İçme suyunun su şirketlerinin eline teslim edilmesi, yer altı suları ve akarsuların kirletilerek tüketilmesi kötü bir geleceğe işaret ediyor. Yakın gelecekte su sorunu İstanbul halkını yaşamsal boyutta zora sokacak
Su döngüsünün bozulmaya başladığı günümüzde su kıtlığının küresel ısınmaya bağlanarak çözümsüzlüğe itildiği bir sürecin içindeyiz. Suyun buharlaşıp gaz halinde atmosfere ulaşması ve tekrar yoğunlaşarak yeryüzüne geri dönmesine su döngüsü deniyor. Ancak bu döngü kendi içinde yer altı, yer üstü ve buzullar üzerinde farklı boyutlarda işliyor. Buzulların eriyip okyanuslara karışması sonucu, dünyada okyanuslar dahil tüm su varlığının yüzde 2.5’uğunu oluşturan tatlı suyun çok büyük bölümü yitiriliyor. Diğer yandan yer altı suları ise her geçen gün azalırken aynı zamanda bu su varlığı büyük bir kirlilikle yüz yüze bırakılıyor. Jeotermal, lityum, sanayi vb. faaliyetlerle kirletilen su yer altına basılarak akiferler zehirleniyor. Akarsu ve göllerde de durum bundan farksız olarak gelişiyor. Yer altı su döngüsü ise inşa edilen ve giderek büyütülen yer altı barajlarıyla bozulurken yaşanan su krizinin bir çöküşe doğru ilerlemesine neden olunuyor.
Su paradoksu
Geçtiğimiz gün İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) yayınladığı verilerde barajlardaki ortalama doluluk oranının yüzde 18.3’e gerilediği, Büyükçekmece Gölü’nün doluluk oranının ise yüzde 3.76 olduğu ve bu nedenle barajdan su alımının kesildiği yer aldı. Yeterli yağışların olmamasına bağlanan bu durum İstanbul’un kısa vadede tamamen susuz kalacağına işaret ederken Sazlıdere ve Durusu Gölü’nü inşaat rantına kurban etme girişimleri devam ediyor. Birçok konuda olduğu gibi su sorunu da büyük bir paradoksun içine girmiş durumda. Şişe suyuna ve dolayısıyla şirketlerin eline terk edilen içme suyuna parası olanın ulaşabildiği bugünleri, yakın gelecekte tüm suların şirketlere teslim edilmesiyle birlikte mumla arayacağımız bir gelecek bizleri bekliyor.
İSKİ’nin bir çözümü yok
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Başkan Yardımcısı Bülent Solmaz, “Bu sene özelinde Avrupa Yakası için kuraklık katlanmış vaziyette. Anadolu Yakası içinse önümüzdeki bir yıl için bir tehlikeden bahsetmiyoruz” ifadeleri kısa süreçte su sorununun büyüyeceğine işaret ediyor. Su sorunu sadece İstanbul’u değil, tüm bölgeyi hatta Türkiye coğrafyasının tamamını içine alarak genişlemesi bekleniyor. Solmaz, “İstanbul’un zorluğu: Anadolu Yakası’nda suyumuzu Avrupa Yakası’na maksimum seviyede aktarmaya çalışmak, sistem bunun üzerine kurulu. İstanbul’un Avrupa Yakası’nda su dengesi açısından normal zamanlarda bile nüfusumuzun veya tüketimimizin 3’te 2’si Avrupa Yakası’nda ama su kaynaklarımız Anadolu Yakası’nda” olduğunu belirtirken Avrupa Yakası’nda yerleşimin hem iktidar hem de belediyeler eliyle büyütülüyor olması dikkat çekici.
Su fakiri coğrafyadayız
Geçtiğimiz gün Su Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Demir yaptığı açıklamada, “Ciddi anlamda kısıtlı su ile yaşıyoruz. Dünyada da baktığınızda şu anda 2.4 milyar insanın sağlıklı sudan yoksun olduğunu görüyoruz. 1 milyar insan günde 2 litre su ile yaşamak zorundadır. Türkiye’de ise bazı bölgeler su fakirliğine girdi” dedi. Demir, “Türkiye yıllarca su zengini ülke olarak anlatıldı ama su zengini değil, su fakirliği sınırında olan bir ülkeyiz. 112 milyar metreküp suyumuz var. Nüfusumuz resmi rakamlarla 85 milyon, gayriresmi rakamlarla 95 milyondur. Böldüğünüzde bin 200, bin 300 metreküp gibi bir rakam düşüyor. Bir ülkenin su zengini olması için kişi başına düşenin 8 bin metreküp su olması gerekiyor” sözleri içler acısı durumumuzu ortaya koyuyor.
Akarsular, göller ve yeraltı!
Türkiye’nin en büyük nehirlerinden olan Ergene, B. Menderes ve Kızılırmak Nehirleri 4. Sınıf su olma özelliği ile çevresine hayat vermediği gibi zehirlemeye başlamış durumda. Türkiye’de yaşanan kuraklık su krizini ortaya çıkarırken kirletilen su varlığı ise su krizini bir çöküşe doğru götürüyor. Diğer yanda inşa edilen irili ufaklı binlerce barajla suyun doğadaki döngüsü yerle bir edilirken barajlara hapsedilen su sermayenin hizmetine koşuluyor. Tarımsal sulamada suya erişemeyen binlerce çiftçi tarımı terk ederken en temel gıda gereksinimi ithalata bağlanmış durumda. Bugün sanayi ve kentsel atık sularının yüzde 80’i direkt olarak akarsulara, göllere ya da denizlere bırakılmakta. Diğer yandan sanayiden kaynaklı kirli sular kuruyan yer altı sondajlarına geri basıldığı ve jeotermal enerji santrallerinin de aynı uygulamayı yaptığı biliniyor. Yani su krizinin yaratan sistemin kendisi olduğu ve küresel ısınmayı yaratanın da aynı sistem olduğu gerçeği kapitalizme karşı ciddi bir alternatife yönelme zamanının çoktan geldiğini gösteriyor.
EKOLOJİ SERVİSİ