Bir topluluğun sürekli katliam, ferman ve sürgünlerle anılmasının önemli tarihsel ve güncel sebepleri olsa gerek. Rengi ne olursa olsun, bu topraklarda egemenlik tahkim etmeye çalışan bütün ideolojilerin, evvela Êzidîlere saldırması, kendi varlıklarını onların tümden imhası üzerinden kurması, üzerinde sadece düşünmeyi değil, bundan ötesini; bunun önüne geçilecek mekanizmaların inşasını zaruri kılmaktadır.
Yüzyılın soykırımı olarak tarihe geçen 73’üncü Êzidî Fermanı’ın üzerinden altı yıl geçmiş olmasına rağmen bütün yıkım ve acılar hala diri ve duru bir şekilde karşımızda duruyor. Birleşmiş Milletler dâhil olmak üzere dünyanın birçok parlamentosu ve önemli sivil toplum kuruluşları bu fermanı insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak tanısa da halen jenosit kategorisinde bir kabulle sınıflandırmış değildir. Bu durumun Êzidîleri jenoside açık hale getirdiğini ısrarla ve altını çizerek belirtmekte fayda var. Ayrıca fermanın ortaya çıkardığı yaraların sarılması için pratik anlamda ciddiye alınacak herhangi bir adım da atılmış değildir. Onun için 3 Ağustos 2014 sabahı Êzidîlerin ruhuna inen “o mekruh kılıç”ın yaraları hala kanamaktadır.
Yaralarını kendi imkanlarıyla sarmaya çalışan Êzidî halkı Türkiye başta olmak üzere birçok bölgesel gücün saldırı ve bombardımanlarına maruz kalmaya devam etmektedir. İslam Devleti’nin yarım bıraktığı 73’üncü Ferman’ın devamı niteliğini taşıyan bu tür saldırılar her nedense dünyanın da gözünden kaçmaktadır. İnsanlığa karşı işlenmiş olan bu cürüm, salt faillerin kötülüğüyle izah edilemeyecek kadar komplike ve kolektif bir suçtur. Dolayısıyla kalpleri taş kesilenlerle gözlerini kaçıranların bu suça ve fermana doğrudan ya da dolaylı iştiraklerini teslim etmek, tarihe ve topluma karşı sorumluluğumuz gereğidir. Çünkü Êzidîler için, “o büyük şey” henüz kâinat bütün insanlık için yeni bir güne gebeyken başlamıştı. Êzidîler 72 millet için güneşin aydınlığını karşılamaya hazırlanırken karanlığa çaput bağlayanlar kara kaftanlarıyla yürümüşlerdi evreni aydınlatan ateşi öldürmeye. Dillerinde Allah’ın adı, ellerinde kıyametin edevatlarıyla yürümüşlerdi dostluğun ve komşuluğun binlik bahtına sırtını dayamışların üzerine. Öyle bir yürüdüler ki; asırların dostluğu, komşuluğu ve kadir bilirliğinin bütün zerrelerini ayaklar altında ezdiler. Öyle bir yürüdüler ki; içlerindeki kin ve nefret tufanına dönüşerek kavimlerin takvimlerine yeni kanlı yapraklar asılı bıraktılar.
Tarihler 3 Ağustos 2014’ü gösterdiğinde “ölüm meleğinin neferleri” halkların marifet kapısını kırıp binlerce ari yüreği devirdi. İslam Devleti olarak bilinen modern tarihin en gaddar çomar güruhu ve onun fikir babaları bu büyük ölüm taarruzunu “cihadın kutsal seferi” olarak tanımlayarak Êzidî cemaatine karşı akla durgunluk veren bir vahşet sergilediler. Ruhlarına uyumlu kara kaftanlarıyla atalarından devraldıkları kinle insanlığın ari masumiyetine ölüm ağları ördüler o gün. Seslerinde uğursuzluk, kalplerinde merhametsizlik ve gözlerinde sadece ölümün rengi vardı. Acizliğin ve nefretin şiddete dönüştüğü çaresizlikle güneşe hükmedip binlerce ari yüreği deve dikenleriyle örülmüş dehşet tarlalarına sürdüler. Karanlık ağları, kendi yavrularını yiyen kara örümcekler kadar merhametsizce örmüşlerdi.
