Çatışmalarda çocuklarını yitirmiş Kürt ve Türk ailelerinin yaşanmışlıklarını konu alan ‘Acının İki Yüzü’ kitabının yazarı Erkaçmaz, ‘İktidarın ve medyanın dili değişince toplumun dili de değişiyor’ dedi
Türkiye’de 40 yıldır süren çatışmalarda çocuklarını yitirmiş Kürt ve Türk ailelerinin yaşanmışlıklarını konu alan “Acının İki Yüzü” kitabı geçtiğimiz ekim ayında İletişim Yayınları’ndan çıktı. Fotoğrafçı Kamran Erkaçmaz’ın 2013 yılında Türkiye’nin batısı ile Kürt kentlerinde yaptığı yolculukta yaşananları kaleme aldığı kitap, insanları acının ve umudun ortak dilinde buluşturmayı ve bu deneyim sayesinde insanların önyargı duvarlarını aşmasını hedefliyor. Yolculuk sırasında çektiği fotoğrafları Mayıs 2014 yılında açtığı aynı adlı sergiyle izleyici ile buluşturan Erkaçmaz, kitap ardından üçleme olarak düşündüğü fikrin bir de belgeselini çekmeye hazırlanıyor. Kamran Erkaçmaz proje ve onun devamı olan kitabın hikayesine ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Necla Demir’e konuştu.
Göç meselesinden üretime
Aileler ile görüşmek için yola koyulma fikrinin ve sonrasında bunun kitaplaştırma hikayesinin ailesinin tarihi izlerini sürmek istemesinden kaynaklandığını söyleyen Erkaçmaz, “Ailem Urfa’dan zorla göç ettirilen ailelerden. Ben Mersin’de doğup büyüdüm. Ailemin neden göç ettirildiğini öğrendim. Bize söylemiyorlardı. Üniversite ile birlikte zaten Kürt kimliği taşıyorsanız Türkiye’nin neresinde olursanız olun bulunduğunuz ortamda ister istemez konu Kürt sorununa geliyor. Üniversitede bende durum böyle gelişti. Çeşitli coğrafyalardan ev arkadaşlarım vardı. Birbirimizle çok iyi anlaşırdık ama iş politik muhabbete geldiğinde bağrışmalar başlardı. Onları ikna ediyordum ama ana haber bültenlerine kadardı. Benim anlattığım şeyler bir anda yok olup gidiyordu. O an için kendi kendime düşündüm. Bu insanlara bir şeyler gösterebilmek için üretmek lazım dedim. Ancak bu şekilde biz bunları ikna edebiliriz. Üniversite ile hayatıma fotoğraf da girince böyle bir projeye başlama kararı aldım” dedi.
Kolektif bir proje
Kendisini böyle bir projeye başlamaya iten şeyin aynı zamanda lisede en yakın arkadaşının ağabeyinin Hakkâri’de çıkan çatışmada ölmesi ve kendi akrabalarından da yine 3 kişinin yaşamını yitirmesinden kaynaklandığını söyleyen Erkaçmaz, “Acının İki Yüzü adı da buradan geliyor zaten. 2012 yılı ile birlikte bu projeye karar verdim. 2013’te de Türkiye’nin çeşitli bölgelerini gezip ilk etapta her iki taraftan yaşamını yitirenlerin ailelerini bir araya getirerek bu projeyi yapabileceğime karar verdim. İlk etapta hedefim 35 ildi, sonrasında bayağı bir şehir ve ilçe gezdim. Bu proje benim projem değil. Yaşadığım ülke insanımın projesi. Kolektif bir şekilde oluşmuş bir proje. Hem sergide hem kitapta ben buna vesile oldum. Ben bunun öznesi niteliğindeydim belki ama hep birlikte yaptık” diye belirtti.
