Dr. Ayhan Kavak*
Spot: 18 öyküden oluşturulan “Hişşt!”teki hikayelerin bazıları anlatı-deneme tarzında çatılırken, mekân genelde 1970’li yılların Antakya’sıdır. Öykülerin terkibi, “insana dair hiçbir şey, bana yabancı değil” izleğinde seyrettiği pekala söylenebilir. Yoksulların, işsizlerin, bilcümle emekçilerin gerçek yaşantılarından kesitler ihtiva eden hikayeleri barındırması bunu teyit eder
Ancak yarası kabuk bağlamamışlar bilir, ne menem acılara gark olunmayı. Zira onların yüreklerinin süveydasında derin bir sızı vardır. Kuşkusuz bu halleri başkaları da algılayıp anlamlandırdıkları ölçüde tahayyül edebilirler. Türlü türlü yaralar var. Aslolan siyasi iktidarların açtığı yaralardan söz ediyoruz. Biri de yazımsal verimlerle ilgilidir. Yaratıcı zihnin elmas ışıltılarının el emeği göz nuruyla sayfalar dolusu kağıtlara dökülmesinin ardından imha edilmesi ter akıtanı uğundururken adeta canından can kopartır. Karanlıklardan beslenenler yazılardan, kitaplardan korkmayı bilinçaltlarına işlemişlerdir. Bu yüzdendir ki, ilk elden mağdur edilene dayatılan kitapları imha olmaktadır.
Gün yüzünü gören kitaplardan olan ve Klaros Yayınları’nca çıkarılan “Hişşt!” adlı öykü kitabı bunlardan biridir. İyi ki çıkarılmış! Aksi halde şairliğinin yanında has öykücülüğünü bilmeyecektik. Özdemir Asaf, “Her insanın bir öyküsü vardır; ama şiiri yoktur” der. Şiiri olup da öyküleri olanların ise doyumsuz tadına varılmaz. Bunun göstergesi de “Hişşt!”tir.
18 öyküden oluşturulan “Hişşt!”teki hikayelerin bazıları anlatı-deneme tarzında çatılırken, mekân genelde 1970’li yılların Antakya’sıdır. Öykülerin terkibi, “insana dair hiçbir şey, bana yabancı değil” izleğinde seyrettiği pekala söylenebilir. Yoksulların, işsizlerin, bilcümle emekçilerin gerçek yaşantılarından kesitler ihtiva eden hikayeleri barındırması bunu teyit eder. Dedik ya, şairin hikayelerinin tadının doyumsuz olmasını. Zira hikayelerdeki şiirsel tınılar imge olup, olay örgüsünün aurasında adeta anlatılan senin-benim hikayem olup çıkar. Yazar şiir çatar gibi öyküler dizmiş. Özellikle kitaba ismini veren Hişşt’teki birçok cümle alt alta dizildiğinde şiir olarak okunacak cihettedir. Yazarın başarısına delalettir bu…
Şüphesiz ki, 18 öykünün terkibinde şiirsellik var. Okay’ın kaleminde 1970’lerin Antakya’sının mahalleleri, lağım akan kanalları, kışın çamuru, yazın tozuyla yoksunluk ve yoksulluk çıplak haliyle serimlenirken; halkın gelenekleri, yaşam biçimleri, değer yargıları ve ekonomik zorlukları, işleyen anlatılarıyla çarpılır insan. Doğa, toplum, insanın türlü halleri duyumsatılırken mazlum ve madunlara yazgı diye belletilmek istenenlere karşı öfke biriktirirsiniz. Bunu “Mektepli” öyküsünde de çıkarsayabilirsiniz. “Mektepli”de şöyle bir cümle geçer: “Ekmek itin, çakalın ağzındaydı. Adamlar ite çakala eyvallah etmek zorundaydı ekmekten birazını alabilmek için.”
Yine hayatının 20 yılını sürgünde geçiren oğlu Adil Okay’a ithafen yazdığı “Mültecinin dönüşü” öyküsünde de rast geliriz buna. Şöyle bir cümle kurar orada: “Yumruk korkusu azalınca kahraman postuna bürünenler olmuştur. Aslolan sürekli dimdik ayakta kalabilmektir.” Evet, her dönemde rast gelinen somun kahramanları anca böyle nitelenebilirdi.
Antakya’nın ilk sosyalistlerinden olan Yalçın Usta’nın anısına yazılan “Kirvem” öyküsünde de şöyle bir pasaj yer alır: “Çoğu geceler fırından yeni çıkmış, altın kabuklu ekmekler donatırdı soframızı.” Sahici hikayeler tüketilerek bitirilemez! Sahicilik mudilerde silinmez izler bırakmanın yanı sıra hayatın anlamını sorgulamaya yol açar. İşte o sahici hikayelerden biri de Süleyman Okay’ın Hişşt! kitabı olmaktadır.
Şair ve yazar Süleyman Okay yaşarken “Mermi Konuşuyor” (şiir, Okay Matbaası), “Sevda Tutuklanmaz” (Atak Yayıncılık) ve “Şakayık” (Belge Yayıncılık) adlı şiir kitaplarının basımı yapılmıştı. Hayata veda etmesinin ardından oğlu Arif Suavi Okay tarafından derlenen “Hoşçakalın Dostlarım” (Şiir, Belge Yayınları), “Nerde Benim Oruğum” Antakya Ağzıyla Hikayeler (Ezgi Matbası), “Midesel Eğitim” (Ezgi Matbaası) ve en son olarak da “Hişşt!” (Klaros Yayınları) öykü kitapları yayınlanır. Yapılan araştırmalarla daha nice verimleri de yayınlanacağa benzer.
Antakya’da 1928 yılında doğan ve 1980’li yılların sonunda ve 1990’lı yılların başında Antakya’da Halkevi Başkanlığı ve İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yapan Süleyman Okay, 20 Eylül 1999’da yaşama veda edene değin karanlıklara karşı meşale olup, aydınlatmayı bilenlerden olmuştur.
—————————–
* Siverek 1 nolu T Tipi Cezaevi