Yasaklı bir dilin inadıydı o, yaralandığı diliyse hiç konuşmadı. Şimdi kendi toprağında artık
Hüseyin Kalkan
Kamber Ateş, annesini Sivas’ta kendi köylerine gömdüklerini anlatınca sevgili Hrant Dink’in anlattığı o hikâye geldi aklıma. Soykırım sırasında Sivas’tan Fransa’ya giden ama sık sık köyünü ziyaret eden ve bu ziyaretlerden birinde köyünde vefat ederek buraya gömülen bir kadının öyküsü. Köyün muhtarının gönlü razı olmaz cenazenin taşınıp başka topraklara götürülmesine ve cenazeyi almak için gelen kadının kızına ‘Cenaze sizindir. İsterseniz istediğiniz yere gömersiniz. Ama bırak buraya gömelim. Su çatlağını buldu’ der, Hrant da araya girer ve kadın o köye gömülür.
İpek Ateş de, Ermeni kadın Beatris gibi Sivaslıdır. Sivas’ın köyündendir. Kökleri Koçgiri aşiretlerine dayanır. Cumhuriyete karşı ilk isyanı geliştiren Koçgirililere. Geçtiğimiz günlerde o da vefat etti. Ama çeşitli nedenlerle sürgün olduğu gurbette. Köyüne gömüldü. Tarih tekerrür etti ve bir kez daha su çatlağını buldu.
O gün, görüş yerinde
Seksenlerle ilgili biraz bilginiz varsa hikâyeyi biliyorsunuzdur ya da aşinasınızdır. Hikâye dediğim öyle kurmaca bir hikâye değil. Birebir yaşanmış ve yaşayanlar tarafından kaleme alınarak kitap olarak yayınlanmış: ‘KAMBER ATEŞ NASILSIN?’ Kamber üniversite yıllarında cuntaya karşı bir gösteri sırasında yakalanır ve Mamak Cezaevi’ne konulur. Bir süre sonra ailesi Kamber Ateş’in cezaevinde olduğunu öğrenir. Gel zaman git zaman, annesi İpek Ateş gözünün ışığı oğlunu görmek ister. Kızı ile birlikte Sivas’tan yola düşer. Ama bir sorun vardır. İpek hanım Türkçe bilmemektedir ve cunta cezaevlerinde Kürtçe konuşmasını yasaklamıştır. Sadece cezaevlerinde değil, bütün ülkede yasaktır. Ama bu durdurmaz İpek hanımı. En azından oğlunu kendi gözleri ile görecek, sesini duyacaktır. İçerde Kamber Ateş sevinmektedir sevinmesine ama annesi ile Kürtçe konuşacağı bir iki sözün problem olacağını da bilmektedir. Kendini ona göre hazırlar. Eğer annesi Kürtçe konuştuğu için bir sorun çıkarırlarsa, annesine bir söz ederlerse, karşılıksız bırakmayacak, tavrını koyacaktır. Koğuş arkadaşı ile bunu konuşur, ne olursa nasıl davranacağını planlar.
Anne ve kızı birlikte alınır görüş kabinine. Kamber kız kardeşi ile konuşmaya başlar. Biraz geçince annesi kızını bir tarafa iterek öne çıkar ve oğlu ile konuşmaya başlar. Ve sorar ‘Kamber Ateş nasılsın?’ diye. Kamber sevinir. Annesinin Türkçe öğrendiğini, onunla sohbet edebileceğini ve bir olay çıkmadan ziyaretin sona ereceğini düşünür. ‘İyiyim anne, sen nasılsın?’ diye sorar. Yanıt biraz gecikmeyle yine ‘Kamber Ateş nasılsın?’ diye gelir. Bu sahne birkaç kez tekrarlanır. Sonunda Kamber anlar ki, annesine sadece bir Türkçe cümle ezberlettirilmiştir. Başka bir şey de konuşamazlar. Görüşme böyle sona erer. Sonra Kamber Ateş’in koğuş arkadaşı Ruşen Sümbüloğlu bunu öyküleştirir ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi’nin düzenlediği cezaevi öyküleri yarışmasına gönderir. Yarışmaya katılan 11 öykü ‘Kamber Ateş Nasılsın?’ ismi ile Belge Yayınevi tarafından kitaplaştırılır. Kitap, Kürtlerden ve Kürtçeden söz etmenin zinhar yasak olduğu o günlerde Kürtçenin, Kürt sorununun belli ölçülerde tartışılmasına neden olur.
Sivas’ta karlar içinde
İpek anne geçenlerde vefat etti. Bir süreden beri hastaydı ve kızının evinde kalıyordu. Kamber ve kız kardeşi sıra ile bakıyorlardı ona. Annesinin vefatını öykünün kahramanı ile konuştuk: “Bir süreden beri artık yataktan çıkamıyordu. İstanbul Maltepe’de kız kardeşimin yanındaydı. Ben de sık sık onun bakımını yapmak için Ankara’dan geliyordum. Dört yıldır hasta idi. Ama son aylarda neredeyse hayati fonksiyonları bitmişti. 9 Şubat günü vefat etti. Ertesi gün Maltepe Gülsuyu Cemevi’nde tören yapıldı. Belli formaliteleri yerine getirdikten sonra Sivas’a götürdük. Bizim köy Sivas’ın İmranlı ilçesine bağlı. Dereköy köyüne götürdük. Çok kar vardı. Ama mezar yerini önceden hazırladığımız için toprağa vermek zor olmadı.”
