Her yaz film sahnesi gibi tekrar eden bir gerçeklik var. Geçen hafta Lice ve Güney Kürdistan’da, hasat dönemine yakın zamanlarda Rojava’da tarım arazileri ve muhtelif yer ve zamanlarda ormanlar, yeşil alanlar her yıl yakılıyor. Yangını söndürmeye gidenler engelleniyor.
En çok da köylere kıyılıyor. Köyler yakıldı, köyler boşaltıldı, köyler sular altında bırakıldı, köyler susuzluğa mahkûm edildi, köyler havadan uçaklarla karadan obüslerle, tanklarla, toplarla bombalandı. Hayvanlar, insanlar kurşuna dizilerek köylerini terke zorlandı.
Barajlar bir başka uğursuz vaka. En son Hesenkeyf’te olduğu gibi irili ufaklı yüzlerce baraj yapıldı. Verimli tarımsal araziler, köyler, sayısız hayvan türü, yani canlı yaşam sularda boğuldu. Su öylesine kontrol altına alınmış ki, istenirse herhangi bir köye, kasabaya, şehre katiyen su verilmez, oradaki yaşam bir anda öldürülür. Yani su tehlikeli bir silaha dönüştürülmüş durumda. Rojava bariz bir örnektir. Burada kurulu Tışrin ve Tebqa barajlarından sulama yapılamıyor, elektrik üretilemiyor. Çünkü su seviyesi kullanım düzeyinin çok altında. Ve Türkiye hem ikili hem de uluslararası anlaşmalara uymayarak suyun akışını kesmektedir. Aynı şekilde girdiği yerlerdeki su kaynaklarını da kontrol ederek başta Heseke şehri ve çevresine su akışını engellemekte, adeta bölgeyi susuzluktan kırılmaya itmektedir. Rojava yönetiminin olağanüstü çabası, halkın duyarlılığı ve dayanışması bu hasarı minimalize etsede risk devam ediyor.
Bakur’da ise çiftçilere, köylülere ve kent sakinlerine fahiş fiyatlarla su satılmaktadır. Ayrıca kurulan sulama sistemi ancak elektrikle işletilebilmekte ve çiftçiler su maliyeti yanı sıra elektrik içinde yüksek fiyatlarda ödeme yapmak zorundadır. Tabii çoğu bu ekonomik güce sahip değil ve DEDAŞ ile karşı karşıya gelmektedir. Bu kuruluş ise her yıl çiftçinin elektrik tüketim borcunu, üstelik de, sulama döneminde kesmekte, icrai işlem yapmakta halkın varlıklarına el koymaktadır. Sulama ihtiyacı için zaman zaman halktan sert tepkiler gelse de, aciliyetten ve mecburiyetten dolayı bir süre sonra herkes sesini kesmekte, emre itaat etmekte ve DEDAŞ yaptırımlarına boyun eğmektedir.
Kürt kentlerinde ve Kürtlerin yaşadığı büyük kentlerdeki gettolarda, mahallelerde başta olmak üzere yıllardır yaygın biçimde kullanılan uyuşturucu meselesi var. Sessiz, derinden ve apolitik olarak örgütlendirilen bu mesele tam da karşı durulması gereken ve Kürtleri adeta mahfeden bir durumdur. Yerel birimlerdeki emniyet güçlerinin iltimasıyla ticaret yapanlar kısa zamanda zengin oluyor ve bunu da göstere göstere sergiliyorlar. Çünkü model olmaları isteniyor. Çünkü artık kimse çalışarak, meslek edinerek bir yere geleceğine inanmıyor. İyisi mi kısa zamanda bu uyuşturuca ağına bulaşmak bir pay edinmek ve ekonomik olarak da birtakım olanaklar elde etmek bir hedef olmuş. Oysa bu yolu deneyen bir genç uyuşturucu tüketicisi oluyor, ekonomik, ruhsal ve fiziksel olarak bağımlı hale geliyor çürüyor. Dolayısıyla bu sessiz tükenişin çok daha gür sesle engellenmesi ve toplumsal duyarlılığın artması gerekir.
Çürütülen toplumun sosyal, kültürel, ahlaki gözenekleri kapandığı için zor ve şiddet takdir topluyor. Kadına şiddet, fuhuş, ailelerin parçalanması, çocukların istismar edilmesi ve daha nice suçlar giderek yaygınlaşıyor. Mafya, kapkaç, hırsızlık, soygun, tehdit toplumda yaygınlaştığı gibi, sürekli çıkarılan aflar, yasalardaki hafifletici uygulamalar caydırıcı olmanın ötesinde adeta teşvik edici bir işleve sahipler.
Topraklarından uzaklaştırılmış, ailesi parçalanmış, devasa şehirlerin dehlizlerinde borca batmış onca insan var. Örgütlenmek, birlikte hareket etmek ve isyan etme bilincine, olanağına ve isteğine sahip değiller. Bireysel kurtuluş arayışına girince ya uzun çalışıp, az ücretle yetinmeli, ki bu kesim artık şanslılar hanesinde sayılır ya tarikatların yardım görüntülü faaliyetlerinin ağına düşmekte ya da istihbaratın, polisin, mafyanın hizmetine girmekte; bekçi, korucu, ajan, ispiyoncu, tetikçi, ayakçı, trol vb olmaktadır. Hani bankamatik aylıkçıları dediklerimizin bir bölümü de bunlardır. Ama bunlardan daha az gelirle yetinenlerin sayısı asıl çoğunluktur.
Egemenlerin muhaliflere karşı sigortasıdır bunlar. Açlıkla terbiye edilmiş, dizginlenmiş, nefsi müdafa melekesini yitirmiş insanlardır bunlar.
Ne mutlu ki hala direnen bir damar var ve bundan dolayı da umut var. Hapislerde tutsak edilen, zorunlu sürgüne tabi tutulan binlerce sivil siyasetçi halen direniyor. Bütün bombardıman, yakma, çökertme ve toplum dizaynına rağmen inatla karşı duruş sergileyen inatçı kesimler var sayıları hiç de az değil. İyi bir çalışma ile mengeneye alınan milyonların uyandırılması, ortak kaderlerinin ortak kurtuluşla mümkün olacağının gerektirdiği farkındalığın yaratılması için de zemin oldukça büyük fırsatlar doğurmaktadır.