Suçluluk psikolojisi ile hareket eden hiçbir hareket ve davranışın olumlu bir sonuç alması beklenemez. Çünkü yanlış tespitle doğru çözüm geliştirmek mümkün değil
Herdem Fırat
Suçluluk psikolojisi genel olarak bireyin kendisinin işlemediği ancak ortaya çıkan sonuçlardan kendini sorumlu tuttuğu, mahcubiyet hissettiği, ahlaki ve duygusal olarak pişmanlık duyduğu bir psikolojik durumdur. Suçluluk psikolojisini yaşayan birey sonuçlardan kendini sorumlu gördüğü için uygulanan cezaya karşı da sessiz kalma durumu yaşar. Özcesi suçluluk psikolojisinde birey sorumlu olmadığı bir olayın sorumluluğunu üstüne alır ve mahcubiyet duygusuyla hareket ettiği için karşı muhatabın her türlü cezalandırma uygulamasını ‘haklı’ görür. Kimi zaman da bu cezalandırmayı bir ‘gereklilik’ olarak görür.
Suçluluk psikolojisi yaşayan kişi pişmanlık, stres, uykusuzluk, sürekli tekrar, olayı geriye getirip düzeltme arayışı, kaygı yaşar. Bu durum zihin ve beden beden bütünlüğünün sağlıklı bir şekilde işlemesini engeller. Odak dağınıklığı olduğu için aslında her düzeltme arayışı farklı bir ‘bozma’ ile sonuçlanır. Suçluluk psikolojisi ile hareket edildiği için kimin ne kadar sorumlu olduğu belirsiz olur. Bu belirsizlikte ortaya çıkan sonuçlar: Sorun yanlış ele alındığı için, çözümsüzlük üretir. Yanlış tanımlama, yanlış çözüm üretir.
Bireyler için olduğu gibi toplumsal hareketler, şirketler, siyasi partiler ya da halk hareketleri için de suçluluk psikolojisi geçerlidir. Suçluluk psikolojisi ile hareket eden hiçbir hareket ve davranışın olumlu bir sonuçlanması beklenemez. Çünkü yanlış tespitle doğru çözüm geliştirmek mümkün değil. Toplumsal ve ulusal sorunlarda da aynısı geçerlidir. Örneğin Kürt sorununun çözümü noktasında birçok yanlış politikanın ve sorunun daha da derinleşmesinin altında suçluluk psikoloji yatar. Bazı politik kararlar veya kimi uygulamalar sert tedbirlerle ya da yıkıcı bir güçle karşılaşınca sanki bu kararları alırken ya da uygularken suç işlenmiş duygusu, saldırı ve tedbirleri haklı kılıyor. Bazen bu saldırılar imha seviyesine de ulaşıyor. Hatta öyle ki ‘hata yapıldığı’ duygusu karşı güce daha fazla saldırı cesareti veriyor. Yüzde yüz suç olan eylemlerini de ‘meşru’ kılıyor. Karşı gücün aldığı cesaretle toplum ve kamuoyu üzerinde kurduğu duygusal hakimiyet işlediği suçun sorgulanabilirliğini de ortadan kaldırıyor. Akabinde işlenen suça karşı tepki gösterenlere en fazla karşı çıkan da ‘suçluluk psikolojisiyle’ hareket edenler oluyor. Birebir suçu savunmasa da suçu işleyenin nedenlerini izah etme yaklaşımı, suçlu için meşruiyet zemini yaratıyor. Kendini izah etme duygusu, sürekli ‘aslında öyle demek istemedim’, ‘aslında ben de buna karşıyım’ gibi yaklaşım suç işleyene hakimiyet ve hareket alanı sağlıyor.
