Tarih rövanşizminin yaygın, hatta resmî devlet politikası olduğu Almanya’da bazı yıldönümleri çabuk atlatılmaya, ama her halükârda tarihsel gerçekler çarpıtılarak anılmaya çalışılır. Bazı yıldönümleri ise – tarihsel gerçeklerin üstünü örtmek neredeyse olanaksız olduğundan – burjuvazisi, siyasetçisi ve yaygın medyasıyla egemenlere büyük acı verir. Unutmak ve unutturulmak istenen bu yıldönümlerinden birisi 30 Ocak 1933’te iktidarın faşist NSDAP’ye teslim edilmesiyse, diğeri de Alman faşizminin sonunun başlangıcı olan Stalingrad yenilgisidir.
Sovyetler Birliği’nde ve bugünkü Rusya Federasyonu’nda 2 Şubat [1943] Kızıl Ordu’nun ve Stalingrad halkının faşist ordular üzerindeki büyük zaferinin yıldönümü olarak kutlanır, ki Stalingrad sadece Sovyet halkları açısından değil, dünya çapındaki ezilen ve sömürülen sınıflar açısından da büyük bir direniş sembolüdür. Kobani’nin “Yeni Stalingrad” olarak adlandırılması boşuna değildir. Alman tekelci burjuvazisi açısından ise bu yıldönümü tarihin ilk işçi-köylü devletini yıkamamanın ve dünya egemenliğini elden kaybedişin sembolü hâline gelmiştir. O açıdan Stalingrad dendiğinde Alman egemen sınıflarının tüylerinin diken-diken olması olağandır.
Almanya, özellikle Batı Alman devleti her ne kadar “tarihimizle, Nasyonal Sosyalizmle yüzleştik” iddiasında bulunsa da – Nazi artıklarının Batı Alman devletinde nasıl görev aldıkları unutulmadı henüz – Stalingrad hezimetinin her yıldönümünde kadim antikomünizminin çirkin yüzünü açığa çıkarır. Bir taraftan faşist orduların vahşetini münferitmiş gibi gösterir ve Wehrmacht’ı “emirlere uymak zorunda kalan muzaffer ordu” diye tanıtırken, diğer taraftan da Alman militarizmini övmek için fırsat olarak kullanırlar. Dahası “savaşta düşen askerlerimizi onurlandırma” safsatasıyla güncel yayılmacılık politikasına rıza oluşturmaya çalışırlar.
Bu yıl da farklı değil: Neredeyse tüm burjuva medyası Rusya’daki 2 Şubat anmalarını “Putin rejiminin meşruiyet sağlama çabasına” indirgeyerek, Alman faşizminin suçlarını izafileştiren bir yayın çizgisi izledi. Putin’in sütten çıkmış ak kaşık olmadığı herkesin malumu, ancak Rusya’daki rejim üzerinden Kızıl Ordu’ya kara çalmak nafile bir çarpıtma çabasıdır.
Benzer bir yaklaşımı Auschwitz Toplama Kampı’nın kurtuluşunun yıldönümünde de görmek olanaklıydı. Auschwitz’deki mahkûmların Kızıl Ordu birlikleri tarafından kurtarılmalarına rağmen, yıldönümü Rusya karşıtı savaş propagandasına dönüştürüldü. Sadece Almanya ve Polonya’da değil elbette. 1989/1990 karşı devriminden bu yana tüm Avrupa’da Alman faşizminin işbirlikçileri göklere çıkartılırken, büyük bedeller ödeyen Sovyet halklarının ve Alman faşizminin yıkılmasında en büyük rolü oynayan Kızıl Ordu’nun hatırası tarih kitaplarından silinmeye çalışılıyor.
Riga’da Litvanyalı SS-Birlikleri’ni anmak için yürüyüşler düzenleniyor, Polonya ve Baltık ülkelerinde antifaşistlerin ve Kızıl Ordu mensuplarının anıları için dikilen heykeller yıkılıyor ve Kiev’de Yahudi kasabı faşist Bandera adına büyük meşale yürüyüşleri gerçekleştiriliyor. Sadece bu da değil: Örneğin Kırgızistan’da “Türkistan Lejyonu” ve “Müslüman Waffen-SS üyeleri” resmen rehabilite edilecekler. Bu birlikler Sovyetler Birliği döneminde Beyaz Rusya, Yugoslavya ve Polonya’da işledikleri suçlar, özellikle Varşova İsyanı’nın bastırılmasındaki meşum rolleri nedeniyle cezalandırılmışlardı. Benzer çabaları Özbekistan ve Kazakistan’da da görmek olanaklı.
Gerçi Alman faşizminin işbirlikçilerini “Stalinizmin kurbanları” yalanıyla temize çıkartma çabası yeni bir şey değil. Ancak bugün, Ukrayna savaşının da etkisiyle bu çabalar, antikomünist ve anti-Rus düşman resimleriyle donatılmış bir tarih rövanşizmine dönüştürüldü. Bu gelişmeyi tetikleyen en büyük güç Alman tekelci burjuvazisi ve hükümet, parlamentolar ile basındaki temsilcileridir. Temel amaçları da sadece “Zeitenwende” (Milat) politikaları çerçevesinde emperyalist hedefleri için toplumsal rıza oluşturmak değil, aynı zamanda bunu yapabilmenin önündeki en büyük engel olarak toplumsal hafızanın sıfırlanmasıdır.
Ancak özgürlük, kurtuluş ve eşitlik için, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya uğruna mücadele edenler oldukça bunu başaramayacaklardır. Bunun garantörü ise hâlâ Stalingrad’dır.