1990’lı yılların ortalarında Fikret Kızılok’un dillere pelesenk olan bir şarkısı vardı: “Süleyman hep başbakan/Başbakan hep Süleyman…” Şarkı, Başbakanlık ve daha sonra da Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’i hicvediyordu. Kabul emek gerekir ki iyi bir şarkı ve başarılı hicivdi.
Günümüzde de bir Süleyman var. Ona dair bir şarkı üretilecek midir bilemiyoruz? Ama kendisine ithafen “Süleyman adı, Soylu soyadı. Vatan evladı, Süleyman Soylu…” mısralarıyla başlayan bir şiir yazıldığını biliyoruz. Her üç kişiden beşinin şair olduğu memleketimizde isteyen internetten aratıp bu şiiri okuyabilir.
Hakkında böyle muhteşem şiirler yazılan zat-ı muhteremin daha şimdiden icraatlarıyla Türk “devlet adamlığı”nda (böyle bir meslek var malum!) müstesna bir yer edindiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 2016 yılından itibaren TC İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu’dan (SS) bahsediyoruz. Öyle böyle değil. İçişleri Bakanı olarak örneğin dağ başında yeni yıl mesajı paylaşıyor: “Geçenler geçti seni, pabucun uçtu dama. Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!”
İçişleri Bakanı SS rumuzlu şahsın ne demek istediği pek anlaşılmıyor. Malum SS’in LGBTİ+lara yönelik abuk sabuk ve anlamsız ifadelerle özel bir saldırganlığı olduğu biliniyor. Bu sağlıklı olmayan ruh halinden hareketle kestirmeden şahsın LGBTİ düşmanlığı yaptığı, İçişleri Bakanı olarak “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçunu işlediğini varsaysak bile SS’nin sağ yumruğunu havaya kaldırarak oldukça acemice bir şekilde slogan atar gibi okuduğu bu mısralar, Necip Fazıl Kısakürek’in M. Kemal’i ve dönemini eleştirdiği “Destan” şiirinden.
İçişleri Bakanı, SS rumuzlu şahıs, temsilcisi olduğu devletin kurucusuna yönelik malum ifadeleri kullanmakta bir sakınca görmüyor. Denilebilir ki memlekette eleştiri özgürlüğü var, şahıs M. Kemal’i eleştiremez mi? Eleştirir tabi. Ama okurlar da taktir eder ki bir içişleri bakanının kendi devletinin kurucusunu bu şekilde anması ilginç. Aman iktidar ortaklarından D. Perinçek duymasın.
TC devleti böyle bir İçişleri Bakanı’na sahip olduğu için son derece şanslı. Öyle ki şahıs bizzat İçişleri Bakanı olarak kendi yasalarında bile alenen suç olarak tarif edilen “meslek sahiplerini” bizzat kendi makamında “yakından takip” ediyor. Memuruna iş çıkarmıyor yani. Çok sevdiği ifadelerle “kendi göbeğini kendi kesiyor!” Üstelik bu suçlularla fotoğraf çektirerek belgeliyor da! Yani sadece izlemekle yetinmiyor, kanıt da topluyor.
Şimdilerde ise şahsın “Ebabil bir kuştur” projesiyle binlerce kişilik bir trol ordusuna komuta ettiği, vatanını, milletini, devletini arka ceplerde taşınan telefonlardan atılan twitlerle müdafaa ettiği açığa çıktı. Öyle böyle değil bildiğiniz “algılı vatan müdafaası”na önderlik ediyor. Sosyal medyayı da “üç beş çapulcuya” bırakacak değil tabi vatan evladı. Böyle becerikli bir SS! Çok amaçlı İsviçre çakısı gibi bir şey…
Bu yetenekleri sayesinde siyasi rakipleri kendisine “fotoroman Süleyman”, “paramotor Süleyman”, “Pinokyo Süleyman” ve burada yazamayacağımız birçok lakapla hitap ediyorlar. Bir suç örgütü lideri kendisine “Süslü Sülo”, “Doncu Sülo” diye sesleniyor, birlikte teşviki mesaisini itiraf ediyor. TC devleti böylesine çalışkan bir bürokratla ne kadar övünse azdır. Nitekim AKP-MHP iktidarı tarafından el üstünde tutuluyor. Pamuklara sarılıyor.
Öyle bir İçişleri Bakanı ki katıldığı bir canlı yayında, “Ben ömrümde bir tek güvenlik makalesi okumamış bir adamım. Okumadım yani. Ben içişleri bakanlığı ile ilgili bir şey biliyorum dersem yanlış olur” ifadelerini kullanırken bir başka zaman “terörle mücadelenin kitabını yazdığı”ndan bahsediyor. Yani nerden baksanız tutarsızlık, nerden baksanız Ahmet Kaya şarkısı…
Ama bu zatı muhteremin hiç aksatmadığı bir alışkanlığı da var. Şahıs iki günde bir mutlaka devrimcilerden bahsediyor. Devrimcileri anmadan duramıyor. Günaşırı devrimcilerin sayısının şu kadar azaldığını, şu kadar kaldıkları açıklaması yapmak zorunluluğu duyuyor. Ama yıllardır rakam vere vere bir türlü bitiremiyor!
SS’in bu açıklamaları insanın aklına Ataol Behramoğlu’nun yazdığı ve Apê Musa’nın sesiyle hafızalarımızda yer edinen; “Ve cellat uyandı yatağında bir gece, tanrım dedi bu ne zor bilmece öldükçe çoğalıyor adamlar, ben tükenmekteyim öldürdükçe” dizelerini getiriyor ister istemez.
SS’gillerin bu durumu yeni değil elbette. Coğrafyamızda bu rüyaları gören çok oldu. Hep öldürdüler, hep bitirdiler… Yüzyıldır bu politikayı uyguluyorlar. Örneğin bu yıl komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın Amed zindanında işkenceyle katledilmesinin 50. yıldönümüdür. Gelinen süreçte Türkiye açısından “hesaplaşma, kopuş ve yeni bir yol”u temsil eden Kaypakkaya’yı bitirdikleri söylenebilir mi?
Demokrasi ve devrim mücadelesinde ölümsüzleri andığımız Ocak ayının son haftasında bir kez daha ölümsüzlerimizi saygı ve minnetle anarken, SS’gillerin bu rüyalarının gündüz düşleri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.