Basit bir örnek vereceğim. Cezaevine giren bir arkadaş gözaltında kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları anlatıyordu. Polis kendisine ‘Neden DTP (Demokratik Toplum Partisi) il binasına gittiğini’ soruyor. O da ‘Valla oraya gitmedim. Orası pasajdır, bazen alışveriş yapmak için gidiyorum’ diye cevap veriyor. Aslında arkadaş sürekli il binasına gidiyor. Fakat sanki il binasına gitmek suçmuş gibi sorulduğu için kendisi de ‘gitmedim’ diyor. ‘Gitmedim’ cevabı polis için kendisini suçlu göstermek için yeterli zemin yaratıyor. Ondan sonra polis daha fazla üzerine gidiyor. Çok basit bir durum. Eğer arkadaş ‘Evet, gidiyorum. Legal bir parti herkes de gidiyor’ dese polisin yine de onu tutma ihtimali yüksek. Çünkü zaten ortada hukuksuz bir durum var. Ancak bu söylem kişi için şöyle bir avantaj sağlayacak: Kendini suçlamayacak, nasıl hareket etmesi noktasında daha net olacak, DTP il binasına gitmenin başlı başına suç olmayacağını herkese anlatacak ve meşruiyet sağlanacak. Suç durumu bu arkadaşın il binasına gitmesi değil, böyle bir sorunun sorulmasıdır. Birçok haklı toplumsal hareket bu şekilde meşruiyet kazanıp sorunun çözüm zeminini oluşturmuştur. Bunun en yaygın örnekleri sivil itaatsizlik eylemleridir. Hukuki olan her zaman meşru değildir. Toplumsal hareketlerin esas aldığı şey meşruiyettir. Hukuku meşru zemine çekmektir.
Suçluluk psikolojisine dair bir diğer örnek daha karmaşık gibi görünse de özü itibariyle aynı olan mezarlıklara dönük saldırılardır. 2015’te Erdoğan’ın ‘Çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı’ söyleminden sonra Çöktürme Eylem Planı çerçevesinde birçok yeni plan devreye konuldu. Bu plan çerçevesinde hedef alınan yerlerden biri de çözüm sürecinde gerilla cenazelerinin toplanıp gömüldüğü mezarlıklardı. Mezarlıklar tanklarla, toplarla, uçaklarla vurulup yerle bir edildi. İktidar mezarlıklara saldırıları haklı çıkarmak için ‘eğitim yuvası, yeşil kırmızı sarı renkler, örgüt flamaları’ vb argümanlara sarıldı. Mezarlıklara saldırılar devam ederken cılız bir itiraz geldi. Aslında dünyanın neresinde olursa olsun mezarlara saldırı suçtur. İnsanlık suçudur. Her inanç ve düşüncede cenazeye saygı vardır. Ne var ki iktidar bu suçu işlerken kamuoyunda şu tartışılıyordu: ‘Şimdi mezarlık inşa etmenin zamanı mıydı? Devletin bunu kabul etmeyeceğini bilmiyorlar mıydı? Şimdi ne gereği vardı?’ Oysa daha bir yıl öncesine kadar onbinlerce kişi tarafından buralar ziyaret ediliyordu ve övgüyle söz ediliyordu. Kaldı ki buralar mezarlık. Her biri farklı yerlerden toplanılıp buraya gömülen cenazeler bunlar. Mezarlara saldırıların sorumlusu olarak iktidarı değil de mezarlıkları inşa edenleri suçlu görmek iktidar için saldırıları daha fazla artırmayı getirirken toplumsal refleksin daha da azalmasını beraberinde getirdi. Oysa mezarlıklara saldırı amasız, fakatsız net bir biçimde suçtur. Suçlu mezarlıkları inşa edenler değil, mezarlıkları yıkanlardır. Sorun doğru bir biçimde ortaya konamadığı için halen mezarlık yıkımları devam ediyor. Oysa net bir tavır ortaya konup buna karşı çıkılsaydı şimdi bu sorun bu şekilde devam ediyor olmayacaktı.
