Rojava için diplomasi faaliyeti yürüten Dr. Kıvılcımlı’nın çalışma arkadaşı Latife Fegan ile konuştuk
Hüseyin Kalkan
Latife Fegan’ın devrimci yolculuğu İstanbul’dan başlar, Stockholm’e kadar uzanır. Kendisi Türkiye solunun önemli isimlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın yakın çalışma arkadaşıdır. Kıvılcımlı’nın çoğu eski Türkçe ile yazılmış ‘iki çuval’ dolusu arşivini 12 Mart darbesinden sonra yurt dışına kaçırır, Hollanda’da bulunan ve araştırmacılara açık olarak bir enstitüye teslim ederek dijitale aktarılmasını sağlar. Kürt hareketi ile 90’larda başlayan tanışıklığı IŞİD’in Kobani’ye saldırısı ile birlikte doruğa çıkar. Üç kere heyetlerle birlikte Suruç’a gelir. Karşıya geçmesine izin verilmez. Kimisi beş yıl süren destek kampanyaları yürütür. Rojava ile ilgili yazdığı bir makale İsveç’te, o ilk dönemde kaynak olarak epey kullanılmıştır. Latife Fegan’ın devrimci ve enternasyonalist yürüyüşünün bir bölümünü bu söyleşiye sığdırmaya çalıştık. İlgi ile okuyacağınızı umuyoruz.
Latife Fegan kimdir, söyleşimize böyle başlayabilir miyiz?
Ben 1941 yılında Giresun’un Görele ilçesinde doğdum. Aile 1950’de İstanbul’a yerleşti. Dolayısı ile çocukluğum ve gençliğim İstanbul’da geçti. 1960 yıllarından başlayarak politika ile ilgilenmeye başladım, Yön dergisindeki tartışmalar Türkiye İşçi Partisi’nin seçim konuşmaları, o neslin sosyalizme ilgisini çekmekte önemli rol oynamıştır, “ilk oyumu” da TİP’e verdim. Ben Dr. Hikmet Kıvılcımlı hareketinden gelirim. Eşim Fuat Fegan ile birlikte Kıvılcımlı ile tanıştıktan sonra hep onun yanında olduk. Bir arkadaşımız aracılığı ile tanışmıştık. Daha sonra sürekli birlikte çalıştık.
12 Mart’a kadar birlikte çalıştık, eşim ve ben en yakın mesai arkadaşları idik. Ben o zaman Kıvılcımlı hareketinin kitle örgütü olan İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin ilk başkanı olmuştum. Eşim Kıbrıslı idi ve İngiliz vatandaşı idi. Politikaya aktif olarak katılamıyordu. Bu yüzden Kıvılcımlı’nın sekreteri olarak çalışıyordu. Kıvılcımlı 12 Mart’ta Türkiye’yi terk etmeden önce o güne kadar yazdığı her şeyi iki çuval halinde bize teslim etmişti. Kıvılcımlı’nın ölümünden sonra arşivini yurt dışına çıkarmayı başardık. Sonra ben de yurt dışına çıktım, eşim zaten yurt dışındaydı. 12 Mart’tan sonra açılan davalar vardı. Bizim amacımız Kıvılcımlı’nın arşivini korumak ve basıma hazırlamaktı. Arşivin çoğunluğu eski Türkçe idi. Sonra eşim 1983’te hala bilmediğimiz bir nedenle kayıp oldu. Ben politik çalışmalarımı sürdürdüm.
Devam etmeden önce bu iki çuvalın yurt dışına çıkarılma hikayesini anlatır mısınız?
Birkaç arkadaş bunu örgütledik. Kıbrıs üzerinden yurt dışına çıkardık. Küçük lokum paketlerinde, çocuk maması paketlerinde o yazılı evrakı Türkiye’de okuyan Kıbrıslı öğrencilerle Kıbrıs’a gönderdik. Çoğu zaman paketleri götürenler içinde ne olduğunu bilmedi bile. Bu 3-4 ay sürdü. Operasyon gibi bir şeydi. Eşim Fuat Fegan Kıbrıs’ta idi. Bir süre arşivi orda sakladı. Fakat bir süre sonra kendisi de Kıbrıs’ı terk etmek zorunda kalınca, iki çuvalı iki bavul halinde Avrupa’ya taşıdı.
