Arkeolog Nevin Soyukaya, Sur’da kesintisiz devam eden yıkımı değerlendirdi
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 2 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasağından sonra, 104 gün süren çatışmalar sırasında enkaza dönen ilçenin 6 mahallesinde sokağa çıkma yasağı, yıkım ve inşaat sürüyor. Çatışmaların ardından başlayan yıkımda 7 bin yıllık geçmişe sahip ilçede, birçok tescilli yapı yıkımdan kurtulamadı. 2015 yılında UNESCO tarafından “Dünya Miras Alanı 1. Tampon Bölgesi” olarak Suriçi’nin tescillenmesi çalışmalarında yer alan Arkeolog Nevin Soyukaya, çatışmalı süreçten bugüne Sur’da yıkımla gelen değişimi ve bu yıkım politikasının amaçlarını anlattı.
Sur’un hafızasını doğrudan kaldırmaya dönük bilinçli politikaların uygulandığını belirten Soyukaya, “Sur’un şu anda getirildiği nokta bir trajedi, bir faciadır. Sur’un kültürel ve tarihi yapısı yok edildi. Yaklaşık 3 yıldır abluka altındadır. Diyarbakırlı kendi mahallesine giremiyor. 6 mahallenin tamamı yıkıldı. Hafriyatı Sur dışına atıldı. Tarihi doku yerinden kazınarak sökülüp atıldı. Yerinden kazınıyor olması var olanın ayağa kaldırmanın önünde en büyük engel. Mesela 2. Dünya Savaşı’nda yıkılan şehirler ayağa kaldırıldı. Çünkü izler vardı, belgesi vardı. Yerinden kazınması aslında geriye dönüşü engellemek adınadır. O da yetmedi altyapı çalışmaları bahanesiyle arkeolojik katmanlar da alt üst edildi” şeklinde konuştu.
Geri dönüşler engellendi
Sur’da yaşayanların yerlerinden edilmesiyle kültürel kesintinin sağlandığı ve ardından yapılan tüm uygulamaların geri dönüşleri engellemeye yönelik olduğuna dikkat çeken Soyukaya, şunları söyledi: “Kamulaştırma kararıyla alandan zorla atılan, göçe tabi tutulan yaklaşık 25 bin insanın geri dönüşü engellenmiş oldu. Yine kamulaştırma kararıyla 2008’den beri hedefledikleri ama sivil toplum örgütlerinin, yerelin tepkisi ve karşı duruşları nedeniyle yapamadıkları kentsel dönüşümü yapma olanağı buldular. Suriçi’ndeki tahribatı ikiye ayırmak gerekiyor. Çatışmalarda da elbette çok ciddi tahribatlar aldı. Ancak geri dönülmesi mümkündü. Fakat asıl tahribatı ve geri dönüşü engelleyen uygulamalar, çatışma sonrası yıkım faaliyetleri ve yıkım sonrası inşa faaliyetleriyle gerçekleştirmiş oldular. En önemlisi insansızlaştırıp, demografik yapıyı tamamen değiştirmeye dönük, orada yaşayan kültürün taşıyıcıları olanların dışarı çıkarılmasıyla da kültürel kesinti sağlanmış oldu. Bütün bunların üstüne tamamen kentin fiziki dokusuna, somut veya somut olmayan kültürel mirasına aykırı yapılaşmalarla, mekansal örgülerle kent ve toplum yeniden şekillendirmeye çalışılıyor. Ve burası bir dünya miras alanıdır.
Hevsel tehdit altında
Nevin Soyukaya, Sur’da yapılan yıkımın bir benzerinin Dicle Vadisi’ne de ulaştığını söyledi. Soyukaya şöyle dedi: “UNESCO sürecinde daha önce burada başlatılan Dicle Vadi Projesi sivil toplum örgütlerinin ve yerelin tepkisi sonucu iptal edilmişti. Bu proje yeniden gündeme getirildi. Oysaki biz Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri’ni kentin yanı başında binlerce yıldır işlevini değiştirmeden tarım alanı bir kırsal peyzaj olarak varlığını sürdüren biricik örnek diye sunmuştuk. Bu argümanla Dicle Vadisi dünya mirası olarak tescillenmişti. Şimdi o kırsal peyzaj tamamen kentsel peyzaja dönüştürülerek değiştiriliyor. ‘Millet Bahçesi’ yapılıyor surların dibine. Millet Bahçesi faaliyetleri kapsamında surun hemen dibine inşaatlar yapılmasına tanık oluyoruz. Dicle Nehri kıyısından koparılıyor. Su topraktan ayrılıyor. Silvan Köprüsü’nden kuzeye doğru nehirde ‘ıslah’ adı altında iki kenarına duvarlar örülüyor. Burada var olan ekosistemin yaşam alanları yok edildi. Bütün o bataklıklar, sazlıklar yok edildi. Bütün bir yaban yaşamın endemik türleri bu sazlık ve bataklık alanlar üzerinde yaşıyordu, yok edildi.”
Hafıza siliniyor
Kentin çoğulcu yapısının tekleştirilmeye çalışıldığını belirten Soyukaya, “Bunlar fiziki ortamın şekillendirilmesiyle gerçekleştirilmek isteniyor. Şehrin belleği silinmek isteniyor. Her şeyi değiştirip dönüştürürken aslında bunların çok öncenden planlandığı görülür oldu. Bu kenti değiştirmeye ve dönüştürmeye dönük inanılmaz bir süreç yaşıyoruz. İnsansızlaştırarak, kültürün taşıyıcılarını alanın dışına çıkararak, yaşam ve kültür kesintiye uğratılıyor. Diyarbakır, 7 bin yıldır kesintisiz yaşam süren bir şehirdir. Bunun da kesintiye uğratılmasına dönük çabalar var. Asıl sorun buradadır. Bundan sonra kenti yeniden var etmek, kültürün devamlılığını sağlamak mümkün, ama bunu yapabilmenin tek yolu insanla gerçekleşebilecek bir şey, atılan insanların tekrardan oraya geçmesi gerekiyor. Orada tekrar bir yaşam kurması gerekiyor. Yine Diyarbakırlı halkın orada var olması gerekiyor. Orayı yine sahiplenmesi gerekiyor ama mülkiyetin el değiştirmesiyle bunun önüne geçiyorlar. Kürt kültürünün ve bu kentin sahip olduğu çok kültürlülüğün yaşamasının engellenmesine dönük girişimlerdir. Burada birçok halkın kimliği yok ediliyor. Yerine tekçi bir anlayış yerleştirilmek isteniyor. Bu kent var oldukça ve kente sahip çıkıldıkça, hafızasını diri tutukça yeniden var etmek de mümkün tabi. Çünkü Sur Diyarbakır’ın çok kültürlü kalbi, benliği, geçmişi ve dolayısıyla geleceğidir” dedi.
Lezgin Akdeniz / Diyarbakır-MA