Şimdi gelelim Rojava’ya dönük son saldırılara. Ankara’da Tusaş’a yapılan eylem sonrası Türkiye onlarca uçak, tank, top, İHA ve SİHA’larla Rojava’ya saldırdı. Onlarca kentte altyapıya büyük zarar verdi. Bu saldırılar sonucunda içinde çocuklar, yaşlılar, kadınlar olmak üzere onlarca sivil yaşamını kaybetti. Devlet bu saldırıları Tusaş’ın intikamı olarak kamuoyuna servis etti. Öncesinde Tusaş’a yönelik eylemi kınamak için sıraya girenler söz konusu Rojava olunca suspus oldular. Aslında Rojava’ya bu kadar büyük bir saldırı başlatma konusunda cesaret veren, anlamsız ve suçluluk psikolojisiyle yapılan kınama ve açıklamalardır. Türkiye’deki savaş gerçeğini görmeden yapılan her açıklama sorunun çözümsüzlüğüne katkı sunar. Elbette ne olursa olsun sivil insanların yaşamlarını tehlikeye koyacak her türlü eylem kınanmalıdır, karşısında durulmalıdır. Ancak karşısında durulmalıdır derken amasız fakatsız saldırı nerden gelirse gelsin karşısında durmayı kastediyorum. Tusaş’a ayrı, Rojava’ya ayrı olmaz. Yapılan açıklama ve kınamaların içeriği çok ilginçti. Sanki ortada güllük gülistanlık bir durum var. Her şey demokratik bir şekilde rayında ilerliyor. Her şey çok güzel ancak Tusaş eylemi tüm bunları bozmuş gibi bir durum açığa çıktı: ‘Tusaş’a dönük eylem böyle bir ortamı bozduğu için Rojava da bir cezalandırmayı hak etti’ duygusu suçluluk psikolojisinin dışa vurumudur. Benim tanık olduğum birçok söylemin özü şuydu: “Rojava’ya saldıracaklarını bilmiyorlar mı, niye böyle bir eylem yaptılar?” Oysa gerçekte Rojava ve Tusaş’ın birbiriyle bağlantılı olmadığını en iyi iktidar biliyor. Tusaş’a saldırının nedenleri ve niçinlerini iktidar kendine soracağına, kendini sorgulayacağına sorunun üstünü örtmek ve suçu başka yere yığmak için böyle bir saldırı başlatıyor. Ne var ki suçluluk psikolojisi bu saldırılara karşı gerekli tepkinin oluşmasının da önüne geçiyor.
Bunları belirtirken birilerini direkt suçlama, birilerini aklama niyetinde değilim. Neyin ne olduğunu eğip bükmeden ele alınması gerektiği belirtiyorum. Eğer Tusaş eyleminin nedenleri doğru bir biçimde tartışılsaydı, çözümü de doğru ortaya konulurdu. Böyle bir eylemin bir daha olmaması için, bundan sonra tek bir insanın hayatını kaybetmemesi için neler yapılması gerektiği doğru tartışılsaydı Rojava’da bu kadar insan yaşamını yitirmezdi. Bu kadar tahribat olmazdı. Çözüm sürecinin tartışıldığı o esnada gündem birdenbire yeniden imha savaşına dönüşmeyebilirdi. Birinin şiddetini gayrı meşru, devletin şiddetini meşru görme yaklaşımı çözüme hiçbir katkı sunmaz. Bazılarının onca çözüm isteği ve niyetini bir zerre ileriye götürmez. Tam aksine süreci uzatır, kafaları karıştırır, daha fazla cana mal olur. Ortada kırk yıldır süren bir savaş var. Bu savaşın tarafları var. Eğer çözüm isteniyorsa bu gerçeklik kabul edilmelidir. Suçu bir yere yığarak değil, var olan suçu kimin işlediğini dosdoğru söyleyerek gerçek bir çözümün önü açılabilir.
Suçluluk psikolojisi kişiye hatalı çıkışlar yaptırabileceği gibi toplumsal hareketler ve siyasi partilere de yanlış karar aldırabilir, hatalı tavırlar geliştirilmesine yol açabilir. Ulusal ve toplumsal sorunların çözümünde demokratik ve barışçıl çözümün gelişmesi için tüm tarafların ne oldukları ve ne yaptıkları net bir biçimde ortaya konulmalıdır. Kim ne yaptığını ne yapmadığını biliyor. Tusaş eylemi için DEM Parti veya herhangi sivil bir kurum suçlanamaz. Bu parti ve kurumların da kendini suçlu görmemeleri gerekir. Çünkü eylemin sorumlusunun da muhatabının da DEM Parti’nin olmadığı nettir. Kınama yapılır, en sert biçimde de kınama yapılır. Ne var ki kınama ile sorunun çözülmediği yeterince ortadadır. Kınamadan daha değerli olan şey, daha fazla insanın yaşamını yitirmemesi için çözüm arayış ve önerileri geliştirmektir. Diğer taraftan yapılan bu eylem Rojava’ya saldırı gerekçesi olamaz. Bunların net bir biçimde ortaya konması gerekir ki gerçek bir çözüm zemini oluşsun. Aksi taktirde ne çözüm iradesi gelişir ne de kalıcı bir çözüm zemini oluşur.