Bu iki bavul bizim hayatımızı belirleyen en büyük etken oldu. Hayatımız adeta o iki bavulun korunması ve yayınlanması üzerinden planlandı. Eşimin kayıp olmasından sonra o iki çuvalın korunması yalnız benim üzerime kaldı. Uzun yıllar banka kasasında muhafaza edildi. 1990’ların başında Amsterdam’da Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’ne teslim edildi. 1990’ların başında orda çalışan Türkiye sorumlusu bir arkadaş aracılığı ile Enstitü ile ilişki kurdum, Kıvılcımlı’nın arşivini oraya teslim ettim. Teslim etmeden önce ben gittim kuruluşu gördüm, koşullarının arşivi korumaya elverişli olduğunu gördüm. Ben bu arada belgelerin bir listesini yapmıştım ve tasnif etmiştim. Benim koşulum araştırmacılara açık olmasıydı. İsteyen kopyalarını alabilecek ve üzerinde çalışabilecekti. Sonra tabi dijitalize edildi. Şimdi sık başvurulan Türkiye kökenli arşivlerden bir tanesi. Bundan çok memnun oldum. 12 Mart’an beri taşıdığım sorumluluğu başarı ile yerine getirmiş oldum.
Türkiye solu içindeki çalışmalarınız dışında, Kürt siyaseti ile yakın çalıştığınızı biliyoruz. Bu ilişki nasıl ve ne zaman başladı?
Biliyorsunuz, Kıvılcım’ın 1935’lerde yazdığı bir kitap var.
Elâzığ Cezaevi’nde değil mi?
Evet. O kitabı okumuştum. Kıvılcımlı orada Kürdistan’ın sömürge olduğunu söylüyor. Bu bir ilktir Türkiye sol hareketinde. Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı olduğunu ve bir Kürdistan Komünist Partisi’nin kurulması gerektiğini söylüyor. Bunları biliyordum. 60’lı, 70’li yıllarda Kürt sorunu pek gündemde değildi sol harekette. Siyaset içinde Doğulu arkadaşlarımız vardı. Fakat bu Doğu’yu ne onlar anlatırdı ne de biz sorardık.
90’ların başında bizim Kıvılcım hareketinde Türkiye’yi yakından izleyen bir arkadaşla Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgili bir sohbet yapmıştık. Bu sohbet Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesine ilgimi çekmekte önemli bir rol oynamıştır. Hareketi daha yakinen izlemeye başladım. Buradaki eylemlere katılmaya başladım. 1990’ların sonunda bir grup kadın olarak burada Cumartesi Anneleri’nin eylemine destek olmak için 13 hafta süren bir eylem yapmıştık. Bu eylemler İsveçli ve Türkiyeli solcu ve demokratların katılımıyla Türkiye’yi, Türkiye’deki Kürt sorununu tartışan bir arena haline gelmişti. Eylemin son haftasında ‘Türk ordusu Kürdistan’dan çekil’ diye bir pankart açmıştık. Büyük yankı yaptı tabi. Bu cesareti ilk kez kadınlar gösterdi İsveç’te. Bu eylem sırasında bir kadın dayanışması, bir kadın grubu oluştu. 2000’lerin başında Kürt hareketi ile daha da yakınlaştım. Eylemlerine katılmaya başladım. Bu eylemlere çok fazla katılan Türkiyeli de yoktu o zamanlar. Sonra Kürt kadınlarla tanıştım. Giderek oturup birlikte bir şey yapabilir miyiz diye konuşmaya başladık. Sonra Kürt derneğine gitmeye başladım.
Bizim gözümüzün önünde 30 yıldır süren bir savaş olmuş, biz Türkiye’nin solcuları olarak olanları uzaktan izlemiştik. Onlar da bize yaklaşmadılar haklı olarak, durumun bugünden ne kadar farklı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Sonra bugün hala faaliyet gösteren Kürt ve Türk Kadınlarının Barış İnisiyatifi olarak adlandırdığımız bir inisiyatif ortaya çıktı. Bu inisiyatif çok iş yaptı. Kürt meselesinin tartışıldığı birçok toplantı düzenledi. İnsanlarda güven oluşturduk. Toplantılarımıza geliyorlardı, kampanyalarımıza destek veriyorlardı.
