Hapishanelerden her geçen gün hak ihlal haberleri gelmeye devam ediyor.
Her şeyden önce tüm hak ihlallerinin uygulandığı pilot yer olan İmralı Ada Hapishanesi’nde sayın Öcalan’a karşı mutlak tecrit ve izolasyon politikası ve bu politikaya karşı mücadele devam ediyor.
Bir işkence sistemi olan İmralı’da tecridi aşan bir durum yaşanmakta ve 30 aydır sayın Öcalan ve orada tutulan üç tutsaktan hiçbir şekilde haber alınamamaktadır. Devletin temel politikası İmralı’da mutlak tecrit olunca, bu durum tüm Kurdistan ve Türkiye’de insanlık dışı uygulamalara zemin oluşturmaktadır.
Söz gelimi Trabzonlu ya da İzmirli bir çocuğun yatağına aç girmesinin mutlak tecrit politikasıyla yakından bağı vardır. Çünkü tecrit Kürt sorununda çözümsüzlük, çözümsüzlük ise savaşta ısrar demektir. Savaş bütçesine ayrılan her kuruş ise açlığa mahkûm edilen çocukların boğazından alınmaktadır.
Bu topraklarda yaşanan her zulmün, her hak gaspının, ekonomik, siyasi ve toplumsal her sorunun tecrit ile mutlak bağı vardır. Bu yüzden zulme ve zalime karşı çıkmak isteyenler zaman kaybetmeden İmralı tecrit sistemine karşı çıkmak zorundadır.
İşte tam da bu noktada tecrit politikasıyla bağlantılı olarak hasta mahpuslar keyfi bir biçimde içeride tutuluyor ve durumu ağır olanlar yaşamını yitiriyor. Daha birkaç gün önce Yılmaz Özalp isimli bir hasta tutsak daha yaşamını yitirdi. Yüzlerce hasta tutsak kendileri için dışarıdakilerin üzerlerindeki ölü toprağını atmasını ve harekete geçmesini bekliyor.
Özgür bir yarın uğruna herkes için mücadele ederken esir düşüp içeride ağır hastalıklarla cebelleşip adım adım ölüme doğru giderken “herkesin” kendileri için bir şey yap(a)madığını düşünme hissi nasıldır bilir misiniz? Ya da içeride derdest edilen biri olarak her anınızı birlikte geçirdiğiniz can yoldaşınızın gözlerinizin önünde erimesini izlemek zorunda kalmanın ezen, örseleyen ve kahreden duygusu size hiç tanıdık geliyor mu?
İdare Gözlem Kurulları kendilerini mahkeme yerine koyup tutsaklardan intikam almaya devam ediyor. Yürürlüğe giren bu uygulamanın üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Onlarca mahpusun infazı yakıldı. Peki o günden bugüne yürütülen mücadele iktidara geri adım attırabildi mi? Hayır. Bu durumun temel nedenini iyi sorgulamak ve çözüm yöntemleri bulmak elzem hale geldi.
Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Enes Ata başta olmak üzere yüzlerce Kürt çocuğuna terörist muamelesi yapıldığına şahit olmuştuk. Şimdi de Erzurum’da bir hapishanenin bir yaşındaki Kürt bebeğine “terörist” muamelesi yaptığını gördük. Yani Kürt’e dair ne varsa düşman görülüyor. Bebeğe, ağaca, suya, toprağa düşmanlık yapılıyor, sonra da kardeşlik edebiyatı ile halk kandırılmaya çalışılıyor.
Bu ülkenin en yiğit evlatları gözlerimizin önünde bir bir canlarını yitiriyor. Cenazeleri kaçırılıp gizlice gömülüyor. Mezarları tahrip ediliyor. Yani sadece Kürt’ün dirisine değil, ölüsüne de düşmanlık yapılıyor. Peki bizler için tüm bunların karşısında üzülmek yetiyor mu? Tarihin bizlere yüklediği sorumluluk sadece üzülüp ardından hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmek mi?
Yaşananlar karşısında başımızı kuma gömmenin, ölü taklidi yapmanın ya da hayattan keyif almaya devam ediyormuş gibi yapmanın hiçbir anlamı yok. Yaşanan her ölüm ve hak ihlalinde zalim karşısında susmayı yeğleyen dışarıdakilerin de sorumluluğu var. Yani sadece devleti suçlamak bizi sorumluluktan kurtarmaz.
Çıkaramadığımız ses, örgütleyemediğimiz duygular, tali sorunları dünyamızın merkezine almamız, gündelik yaşamdaki sıradanlığımız ve bir türlü özel savaşın etkilerinden kurtulamayıp esas gündeme giremeyişimiz, tecrit sistemi başta olmak üzere halkımıza karşı geliştirilen her türlü insanlık dışı yaklaşıma cesaret vermektedir.
Yazar, aydın, sanatçılar başta olmak üzere kendini devrimci olarak tanımlayanların temel görevi sadece sanal medya hesapları üzerinden yaşanan hak ihlallerine karşı tepki göstermek, birkaç süslü cümle kurmak değildir. Zira zaman, iktidarın çizdiği sınırlar dahilinde söz kurma zamanı hiç değildir. Söz ancak eylemle anlam kazanır. Eylemsiz söz kurmak, sözün anlamını yitirmesine neden olur. Anlamını yitiren söz ise gaflet ve ihanetin taşlarını döşer.
Mevcut koşullarda halkın çok gerisine düşen bir yazar, aydın ve sanatçı profili açığa çıkmaktadır. Unutmamak gerekir ki zamanında ve yerinde gösterilmeyen tepki şahit olanları yaşanan zorbalıkların bir parçası yapar. Zorbalığa karşı koymanın küçüğü büyüğü yoktur. Yeter ki daha aktif bir biçimde yerinde ve zamanında zalime ve zulme karşı koyulsun.
Suça ortak olmak istemeyenler avaz avaz bağırmalı, haksızlığa karşı susmamalı ve sesini yükseltmelidir. Aksi halde tarih sahnesinde hiç kimse yaşananlar karşısında suçlu sayılmaktan kurtulamayacaktır. Bu yüzden söz de sizin, eylem de…