Sözün ve içinde yaşadığımız hayatın anlamını binlerce kez sorgulatan uygulamaların zirve yaptığı bir süreçten geçiyoruz. Türkiye’de sistem, tarihinin hiçbir diliminde karşılaşılmayan türlü mutlak faşist uygulamalarını her gün yaşama geçirmekte, toplumların kültürel kodlarıyla oynamaktadır. Toplum sadece siyasal alanda değil, ekonomik, kültürel, ekolojik, cinsiyet özgürlüğü konusunda AKP-MHP iktidarının ağır saldırısı altındadır. 21. yy’ın Türkiye versiyonu ideolojik dizayn harekatı, en ağır sonuçlarını Kürdistan’da göstermektedir. Bu saldırı furyası altında yerel seçimlere doğru gidiyoruz. Kürt siyasal hareketi geleneği, yerel seçimleri hiçbir zaman salt belediye kazanmak üzerinden ele almamıştır.
Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasını yerelle, yani esas sahibiyle örmek, her zaman birincil önceliği olmuştur. Bu gelenek esas mücadelesini ve kazanımlarını kadın özgürlükçü çalışmalarından almaktadır. Kadının adının bile anılmadığı bir belediyecilik anlayışından, erkek egemenlikli aklın denetimindeki kent gerçeğinden, kadın özgünlüğü ve özgürlüğü eksenli kent yönetimi anlayışına geçiş, özellikle eşbaşkanlık sistemi bu alanda devrimsel bir sıçramadır.
Nitekim AKP-MHP ittifakının esas saldırdığı da bu özgür akıl olmuştur. Kayyum gasplarının en temel hedeflerinden biri faşizmin cinsiyetçi örüntüsü önünde çok temel bir engel teşkil eden bu anlayışa müdahale etmektir. Kadın politikaları müdürlüklerinin kapatılması, tüm kadın dayanışma ve kültür merkezlerinin AKP’nin kadın kollarına veya erkeklere teslim edilmesi, dizaynın rengini de açığa vurmaktadır. Şimdi HDP çatısı altında gasp edilmiş belediyeleri tekrar esas sahiplerine iade etmenin mücadelesi verilmektedir. Gasp edilmiş 100 belediyenin yerini çok daha fazlasıyla doldurmak gerekmektedir. Bu güç ve akıl geleneğimizde fazlasıyla mevcuttur.
HDP’nin varlığından ve gücünden korkan iktidar aklı yıllardır ısıtıp durduğu gündemi yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. Meclisin 3. büyük partisinin adaylarını hedef göstermekte, daha şimdiden tekrar kayyum lafları etmekte, ittifak ve ortaklaşmaları alabildiğine kriminalize etmeye, bu yolla seçileceklerin ve seçmenlerin motivasyonunu düşürmeye çalışmaktadır. Kürdistani partilerin yerel seçim ittifakı ve İstanbul, İzmir gibi büyük metropollerde HDP’nin aday çıkarmamış olması, AKPMHP iktidarının korkulu rüyası oluvermiştir. Bu iki tutumu boşa çıkarmak ve kötülemek için elinden geleni yapmakta, provokatif söylemlerle toplumsal nabzı yükseltmek istemektedir. Bunu önce Kürt ittifakını hedefleyerek yapmaya çalıştı. Ulusal birliğe de vesile edilebilecek bu adımı boşa çıkartmaya çalıştı. Bu hamle tutmayınca, bu defa kimi metropollerde aday çıkarılmamış olmasını gündeme koydu. İşin özü 24 Haziran seçimlerinde yüzde 11.7 oy alan HDP’nin tavrı büyük metropoller için oldukça belirleyici olacaktır.
Özellikle İstanbul, İzmir, Adana gibi HDP seçmeninin yoğun olduğu kentlerde seçimin kaderini HDP’nin tavrı belirleyecektir. AKP-MHP ittifakının kopardığı kıyametin esas sebebi budur. Bu büyük kentleri kaybetmesi demek, çoktan kaybettiği toplumsal meşruiyetinin, yenilginin ilanı olacaktır. Tam da bu noktada AKP-MHP ittifakının yenilmesi, kaybetmesi için ne yapmak gerekiyorsa onu yapmanın zamanıdır. Süreçlerin doğruluğu-yanlışlığı tartışılırken tarihi fırsatları kaçırmak işten bile değildir. İktidarın bilinçli ortaya attığı polemik ortamlarından uzak durmak gerekmektedir. Suni gündemler çalışma enerjimizi soğurmaktan ve yaratıcılığımızı köreltmekten başka bir işe yaramaz. Aksine içe dönükleşme, AKPMHP iktidarının işine yarayacaktır. Bu sebeple HDP’nin hem ittifak hem ortaklık kararları etrafında kenetlenmek, bunun için devrimci emekle çalışma yürütmek ilk başta biz kadınların görevidir.
Baskı rejiminin cinsiyetçi dizayn projesine verilecek en net cevaplardan biri 31 Mart günü onları yenilgiye uğratmaktır. Nasılsa çalıp çırpacak yine kazanacak, yine kayyum atayacak demeden seferberlik ruhuyla çalışmalara yüklenmek gerekmektedir. AKP-MHP iktidarı bu seçimleri devletin ve milletin beka sorunu olarak ele aldı. Bizler açısından da bu seçimler demokrasi ve toplumsal özgürlüklerin bekası için kritik önemdedir. Bu önemle hareket etmek ve bu temelde seferberlik ruhuyla görevlere yüklenmek, 31 Mart’ın ertesini halklara armağan etmek direnenlerin boynunun borcudur.