Şöyle bir hikâye anlatılır; Büyük İskender’in karşısına bir gün, Akdeniz açıklarında korsanlık yapan birisini getirirler, muhtemelen idam edilecektir. Büyük İskender “Neden korsanlık yapıyorsun, neden balıkçılık yapmıyorsun?” diye sorar. Korsan da cevaben “Benim bir yelkenlim var bana korsan diyorlar, sizin ise bir filonuz var ve size imparator diyorlar…” Korsan ile Büyük İskender arasında geçen bu diyalog suçun bizatihi kendisi ve işlenme biçiminden ziyade, bir eylemi yapan kişi ya da kişilerin içinde bulunduğu iktidar ilişkilerinin, sermaye birikiminin ve toplumsal hiyerarşide tutmuş olduğu yerin ve sınıfsal/ailevi arka plan tarafından belirlendiğini ima eder bize; W. Benjamin “Şiddetin Eleştirisi” isimli çalışmasında, bu durumu daha net bir şekilde ortaya koyar, hukuk şiddeti dizayn etmenin bir aracı değil, tersine şiddet hukuku kurmanın temel enstrümanıdır.
17-25 Aralık operasyonu sonrası AKP’li Metin Külünk “günah işleme özgürlüğüne müdahale edildiği”ni söylemişti. Günah işleme özgürlüğünün yerini, uzun zamandır AKP’lilerin “suç işleme özgürlüğü” aldı ve bu “özgürlüğe” müdahale edecek ne bir kolluk gücü, ne savcı, ne de hâkim artık yok. AKP pek çok biçimde sistemin zor aygıtlarını, şiddet kurumlarını ve (para) militer yapılarını ele geçirdiği için hukuku istediği biçimde eğip büküyor; suçun tanımını ve suçlamaların içeriğini kendi çıkarları doğrultusunda yapabiliyor… Burada ister suç işleme, isterse günah işleme olsun, kast edilen şey, bir tür iktidar nişanı olarak AKP’li olmanın ayrıcalığı, herkese, her zaman, her biçimde küfretme hakkına sahip olmak.
Saplantılı bir şekilde ayrıcalık alanları inşa etmek, net bir şekilde siyasalı ilahi hale getirmeye çalışmakla ilgilidir, örneğin Antik Yunan’da ateşi kullanmak tanrıların ayrıcalığıydı, Asurlar’da aslan avlamak sadece kralın harcıydı, Osmanlı’da ata binmek yalnızca hanedanın işiydi… Ateşi çalan Prometus’un hikâyesi malum. Osmanlı’da ata binen gayrimüslimler keza çok ağır biçimlerde cezalandırılıyor hatta kimi zaman malları bile müsadere edilebiliyordu; bir de tabi Kibar Feyzo’nun Faşo Ağasının “Lenger Fötr” ve “Hela” maceraları var…
Muhalefet, Kibar Feyzo gibi, haddini aşarsa, muktedirin küfretme ayrıcalığını ihlal ederse, savcılar gece-gündüz-resmi tatil falan demeden soruşturma açmak için pusuda, kan kokusu alan Havuz Medyası piranalar gibi saldırmaya hazır.
CHP milletvekili Engin Özkoç’un mecliste, AKP Genel Başkanı RTE’nin kendilerine karşı kullandığı sözcüklerin aynısını tersine çevirerek söylemesi AKP tarafında infial yarattı. Tekmeler, yumruklar havada uçuştu. Konuşma bitmeden savcılık soruşturma başlattı, Adalet Bakanı daha yazılmamış olan fezlekeyi derhal meclise gönderecekleri beyanında bulundu. AKP’ye AKP üslubuyla cevap vermek, AKP’nin yaptıklarını AKP’ye yapmak suçların en büyüğü olarak görülüyor. “Oluk oluk kan akıtacağız, kanlarıyla duş alacağız” diyen şahıs için aynı savcılar AİHM kararlarından alıntı yaparak “sert biçimde fikir ve ifade özgürlüğünü kullanmıştır” kararını vermekten hiç çekinmediler. İçişleri Bakanı S. Soylu’nun, K. Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak sarf ettiği, “edepsiz, çirkef, sahtekâr, düzenbaz, yalancı, şerefsiz, alçak” sözleri ifade özgürlüğü sayılırken, Kılıçdaroğlu’nun S. Soylu’ya söylediği “5 paralık adam” sözü için savcılar TBMM’ye dokunulmazlığın kaldırılması fezlekesi yolladılar. Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi tozlu raflarda bekletiyor hala. MHP’lilerin gazetecileri takip ederek ağır yaralaması ceza bir yana, dava konusu bile olamıyor.
HDP’ye, devrimcilere, Kürtlere yapılanlarsa sistem muhalefetine yapılanlardan fersah fersah ötede. HDP’ye küfür, hakaret yalnızca “normal” değil, aynı zamanda düzen partilerinin, düzenin normlarının içinde kaldıklarının beyanı niteliğinde. Eşbaşkanlar, Milletvekilleri, Belediye Eşbaşkanları, İl-ilçe yöneticileri, gençler, yaşlılar, çocuklar… binlerce insan uyduruk iddia-namelerle esir tutuluyor. Bir HDP’li çıkıp “sözlerinizi aynen size iade ediyorum” derse vay haline! Tazminat, hapishane…
Siyasetçi, gazeteci tutuklamaları, korku salma, susturma operasyonları sürerken enseyi karartmamak için birçok neden var. Cezaevinde kimse teslim olmuş değil, dışarda cesareti kuşananlar hiç az değil. Eylemsizliğin ortasına eylemleriyle güneş gibi doğan kadınlar, polis-özel güvenlik-faşist üçgenine rağmen mücadeleye devam eden öğrenciler, şimdilik örgütsüz ama bitimsiz işçi direnişleri… Kürtleri susturmanın, Alevileri asimile etmenin ilacını asla bulamadı ve bulamayacak faşizm. Muktedirler, tarihi istedikleri gibi imal etsinler, hukuka istedikleri şekli versinler, hatta istedikleri kadar kendilerini Rezzak sansınlar; “ne kırlarda direnen çiçekler – ne kentlerde devleşen öfkeler – henüz elveda demediler” ve asla demeyecekler.