Sonrasında “sonbahara” dönüşecek “ Arap Baharı” zamanları…
Libya’nın darbe ile gelen lideri Muammer Kaddafi’nin suyunun yavaş yavaş ısındığı aylar.
Kaddafi karşıtı gösterilerin moment yakalayacağı “Öfke Günü” günleri…
2006 yılında düşünce suçlularının tutulduğu Bingazi’deki hapishanenin bilerek ateşe verilmesinin ve içindeki bin kadar mahkûmun yanarak ölmesinin anma günü…
Libya’da esen “isyan rüzgârına” ilişkin genel geçer olarak yorumlanabilecek bu girizgâhın bir derdi var. Kaddafi tiranlığının hüküm sürdüğü bir coğrafyadaki alt üst oluşu anlatmak ne kadar mümkün?
Ne demek istediğime dair bir örnek verelim.
2017 Nisanından bu yana BTK tarafından Türkiye’den girişi engellenen sivil kütüphane – sivil bilgi ansiklopedisi Vikipedia ile anlatalım.
“”2011 yılında Arap Baharı’nın etkisiyle ülkede bir iç savaş yaşandı.. 23 Ağustos 2011 tarihinde Trablus’un düşmesiyle Kaddafi rejimi yıkıldı. 20 Ekim 2011 tarihinde, memleketi Sirte’de, Ulusal Geçiş Konseyi askerleri tarafından yakalandı. Halk tarafından linç edilerek öldürüldü. Sol kulak ile göz aralığının ortasında ve sağ alt karın boşluğunda kurşun izleri bulundu.[4] Linç edilerek öldürülmesi bazı çevrelerde tepkiye sebep olmuştur.[5] Kaddafi’nin cesedi “Afrika Pazarı” adı verilen bir pazardaki soğuk hava deposunda tutuldu ve isteyen insanlar Kaddafi’nin cesedi ile fotoğraf ve video çektirdiler.[6] Kaddafi 25 Ekim 2011 tarihinde Sahra Çölü’nde kimsenin bilmediği bir yere gömüldü.[7]”
Geneli anlatan bu kuş bakışı anlatım evet bir bilgi içeriyor… Ama her genelleme ayrıntıyı gizler, hatta tarihe zaman zaman yanlış not düşer. Bu nedenle genellemelerin örttüğü gerçekleri, edebiyatında konusu olan anılar, tanıklıklar gün yüzüne çıkarır. Ne yaşandığının resmini kişisel anlatılar, anı romanlar tamamlar. O büyük resmin göstermediklerini gösterir, günlük hayatı yeryüzüne indirir.
Ayfer G. Cambier’in “Devrim Ateşinin Gölgesinde” isimli kitabı tam da bunu yapıyor…
Kaddafi’nin düşüşüne giden günleri, Bingazi’de yaşayan yoga öğretmeni Elif’in gözünden anlatır. Günlük yaşamda “sıradan” insanların korkularını, tepkilerini, hayatta kalma reflekslerini, “büyük planların” mağduru oluşlarını, tarihin parçası kılar.
Nasıl mı? İşte örneği:
“Üç gündür yemek hazırlamak tek meşguliyetimiz olduğu halde bugün bunu unutmuş gibiyiz. Silah sesleri geç başlamış olmasına rağmen yoğunluğu çok çabuk artmış durumda. Sokaktan patırtı sesleri geliyor. Guy kalkıp salonun iç merdivenlere açılan camlı kapısını kapatıp, camların içine geçirilmiş ince çelikleri kontrol ediyor.”
17 Şubat Öfke Günü eylemi öncesi, Kaddafi’nin “Eğer çocuklarınızı yollara sürüklerseniz, şimşek olup başınıza yağarım, ne kendiniz ne aileniz bu ülkede hiçbir destek, hiçbir yer bulamazsınız” sözlerini kitapta bulmamız bir sürpriz değil. Zira o tarihe ilişkin haber arşiv taramasıyla Kaddafi’nin bu tehdidini bulmak hiç de zor değil internet ortamında. Ancak kitapta herhangi bir arşiv taramasında bulamayacağımız detaylar var: “Bugün Libyalı kadınlardan biri ‘I am so worried’* diye başladı söze, ilk başta ne Karen ne de ben anlayabildik. ‘Why are you so worried’** diye sordu Karen. Derse gelenler arasında en neşelilerden biri olan bu iri cüsseli kadın, yarım yamalak İngilizcesiyle, oğlunun 17 Şubat Öfke Günü’ne hazırlandığını ve onun adına çok endişelendiğini, sadece oğlunun değil diğer gençlerin de o gün için hazırlık yaptıklarını söyledi.”
Aya Kitap’tan çıkan “Devrim Ateşinin Gölgesinde” kitabında isyan günlerinden kaçışı, yabancı misyon ailelerinin şehri nasıl terk edişini, devletlerin kendi vatandaşlarını korumadaki acizliğini okuyabiliyoruz. Elif’in iç sesinden, Libya’da isyan günlerine dair “oryantalist” bakışın eleştirisini de bulabiliyoruz: “Ortadoğu ve Arap ülkelerindeki sıcak değişimleri Batı medyası ‘Arap Baharı’ diye alkışlanacak bir demokrasi özlemi olarak duyururken, İngiltere’de, Yunanistan’da, Amerika’daki holdinglere ve uçurumsal eşitsizliğe karşı olan kendi ülkelerindeki protestoları, uç gruplar ya da lümpenler diyerek marjinalleştiriyor. İngiltere’de protestolar sırasında bir dükkândan bir şişe su çalan bir gencin altı ay hapis cezasına çarptırıldığını okumuştu The Guardian gazetesinde.”
Hikâyeler arası geçişler, gündelik hayatın sadeliği içindeki “karmaşıklık”, öznel olanla evrensel olan arasındaki gerilimi de iyi yansıtıyor. Bizleri toplumsal alt oluş günlerine tanık kılıyor. “Devrim Ateşinin Gölgesinde” kalanları, gündeliğin dili ile “büyük resmin” göstermedikleri arasına yerleştiriyor.
*Çok kaygılıyım
**Neden bu kadar kaygılısın?