğru mücadele seyrinde olmak çok önemlidir. Demokratik siyaset alanının da bu eksende tekrardan ele alınması gerektiği hususu yeni gelişmeler bağlamında zaruri olmuştur. Dünya çapında hızlı değişimlerin yaşandığı böylesi koşullarda olguları bir önceki dönemin koşullarının sınırlarında değerlendirmek doğru olmayacaktır.
Bir süredir demokratik siyaset alanında yapılmaya ve bunda ısrar edilmeye çalışılan ama büyük oranda eski alışkanlık ve ilişki tarzından, bunların yol açtığı anlayışlardan ötürü yanlışlığı kabul edilmeyen siyaset geliştirme tarzı,bunun anlayış ve temsilciliği hâkim durumdayken, direnişin gerçek mahiyetinin nihayet kavrandığının ve bunun esas alınacağının işaretleri belirmektedir. Bunun en somutlaşmış ifadesi Leyla Güven’in zindanda başlattığı direniştir.Bu direniş etrafında başta zindandaki tutsaklar olmak üzere toplumun tüm demokratik kesimlerinin kenetlenmesi durumunda önemli sonuçları beraberinde getireceği ve yeni bir süreci, onun mücadele ve anlayışını oluşturacağı anlaşılmaktadır. Bu yeni gelişmeler etrafında demokratik siyaseti tekrardan irdelemek gerekecektir. Her açıdan yeni bir durum değerlendirmesine gitmenin ihtiyacı doğmaktadır.