Ülkemizde bunca gündem karmaşası içinde, su sıkıntısı ve kuraklığın gündem olmasıyla, artık gerçek gündemin ne olduğu tartışılmaya başlandı. Doğrusu yıllardır var olan doğa talanına dayalı politikaların bu durumu açıkça tetiklediği ortaya çıktı. Fakat ülkemizde bunu çokça metafiziksel düşünen muktedirler tarafından topluca dua edilerek, sorunun çözüleceği düşünülürken, yine bilimden uzak olunduğu tekrar ispatlanmış oldu. Zira cuma günü hutbede tam duanın edileceği gün, meteorolojinin verdiği verilere göre ülkenin her tarafının yağmurlu olduğu bilgisi paylaşıldı.
Ve yağmur yağmamasından bahsedilirken, barajların neden boş olduğu tartışılıyor, halbuki olağan sonucun kendisi bu, aksini düşünmek kocaman bir mantık sorunsalı. Ama kimse barajların, HES’lerin ne olduğu, ne için, kimin için ya da nasıl bir ihtiyaç olduğu noktasında tartışma yürütmüş değil. Ayrıca barajlar su meselesi ile birlikte de tartışılmıyor, ki bunun politik minvalde yarattığı sonuçlar da ortaya konulmuş değil.
Hal buyken yeni yeni tartışılmaya başlamışken, son yıllarda baraj deyince ülkede insanların aklına ya seçim barajı gelmekte ya da Ilısu Barajı gelmekte, zira ikisinin yarattığı sonuçlar felaketin simgesi olmuşlardı. Konumuz açısından yapı olan barajlar olarak bakınca sadece GAP kapsamında 9 ili kapsayan Dicle ve Fırat üzerine yapılmış, yapılması planlanan toplam 22 baraj ve HES projesi var. Sonra Munzur’da 4 baraj ve 5 HES projesi konuşuluyor yine Botan Çayı’nda 4 adet baraj varken, Limak şirketi 8 adet daha baraj inşa etmekte. Aras Nehri üzerinde 14 baraj var, yine Silvan barajı projesi var, 8 tane baraj ve 23 sulama projesi de var. Ve Ilısu Barajı’yla onlarca köy sular altında kaldı, yine Botan Çayı’nda aynısı yaşanıyor ve sadece Silvan barajı projesiyle 4 ilçeyi kapsayan toplamda 50 köy sular altında kalacak.
En kötüsü ansızın açılan baraj kapakları sonucu yaşamını yitiren yaban keçileri, insanlar, yurtsuz kalan Fırat kaplumbağası, yok olan endemik bitkiler ve Botan’da Zivzik narı bahçeleri, özetle her şey sular altında…
Ve GAP projesi planlanırken, tarlada verimden, ithalata, ihracata derken, bölgeyi sözüm ona uçuracak denildi, bölgede ekonomik kalkınma yaşanacakmış dediler, sonrasında ise elektrik üretimi falan derken, bugün özelikle GAP kapsamında olan illerde elektrik şirketlerinin özelleştirilmesiyle bugün şirketler elektriğe, suya el koydu, öyle ki aylarca elektriksiz kalan il ve ilçeler var, tarım dahi yapılamıyor durumda.
Yine bir taraftan barajlar üzerinden sağlanan su, elektrik, ülkeye yetmiyor deyip baraj ve HES’ler inşa edilirken, buna karşın Kıbrıs’a Dragon Çayı’ndan borularla su çekiliyor, sonra da bugün Katar ile yapılan su mutabakatı da eklenmiş oldu. Muktedir yetkililer, bunun bir devlet sırrı olduğunu söyleyip, ifşa edilmesine izin vermiyorken akıllarda su karşılığında petrol mü alınıyor sorusu. Zira Irak’taki Kürt bölgesel yönetimiyle de böyle bir hesabın olduğu ortaya çıkmıştı, su ve elektriğe karşılık, ucuz petrol alınmakta, ki bu yıllardır Irak’ta tartışma konusu. Bunun yanında Kürt bölgesel yönetimi bağımsızlık referandumuna giderken suyu keseriz diyerek, siyasi bir tehdit olarak kullanmış, bunu hem İran hem de Türkiye yapmıştı. Ve aynı kartı Türkiye, Kuzeydoğu Suriye’de de Hesekê gibi kentlerin çoğunda su ambargosu uygulayarak tehditler sürdürülmekte. Tarihsel süreçte de buna benzer pratikler yaşanmış, gücüne güvenen kalabalık kabileler, bunu komşu kabileler üzerinde bir tehdit olarak kullanmakta, ya suyun yönünü değiştirmekte ya da suyun yolunu kapatmaktalardı.
Sonuçta şunu görmek zor bir şey değil artık, su sadece ticarileşmiyor, aynı zamanda politik bir kart olarak kullanılıyor, öte taraftan bölgede su ve elektrik yani enerji noktasında bölge devletleriyle tıkanan politikalarda yetkinlik sağlanmak isteniyor.
Ve artık su, silahtır…