Rojava ile dayanışma kampanyalarına öncülük ettiğinizi biliyoruz. Neler yaptınız o süreçte?
Bu yukarda sözünü ettiğim inisiyatif en çok kendini Kobani kuşatması sırasında ortaya koydu, adını duyurdu. Biz hemen harekete geçtik. Barış süreci döneminde merkezi Brüksel’de olan Avrupal Barış ve Demokrasi Meclisi (ABDEM) diye bir birlik ortaya çıktı. Galiba 57 örgüt katıldı bu birliğe. Biz de barış inisiyatifi olarak kuruluşunda yer aldık. Kobani saldırısı olunca ABDEM Suruç’a bir gezi düzenledi. O heyete ben de katıldım, Barış İnisiyatifi’nin temsilcisi olarak. Çok yararlı bir gezi oldu. 80 bin nüfuslu Suruç 200 bin Kobaniliyi ağırlamak durumunda idi.
IŞİD, Kobani’ye saldırana kadar ben Rojava’yı uzaktan izlemiştim. IŞİD saldırınca ‘burası herhangi bir yeraltı zenginliği olmayan, petrolü olmayan, doğalgazı olmayan bir yer, neden saldırı buraya’ diye, sordum kendime. Bunu araştırmaya başladım. Karşıma Rojava Anayasası çıktı. O anayasayı okuyunca fark ettim. Anladım neden saldırdığını. O zaman haberler çıkıyor parça parça ama kimse çok bilmiyor burada Rojava’yı. Bu anayasayı okuyunca, IŞİD bu demokrasi ışığını söndürmek istiyor diye bir makale yazdım İsveççe. Bu İsveç’te ilktir sanırım. Rojava’yı inceleyen, Rojava hakkında bilgi veren. İsveç televizyonunun bir internet gazetesi var. Çok okunan bir gazete. Orda yayınlandı. Sonra o yazıyı Rojava üzerine yazan birçok insan kaynak olarak kullandı.
Rojava’yı ziyaret ettiniz mi?
Suruç’a kadar gittim. Kaymakamlık karşı tarafa geçmeme izin vermedi. Suruç’a birkaç kez gittim.
Bir keresinde Rojava Halk Meclisi Başkanı Ayşe Efendi ile bir görüşme yaptım. Onun konuşmacı olduğu bir toplantıya katıldım. Bir saat boyunca Avrupa’dan gelmiş konuklara politika dersi verdi. Rojava kurumlarını anlattı. Nasıl işlediğini anlattı. Ayşe Efendi Rojava kadın bilinçlenmesinin canlı bir örneği idi adeta. Daha sonra bir kez daha Mardin’de bir toplantıda karşılaştık. Brüksel’de düzenlenen toplantılara katıldım. Burada toplantılar düzenledik.
Suruç ziyareti sonrasında burada bir yardım kampanyası başlattık. Suruç’tan döndükten sonra burada birçok Türkiyeli sol ve demokratlarla birlikte Kürt arkadaşların da katıldığı bir toplantı düzenledim ve bu geziyi ve Rojava’nın ihtiyaçlarını anlattım. Hep birlikte bir Kobani kampanyası başlattık. 50 İsveçli sanatçının para almadan katıldığı bir dayanışma gecesi düzenledik. Bundan başka insanların uzun süreli bağlandıkları bir kampanya düzenledik. İnsanlar her ay belli bir miktar yardımı her ay ödeme teminatı verdi.
Bu kampanya 4 yıl sürdü. Daha sonra Cizre ve Şırnak’ta meydana gelen yıkım üzerine büyük bir ihtiyaç doğdu. Yardımları oraya yönlendirdik. Kardeş Aile kampanyasını düzenledik ve sürdürdük. Ama biz de her ay ne kadar para toplandığını nereye aktardığımızı açıkladık. Bir güven oluşturdu.