Önyargılar coğrafyası
Yolculuk süreci boyunca çok şey deneyimlediğini de sözlerine ekleyen Erkaçmaz, devamla şunları ifade etti: “Bu yolculuk süresince öyle şeyler yaşadım ki Kürtlerin de Türklere karşı ön yargılı olduğunu gördüm. Bizde aynı hataya düşüyoruz. Karşıdaki insanlar özelikle asker aileleri bize medyada gösterildiği gibi ‘vatan sağ olsun, şehitler ölmez’ sloganlarıyla yaşamıyorlar. Ailelerde kendi içlerinde bir acı içerisinde. Nevşehir’de Hüseyin Coruk’un lafını hiç unutmuyorum. ‘Fakirlerin çocuklarını sürüyorlar dağlara iki üç kurşun yiyor. Ondan sonra bir yüzbaşı geliyor. Vatan sağ olsun, oğlun şehit oldu diyor’ dedi. Adam gözyaşı dökerek bana ‘neden bir komutanın çocuğu ölmüyor? Neden bir zenginin çocuğu ölmüyor? Neden bir bakanın veya milletvekilinin çocuğu ölmüyor?’ diyordu. Beni bu yolculukta etkileyenler olaylardan biri de Trabzon’da faşist diye nitelendirdiğimiz insanların bir Kürd’ü bağırlarına basarak misafir etmeleri oldu. Beni evlerine kabul etmeleri barış istediklerinin göstergesiydi. Sonuçta ben bir taraf değilim ama bir tarafım. Ailemden ötürü bir tarafım.”
Söylemler arasındaki fark
2013 yılında projesine başladığında ülkede barış sürecinin yaşandığını hatırlatan Erkaçmaz, o günden bu yana nelerin değiştiğini de şu sözlerle dile getirdi: “Kitap ile ilgili tekrar aileleri gezmek için gittiğimde yıl 2016-2017 idi. Barış diye beni kucaklayan Kırşehir’deki birinin 2013’teki söylemleri ile 2017’deki söylemleri arasında uçurum kadar fark var. 2013’te o kişiye ‘siz barış istiyorsunuz çocuğunuzu yitirmiş bir asker babası olarak ama başka asker aileleri çıkıp biz barışı ve çözüm sürecini desteklemiyoruz’ diyorlar dediğimde ‘onların çocukları şehit olmuş olabilir ama onlar birer vatan haini. Barışı niye istemiyorlar? Baksana ne güzel artık ölümler olmuyor. Benim çocuğum gibi başka evlatlar ölmüyor benim gibi başka babalar anneler acı çekmiyor, ne güzel işte barış gelecek. Dağdaki de bizim kardeşimiz’ demişti. 2017’de aynı soruyu sorduğumda ise, ‘çözüm mözüm yok, artık barış istemiyoruz, sonuna kadar mücadele’ cevabını almıştım. Bu örnek bize iktidar ve medya dilinin halk üzerinde nasıl etkili olduğunu gösteriyor. İktidarın ve medyanın dili değişince toplumun dili de değişiyor. Tüm bunlara rağmen hala barış istiyoruz diyenler de var ama seslerini çıkaramıyorlar” dedi.
Barış imkânsız değil
Barışın imkânsız olmadığı ama bu iktidar sürecinde zor olduğu görüşünde olan Erkaçmaz, “2013’te barışın olacağından çok ümitliydim çünkü gittiğim her yerde hemen hemen kabul görüyordum. Aileler karşılıyor beni kucaklıyordu. Barışın er ya da geç olacağını, yeni çözüm süreçlerinin yaşanacağını biliyoruz. Bugün yarın ama bir gün olacak. Barış için diyalogdan başka yol ve yöntem yok” dedi. “İnşallah bundan sonra böyle bir projeyi yapmayı gerektirecek bir zemin olmaz” diye devam eden Erkaçmaz, son olarak sergi, kitap ve belgesel üçlemesi olarak düşündüğü projesinin son ayağında da deneyimlediklerini belgesel çekimi ile sonlandırmak istediğini ifade etti.
İSTANBUL