Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in Ankara’nın göbeğinde öldürülmesinin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Hemen her konuya ilişkin üst perdeden konuşan iktidar ve küçük ortağı derin bir sessizlik içinde. Ne de olsa sükût ikrardan gelir. Tıpkı pek çok meselede olduğu gibi bu konunun da üzeri örtülmek isteniyor ama neyse ki işini yapan gazeteciler var, kamuoyu vicdanı olan biteni sorguluyor. Şimdiye kadar ortaya çıkan işaretlerin tamamı hem vahim ve hem de çoğunlukla “örgüt içi infazı” ve dolayısıyla MHP’yi işaret ediyor.
Aslında bunların hiçbiri şaşırtıcı ve sürpriz değil; iktidar ve çıkar ilişkisinin olduğu her yerde çatışma da kaçınılmaz olur. Hele de Turancı zihniyeti esas alan ve Osmanlı’yı yeniden diriltme hülyalarını besleyenler için iktidar söz konusu olunca kardeş kardeşi, baba oğlunu öldürebilir.
Sinan Ateş cinayeti bu açıdan iktidar odaklarının kendi aralarındaki çıkar ve iktidar çatışmasıdır fakat bir iktidar kavgasına indirgenemeyecek kadar da önemli bir meseledir. Çünkü bu kadar şiddetle, mafyayla, çetelerle iç içe olan ve hatta yurt dışında yasaklanması tartışılan bir yapıdan şiddet ve ölüm dışında bir yaklaşım beklenemez. Bu yapı yarı silahlı bir örgütlenmedir, bir şiddet yapılanmasıdır, mafyayla iltisaklı olan bu yapı, çeteleri himaye etmektedir. Sinan Ateş cinayetinin bir yanıyla çetelere, bir yanıyla milletvekillerine ve siyasetçilere uzanması ise tesadüf değildir.
O yüzden Sinan Ateş cinayetinde, şüpheli partinin sözcüleri değil o parti adına Kürşat Yılmaz gibi mafya liderleri konuşuyor. Bu yapının “dava arkadaşı” olarak gördüğü Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz özel afla salındı, şimdi ise onların şiddet işlerini organize ediyorlar. Sinan Ateş cinayeti bu yapının ilk vukuatı da değildir. Deniz Poyraz cinayetinde katil Onur Gencer, bozkurt işareti yaparak nerede durduğunu gösterdi, hangi ideolojik saiklerle cinayeti işlediğini itiraf etti. Çorum katliamında da Maraş katliamında da bu yapının parmağı var. 7 TİP’linin katledilmesinde bu yapının parmağı var. Bu oluşum, 12 Eylül öncesi yaratılan çatışma ortamının doğrudan tarafı olmuş ve zeminini hazırlamıştır. Devlet-siyaset-mafya üçgeninde patlak veren Susurluk skandalının bir numaralı ismi Abdullah Çatlı, bu yapının “dava arkadaşı” olarak andığı bir isimdir. Sinan Ateş cinayeti de daha şimdiden ikinci Susurluk skandalı olmaya adaydır. Olayın içinde milletvekilleri var, bu milletvekillerinin olayı incelemesi gereken İçişleri Bakanı ile çekilmiş fotoğrafları ortaya çıktı. Her şey bu kadar net bir şekilde ortadayken şüphelerin odağındaki bu parti, iddialara yanıt vermek yerine “dilinizi koparırız, kelenizi alırız” diyerek IŞİD diliyle toplumu tehdit ediyor.
Bu yapı aynı zamanda cemaat gibi devlet içerisinde paralel bir örgütlenmeye de sahiptir. Özellikle silahlı yapılarda yani Ordu’da, Jandarma ve Polis Özel Hareket yapılanmalarında, koruculuk sisteminde esas olarak bu yapının ideolojik kodları hakimdir. Yargıda ve bürokraside bu yapı zaten geçmişten beri örgütlüydü, iktidar ortaklığını da fırsat bilerek iyice devlet içine yerleşti. Olayın aydınlatılıp aydınlatılmayacağı tartışılırken, olayı hangi emniyet müdürünün, hangi savcının araştırdığına ve o isimlerin kime yakın olduğuna bakılıyor. Yargı kararları da dahil olmak üzere her kritik meselede verilecek kararı ve ortaya çıkacak tabloyu görmek isteyen herkes önce bu partinin ve onun genel başkanının tutumuna bakıyor. Memleketin hali bu, durum bu kadar vahim.
Ankara’nın ortasında cinayetler işlenirken, mafya, siyaset, suç örgütleri bu kadar iç içe geçmişken, tetikçiler ortalıkta cirit atarken; toplum bu gerçeği tartışmasın diye “cambaza bak cambaza” taktiği uygulayarak dikkatleri dağıtmak istiyorlar. Şiddetin bu kadar merkezinde yer alan, şiddet üreten bir yapının talebi ile demokratik siyaset yapan HDP hakkında kapatma davası görülüyor. Neymiş, HDP şiddetle arasına mesafe koymuyormuş. Kim diyor bunu? Onlarca yıldır her türlü şiddet olayının odağında yer alan, devlet adına rutin dışına çıkmak için örgütlendirilmiş yapılar diyor. İşi iç infazlara kadar vardırmış bir yapının isteği ile Kürt siyasetçiler yıllardır cezaevinde tutuluyor ve yine aynı merkezin talebiyle mahkemeler seçimlerden önce Kobanî Kumpas Davası’ndan karar çıkarmaya çalışıyor. Aynı şiddet merkezlerinin hedef gösterdiği, demokrasi, barış ve özgürlük isteyen herkes suçlu ilan edilerek derdest ediliyor. Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriliyor, düşüncesini açıkladığı için Şebnem Korur Fincancı tutuklanıyor. Konserler iptal ediliyor, sanatçılar tehdit ediliyor. Bu trajik tabloyu uzatabiliriz…
Mesele sadece Sinan Ateş cinayeti değil. Cinayet iktidar sahiplerinin gözlerini kararttığının göstergesidir, topluma yönelik gözdağıdır. Bu cinayet, mesele koltuk olunca “kardeş katli vaciptir” anlayışının yeniden devrede olduğunun göstergesidir. Eğer bu olayın üstü örtülür gerçek failler açığa çıkarılmazsa bu şiddet dalgasının, bu pusu ve tuzak yöntemlerinin toplumu daha fazla esir alacağı karanlık bir tablo herkesi beklemektedir.