Barış imzacısı akademisyenlere açılan davaların AİHM’e taşınmasının daha kötü sonuçlar ortaya çıkaracağı hesabını yapan devlet aklı, Anayasa Mahkemesi aracılığıyla krize son verdi
Alacakaranlık Kuşağı, demokratik mücadele alanında yenilgiye uğrayan AKP’nin, MHP vb. faşist grupları yanına alarak topyekûn savaş ilan etmesiyle başladı. Akademisyenlerin yayınladığı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi Kürtlere yönelik inkâr ve imha operasyonlarına sivil alandan güçlü bir itiraz oldu. Bu bildiriye cesaretle imza atan akademisyenlere saldırmak ve susturmak Saray Rejimi’nin inşası açısından önemliydi. Çünkü cesaret gösterenleri cezalandırmak korku ikliminin oluşturulmasında stratejik öneme sahipti. Sedat Peker’in sonradan “korku ikliminin yaratılması amacıyla bana söyletildi” diyerek itiraf ettiği “kanlarıyla duş alacağız” sözü, susturmanın, cesaret edenlere kan kusturmanın ilk adımı oldu. Sonrasında gözaltılar, baskılar rutine bağlandı. Sokak, faşistler ve partili polisler tarafından zapturapt altına alındı.
Barış imzacısı akademisyenlere açılan davaların AİHM’e taşınmasının daha kötü sonuçlar ortaya çıkaracağı hesabını yapan devlet aklı, Anayasa Mahkemesi aracılığıyla krize son verdi. AYM, Barış Bildirisi’nin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu kararını verdi vermesine ancak Saray Rejimi’nin en stratejik anda Kürt halkının haklarına sahip çıkan akademisyenleri affetmesi söz konusu olamazdı. Demirtaş, Kavala vb. davalarda olduğu gibi yan yollar bulmak zor olmadı. KHK ile meslekten ihraç edilen akademisyenler OHAL Komisyonu adı verilen oyalama komisyonu tarafından beş yıl bekletildi. AİHM “yeter artık” dediğinde ret kararları ardı ardına verildi. Mahkeme süreci eklendiğinde bir beş yıl da orada bekletileceği aşikâr. Saray Rejimi akademiyi tasfiye etmek için ihtiyaç olan zamanı bu taktiklerle elde etmiş oluyor olmasına ama bekletilenlerin ömrü törpülenerek bitiriliyor. KHK davalarını OHAL Komisyonu denen oyalama komisyonuna havale eden ise AİHM’di. AKP’nin AB kriterlerine entegrasyonu beklentisiyle başlayan AKP iktidarı, şimdilik AB’nin AKP ve Tek Adam Rejimi’nin kriterlerine entegrasyonuyla sürüyormuş gibi görünüyor.
Gelinen noktada Saray Rejimi’ni hiçbir mahkeme kararı bağlamıyor. RTE, AİHM kararlarına “karşı hamlemizi yaparız, yolumuza devam ederiz” demekten çekinmiyor. Üyelerini kendi atadığı Anayasa Mahkemesi için “AYM’nin kararına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyerek Tek Adam Rejimi’nde herhangi bir kurumun iradesinin olamayacağını ilan ediyor. RTE’nin açık sözlü tavrına rağmen Avrupa Konseyi AİHM kararlarının uygulanmamasını pek de dert ediyor görünmüyor. Adalet, TC-AB arasında göçmen ve ticari anlaşmalara kurban ediliyor.
Yürütmenin başı RTE, AYM-AİHM kararlarını takmayınca AKP-MHP’nin alt kadrolarının da dili çözülüyor. AYM’nin beraat kararına rağmen Barış Akademisyenleri’ne ret kararı vermesini Meclis kürsüsünden değerlendiren AKP’li milletvekili Ali Özkaya, “AYM kararları başta olmak üzere ceza mahkemesi kararları mutlak suretle memur hukuku açısından, idare hukuku açısından bir sonuç doğurmaz” diyor. AYM ve Ceza Mahkemeleri’nin kararının kendilerini bağlamayacağını ilan etmiş oluyor. “Beraat etmiş olmak ve hatta hakkınızda herhangi bir soruşturma olmamış olması suçsuz olduğunuz anlamına gelmez, önemli olan Rejim yanlısı olup, olmadığınızdır” diyor. “Madem ki AKP-MHP’li değilsiniz OHAL’de teröristsiniz” ana fikri yargıyı yok ederek yerine Rejimin “ön-yargı”sını yerleştiriyor.
Rejimin keyfiyetini ve suçlarını kitabına uydurmakla görevli bürokrasinin işi çok zor. Korku ve suç imparatorluğu oluşturan Rejimin suçları hiçbir kitaba sığdırılamıyor. Rejim kendi koyduğu kurallara bile uymayacak kadar zıvanadan çıkmış durumda. Bozulmaz suç ortaklığıyla birbirine göbekten bağlı Saray Rejimi’nin unsurları bir tarafta, “Bu suça ortak olmayacağız” diyen onurlu insanlar diğer tarafta. Mücadele bütün şiddetiyle sürüyor.