Ahmet Güneş
İnsanlar müsait değil. Bazen hiç müsait olamıyor. Yoğunluk var, hırgür arasında günün yoğunluğu var. Sıralasan evdeki çiçeğe su vermeyi unutan da var. Unutmak bazen bir ömür süren acıya aday olur ki ömür billah aklından çıkaramazsın. Unutma Bahçesi diye bir kitap da var, Latife Tekin’in. Maurice Blanchot’un Bekleyiş Unutuş kitabı da var.
Unutma hakkında ne çok kitap, film, resim ve şarkı bulunur. Unutmak insan hakkı olmalı diye bir eylem oldu mu tarihte bilmiyorum ama bireysel isyanlara konu olmuştur. Herkes hatırlar ve çağırır unutmayı. Çünkü bazen gerekiyor, varoluşsal sancılar, maziden bir anın gelip gülüşü soldurması, baktığın manzaranın biricikliğinden kopup geçmiş bir anın tutsağı olmak, travmalar, ataklar, velhasıl olduğuna ve yaşandığına sırt çevirmenin dayanılmaz ağırlığı.
Bazen tedavi olarak unutmayı tembihliyorlar. Şahit olduğun acıyı hatırlamaman için bin bir gerekçe sunarlar. Önüne bakman için ardındakini harcaman lazım gelir. Hatta kendini inkar edebileceğin kadar unut diyorlar. Mümkün olmasa da şifalı bir tembih gibi kafana dank ediyorlar. Olmadı varsay, olduysa da unut, bir hatırlama tüm geleceğini esir alır da bilmem nereye kadar reçeteler, öğütler ve akıl dağıtmalar.
Geçtiğimiz günlerde Kürdistan’da birçok ilçe ve köylerde su sorunu yaşandı. Yeni Yaşam gazetesi bu haberden yola çıkıp ‘Kürde su bile yok’ manşetini attı. Birkaç gün sonra Batman Kozluk’a bağlı Yeniçağlar (Zilan) köyünde 16 yaşındaki İsa Üke, evde su olmadığı için kanalda yıkanmış. Çünkü İsa tarlada çalışmış ve üzerine sinen samanlar insanın canını yakıyor. Bu yüzden yıkanmak şart. İsa bir Kürt ve bir işçi hem de çocuk işçi. Öldü İsa. Evindeki su kesildiği için öldü.
Devletin bilinçli politikasıyla DEDAŞ insanların suyunu kesip onları susuzluğa mahkum ediyor. Tarımın bitirilip insanların oradan göç etmesini istiyorlar. Buna karşı direnenlere ise gaddarca saldırıyorlar. Devlet, Batman, Mardin ve daha birçok yerde bu politikayı hayata geçirip hem demografik yapı ile oynuyor, hem de tarım alanlarını doğa düşmanı şirketlere peşkeş çekiyor.
Kürdün evi yanar su yoktur, dağlarında bir sürü hayvan ölür su yoktur, ormanlar küle döner, su yoktur. 2015’teki sokağa çıkma yasaklarında, Mehmet Tunç, mahsur kaldığı bodrumda bağlandığı bir TV programında şunu diyordu: Su heval, su! O çığlık o günden sonra devlet politikası oldu. O günden sonra ne Kürde ne de doğasına su yok.
Yanı başımızda bir şirket, devlet politikası gereği her yerde su olan yerleşim yerlerinin suyunu kesip insanları suya muhtaç ediyor. Sömürge bakışı ve işleyişi devam ettiği gibi, suyun öte yanında ses yok. Böylesi bir saldırganlık devletli bir halkın başına gelmiş olsaydı, devletli tüm halklar sessiz kalmazdı. Burada devletin matah bir şey olduğundan değil, devlet gücünün iki yüzlülüğünden söz ediyorum.
Unutmayalım ve unutmamakla kalmayıp bunu kabul etmeyelim. Kürdün ölüsüne dirisine, hasta tutuklusundan yaşlısına süren düşmanlık, insanın evinde akan suya kadar gidiyor ve ölüm getiriyor. Buna alışmayacağız ve devran dönecekse eğer, unutmamak ile alışmamak arasındaki o haysiyetli öfke ile dönecek.
* Haftanın kitap önerisi: küçük İskender, Ortadoğa Hapishanesi – Seçme Metinler / Yom Yayınları