Köyde kimse yoktu
Ateş ailesi, annelerinin durumu ağır olduğu için kış girmeden köyde bir mezar yeri hazırlamış. Kendi eski evlerini gören, kendi topraklarının üzerinde bir mezar hazırlanmış. Anneleri ölünce ‘Nereye gömelim’ tartışması olmamış hiç. Zaten bu doğal bir durummuş. Kamber Ateş anlatıyor: “Onun büyükleri orada yatıyor. Akrabaları, annesi babası orada yatıyor. Ona yakışan da orası. Kendisi de istiyordu. ‘Bütün pısmamlarım yanımda olur’ diyordu. Kışın bizim köyde kimse olmaz. Biz gittiğimizde de kimse yoktu. Ancak, İstanbul’daki akrabalarımız, Ankara’daki akrabalarımız, arkadaşlarımız ve Sivas’tan tanıdıklar geldiler. Pandemiye rağmen epey kalabalık oldu. İlçedeki cemevinde rızalık alındı, Köye gidince önce evimizin önünde bir rızalık alındı. Köyde kimse olmadığı için İmranlı Cemevi’nde bir yemek verdik. Kız kardeşim İstanbul’a gitti, ben Ankara’ya geldim. Annem sevilen bir insandı. Nükteli bir kadındı. Vefat ettiği duyulduğunda birçok insan gerekeni yerine getirmek için koşturdu. Adeta bize yapacak bir şey bırakmadılar. 86 yaşındaydı. Herkes tanırdı onu. Özel bir yeri vardır bizim köylülerin nazarında.”
Yaralandığı bir dil
Ece Ayhan, kendisini, Cumhuriyeti ve şiirini anlatırken ‘Cumhuriyetten yaralı olmak’ diye bir kavram kullanır. Bu topraklarda yaşayan hemen herkes bir şekilde Cumhuriyet tarafından yaralanmıştır. Kimi dilinden, kimi dininden, kimi de kimliğinden dolayı. Daha önceki söyleşimizde Kamber, annesinin o olaydan sonrada hiç Türkçe öğrenmediğini, Türkçe öğrenmek için bir çaba göstermediğini anlatmıştı. Belki de bir kere yaralandığı bir dile, bir daha içi ısınmamıştı. Belki bu yüzde yaralandığı bir dili öğrenmek istememişti. Kulak aşinalığı ile öğrendiği cümleleri de kullanmamıştır.
Bu defa Kamber’e cezaevinden tahliye olduktan sonra bu ziyaretle ilgili konuşup konuşmadıklarını sordum. Eğer cevap olumlu olsaydı, bu olayın annesinin üzerinde nasıl bir etki bırakacağını soracaktım. Kamber Ateş, annesinin bu konuda konuşmadığını, bir sorarsa ya da hatırlatırsa sadece gülümsediğini anlatı. Demek ki o soylu bir Koçgiri kadını olarak gülüp geçmeyi yeterli bulmuş! Yarasını göstermeye bile gerek görmemiş.
Kamber Ateş, hikâyesinin yazarı Ruşen Sümbüloğlu’nu arayıp haber vermiş. Belki cenazeye gelmek ister diye. Ancak onlar da ailece Covid-19’a yakalandıkları ve bu nedenle karantinada oldukları için cenazeye katılmamışlar.
* Hüseyin Kalkan’ın 12 Eylül darbesinin yıldönümü dolayısı ile Kamber Ateş ile yaptığı söyleşi gazetemizin 12 Eylül 2020 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Kürtçe için bir hikâye*
Kamber Ateş, 2020’de kendisi ile yaptığım söyleşide bu hikâyenin yayınlamasının gördüğü işlevi şöyle anlatmıştı: “Aslında o hikâye işlevini gördü. Çok okundu, onunla ilgili şiirler, yazılar yazıldı. Tiyatrosu yapıldı. Birçok yerde sahnelendi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Bölümü tarafından kısa film yapıldı. Yurt dışında, yurt içinde yapılan birçok etkinlikte gündem oldu. 12 Eylül’den çıkarken, Kürt sorunu, Kürt sorunu olarak konuşulmuyordu. Biraz daha yuvarlak cümleler kuruluyordu. Üstü kapalı dile getiriliyordu. Mağduriyetlerden söz ediliyordu. Diyarbakır 5. Nolu Cezaevi ise yeni yeni konuşulmaya başlanıyordu. Öykü Diyarbakır İHD Şubesi’nin düzenlediği Cezaevi Öyküleri Yarışması’nda birinci olunca Kürt sorununun anlatılmasının bir aracı haline geldi, böyle bir işlevi oldu. Bizim kuşak bu hikâyeyi sahiplendi. O dönemde üniversiteliler çok ilgi gösterdi. Birçok yerde amatör topluluklarca oyunlaştırıldı, oynandı. Kemal Özer, bu öykü ile ilgili bir şiir yazdı. Gülsüm Cengiz bir şiir yazdı aynı isimle.
Sonra Yücel Arzen bir şarkı yaptı. Haluk Levent’in Diyarbakır’da bir konserinde, seyirci tempo halinde bu parçayı söylemesini ister. Ancak günün koşulları dolayısı ile söyleyemeyince protesto edilir. O zaman Gırgır Dergisi’ne kapak oldu. Bizim kuşaktan zorunlu olarak yurt dışına çıkan çok oldu. Onlar aracılığı ile öykü sınırları aştı, oralarda da Kürt sorununun anlatılmasına vesile oldu.”