Ayrıca burada Rojava’yı İsveç kamuoyuna anlatmak için birçok toplantı düzenledik. İsveç hükümetinde ve kamuoyunda Kürt meselesi konusunda bir duyarlılık var. Demirtaş geldiğinde Dışişleri Bakanı ile görüşmüştü. Salih Müslim geldiğinde parlamentoda toplantı düzenledi. Diplomatik çalışmalar ve ilişkiler burada kısmen iyi yürür.
Rojava Devrimi bir kadın devrimi olarak nitelendiriliyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?
Evet Rojava bir kadın devrimdir, işte tam da bundan dolayıdır ki, Rojava Anayasası çok büyük demokratik dönüşümler kapsıyor. Bu anayasanın öngördüğü sistemin Ortadoğu’da gerçekleşmesi çok nefes aldırıcı bir şey olur. Kadınların ve halkların ulusal ve kültürel kimlikleriyle beraber inanç gruplarını da kapsayan geniş bir demokratik mutabakat içeriyor. Kürt hareketi Rojava’da çok büyük şeyler başarıyor. Kürt hareketi Rojava ile birlikte yeni bir aşamaya geldi. Yeni bir aşama ile karşı karşıya. HDP’nin uyandırdığı iklim. Demirtaş’ın farklı bir liderlik ortaya koyması, HDP’nin Türkiye toplumunda yarattığı etki, Rojava’nın bugün uluslararası arenada sürdürdüğü diplomatik mücadele, yeni bir aşamaya işaret ediyor. Kürt hareketi yeni bir sıçrama aşamasında gibime geliyor. Ben Kürt hareketini Kürt halkının gördüğü baskılara isyanının yanında, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin de garantisi olarak görüyorum. Bazı genç arkadaşlarla tartışıyoruz. Geçenlerde biri ‘kendini ezen ulusun
demokrasisini kurtarmaya çalışan başka bir siyasi hareket yok’ diye yazmıştı. Kürt hareketinin omuzlarında böyle bir sorumluluk da var. O coğrafyanın en dinamik gücü Kürtler, Türk sol hareketinin gücü kalmadı. Küçük gruplar kaldı. Bir kısmı da Kemalizm ile malul. Bu ülke demokrasiye kavuşacaksa Kürt mücadelesinin başarıya ulaşmasıyla kavuşacak. Kürt hareketi benim en büyük umudum şu anda.
Solun gayriresmi tarihi
Latife Fegan’ın yayın aşamasında olan bir kitabı var. Fegan’ın Kıvılcımlı ve sol içindeki yolculuğuna dair anılarını içeren bu kitap yayınlandığında, Kıvılcımlı hareketini yakından ilgilendiren bazı konulara açıklık getirmesi bekleniyor. Bu ilginç kitap Türkiye solunun gayriresmi tarihine küçük bir katkı olabilir. Latife Fegan kitaba dair sorumuzu şöyle yanıtladı:
“Bu bir anı kitabı. Teorik bir kitap değil. Bir döneme tanıklık etmiş bir insan olarak politik anılarımı yazdım. Tabii içinde Hikmet Kıvılcımlı, bu arşivin hikayesi, kayıp olan eşim Fuat Fegan’a dair anılar var. Çok uzun düşündüm yazayım mı yazmayayım mı? Kimse benden istemedi böyle bir şey yazmamı. Vedat Türkali’yi yakından tanırdım. O da Kıvılcımlı hareketine yakın duran bir insandı. Mutlaka yazmamı isterdi. Onu kayıp ettikten sonra onun vasiyeti gibi, ya ‘ona söz verdim yazayım’ gibi bir şey oldu. Kitabın adını da zaten ‘Yazmasaydım olmazdı’ koydum. Belge Yayınları basacak. Sanırım 1-2 ay içinde yayınlanır. Belge Yayınları sahibi Ragıp Zarakolu da yakın dostumdur. Okuması ve metnin bir kitap değerinin olup olmadığına bakması için vermiştim. Basma riskini göze aldı! Böylece yayınlamaya karar verdim. Umarım yazdıklarım yerini bulur.