Karaydı her şey,
Karaydı dünya,
Karaydı kalpler,
Karaydı vicdanlar,
Karaydı ruh,
Karaydı geçmiş ve gelecek,
Karaydı gece,
Karaydı gün,
Karaydı talih,
Karaydı kader,
Karaydı keder,
Karaydı baht,
Karaydı umut,
Karaydı katil,
Karaydı gam
O günden geriye sadece binlerce kadının sabah duaları kaldı viran edilmiş gelincik tarlalarında. İşte o gün Êzidîler kâinatın ilk kıvılcımı olan o büyük ateşe avuçlarını açıp 72 millet için bir kez daha duaya duramadan, 73. kez kara kaftanlıların istilasına uğradılar. Çöken karanlık dağıldığında vahşet bütün büyüklüğüyle ortaya çıktı. O güne kadar birbirleriyle komşu, dost, kirve ve hısım olan insanlar, aniden birer canavara dönüşerek yakınındakileri boğazlamaya ve alt etmeye kalkıştılar. Kendilerini İslam Devleti adına Allah’ın askerleri, Êzidî cemaatini ise “Tanrı tanımaz” olarak tanımlayan ve daha bir gün öncesine kadar komşu ve kirve olanlar, arkalarında izleri yüz yıllar boyunca silinemeyecek kadar büyük bir yıkım bıraktılar. Tarihe ve vicdana kara bir leke olarak düşen bu ikrahı cürüm tüm dünyanın gözleri önünde yapıldı. Hem karakteristik özellikleri hem de olgusal verileri nedeniyle 21. yüzyılın jenosidi olarak şimdiden tarihe geçmesi gereken 73’üncü Ferman, İslam dünyası başta olmak üzere bütün dünyanın ortak sorumluğudur.
Kendi özerk savunma gücü olmayan savunmasız Êzidîlerin, tarihte soykırımlara maruz kalmış kadim kardeş halklar olan Ermenilerin, Asurilerin ve Yahudilerin yaşadığı büyük felaketlere benzer bir soykırıma maruz kaldıkları bütün dünyanın kabul edip yüzleşmesi gereken elzem meselelerden biridir. Bu kabullenişin benzer katliamların önüne geçeceğini umut ederek. Üzerinden altı yıl gibi bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Êzidî halkının yaşadığı soykırımın boyutları ne yazık ki tam olarak gün yüzüne çıkarılabilmiş değildir. Medeni dünyanın en başat değer olarak kabul ettiği insan hakları ve demokrasi bilincinin en gelişkin olduğu günümüz dünyasında herkesin gözü önünde gerçekleşen bu soykırım karşısında, bölgenin muktedir güçleri başta olmak üzere dünyanın “medeni” güçleri de kayıtsız kalmıştır. Başta Güney-Kürdistan yönetimi ve Irak hükümeti olmak üzere, BM de yükümlülüklerini yeterince yerine getirmemiştir.
Soykırımın altıncı yılında hem BM hem de diğer uluslararası kurumlara bu bağlamda yeniden sorumluluklarını hatırlatırken, Şengal halkına uluslararası halklar hukuku çerçevesinde bir statünün tanınmasının elzem olduğunu özellikle vurgulamalıyım, aksi takdirde soykırımın devamı niteliğindeki iç ve dış müdahalelerin devam edeceği bilinmelidir. Bu hakikatten hareketle hem kendilerini yeni soykırımlara karşı korumak hem de insanlığın ortak değerler merkezini savunmak için İslam Devleti’ne karşı onurlu bir mücadele veren Êzidî halkı çözümün başat bileşeni olarak muhatap alınmalıdır. Böylece dünyanın vicdanlı kurumları hem tarihle bir yüzleşme girişimini başlatmış olacak hem de mazlum Êzidî halkının varoluş mücadelesini desteklemiş olacaktır. 73. Ferman’ın tüm yıkımlarına rağmen Êzidîler bugün yavaş yavaş yeşeren bir umut yakalamıştır. Bu umudu büyütmek ve karanlığa karşı güneşe açılan Êzidî pirlerinin avuçlarına hürmet etmek evrenin en narin yüzleşmesi olacaktır. Üzerinden altı koca yıl geçmiş olmasına rağmen iyileşmeyen acılarımızın dinmesi için bir tutam hürmet dilemek büyük bir talep olmasa gerek.