“Soykırım süreçleri esasında kendiliğinden oluşmaktadır. Evrim yasasına uygun olarak gelişmektedir.”
Tasmanya Kraliyet Topluluğu İkinci Başkanı James Bemard, 1890 yılında, Avustralya Aborjinlerine yapılan soykırımı böyle dile getiriyordu. Kolaylaştırıcı bir şey! Yapılan şey, bir hayvan türünün ‘telef edilmesi’ olarak düşünüldüğünde, kendini human (insan) olarak vasıflandıran beyaz adama göre, yerliler sub-human (alt-insan, insan-olmayan) olarak görüldüğünde insan öldürülmüş olmuyordu! Tasmanya yerlileri, modern insan ile onun primat ataları arasında bağlantı halkası olarak tanımlanıyor ve sonuç olarak onlara hayvanlar gibi davranmanın ahlaksız ve yanlış olmadığı sonucuna varılıyordu.
Tarihin yüz karası
Acı bir hikaye bu… Avusturalya yerlilerine yapılanların hikâyesi uzun ve çok ama çok vahşice. Yalnızca binlerce insanın katledilmesi değildi çünkü yapılan, muazzam bir kültürün, bir yaşam tarzının yok edilmesiydi ve en önemlisi de yüz bine yakın çocuğun annelerinin kucağından çalınmasıyla bir halkın geleceksizleştirilmesiydi. 1770’te James Cook Büyük Britanya adına Avusturalya’ya adımını attığında başladı her şey ve sonraki iki yüzyıl boyunca pek az yerli canlı kalabildi. Yeni kıtaya başlayan insan akını, ilk yüz yılda 300 bine varırken, Londra hapishanelerinin bütün ‘atık’larının kıtaya boşaltılması, ayrı bir felaket oldu. İngiltere’de ne kadar katil, tecavüzcü ve hırsız varsa oradaydı! Batılıların getirdiği hastalıkları hiç tanımayan binlerce Aborjin daha baştan yığınlar halinde öldü.
Bir tür ‘Sömürgeci Darwinizm’ uygulayan İngilizler, Terra Nullius (sahipsizler ülkesi) saydıkları toprakların bütün su kaynaklarına ve verimli bölgelerine el koydular. Binlerce yıldır orada yaşayıp 31 dil grubuna bağlı yaklaşık 500 değişik aşiret dili konuşan yerliler, isyan ettiler ama ateşli silahlara karşı ellerinde bumeranglarından ve mızraklarından başka hiçbir şeyleri yoktu. Ayrıca, kültürel olarak da savaşın ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Aborjin avlamak artık bir spordu ve avın başarılı geçtiğinin bir kanıtı olarak, kesilen yerli kelleleri sergileniyordu. Çaldıkları çocuklara ise evcil hayvan anlamında ‘pet’ diyorlardı ve dilleri unutturularak köle haline getiriliyordu. Sonuçta, 1788’de 750 bin olan yerli nüfus, 1911’de 30 bine kadar düşmüştü!
Bul ve yok et!
Kıtanın ucunda bir ada olan Tasmanya ise her şeyin en kötüsünü yaşadı. 8 bin yıldır adada izole olarak yaşayan Tasmanya Aborjinleri, tam bir kırıma uğradı. 1803’ten itibaren adaya doluşan ipten kazıktan kurtulmuş yerleşimcilerin her gördüğü yerliyi öldürme izni vardı. Çoğalmamaları için de yerli erkekler, cinsel organları kesilerek hadım edildiler ve hızla nüfusları yarıya düştü. “Kolonide kadın kıtlığı” diye tanımladıkları durumun çözümü olarak da yerli kadınlara tecavüz serbestti! Çocuklar ise zaten evcil hayvanlardan (pet) ibaretti!
Koloniciler Darwin’i hiç dillerinden düşünmüyorlardı ama o yıllarda adaya gelen Darwin, gördüğü gaddarlık karşısında şoka uğramıştı.
Sonuncuya kadar!
Sonunda, 1826’da isyan edip gerilla savaşına başladıklarında güçler çok eşitsizdi. Yerliler, 2 yılda 40’tan fazla beyazı öldürseler de bu kez daha ağır bir soykırım başladı. Sıkıyönetim ve Kara Savaş boyunca yetişkinler için 5, çocuklar için 2 sterlin ‘kelle ödülü’ vardı. 2 bin silahlı kişiyle yapılan ‘bulyok et’ partileri buna dâhildi. 1835’te toplam artık 300 yerli kalmıştı ve onlar da ‘iyileştirmek’ için götürüldükleri Flinders adasındaki bir soykırım kampında yok edildiler.
1878 yılında son “safkan” Tasmanya yerlisi kadın Truganini’nin ölümüyle 1803’te 3 bin ile 7 bin arasında olduğu tahmin edilen Tasmanya ırkı tükendi! Tasmanya dillerini konuşabilen son kişi olan “yarımkan” Fanny Cochrane Smith’in 1905 yılında ölümü üzerine de Tasmanya dilleri tükenmiş oldu.
Aborjin, Latince sözcük anlamıyla (ab-origine) ‘başlangıçtan gelen’ demekti ve onlar, koca bir halkın ‘başlangıcını’ ve geleceğini yok ettiler!
Katiller de öğrenir! Sonraları başkaları da öğrendi gerçekten. Birçok tarihçi, aborjinler ‘insan bile sayılmadığı için’ Tasmanya Soykırımının 20. yüzyıl modern holokostundan farklı olduğunu düşünür, ama aslında Hitler’in de Yahudileri ‘haşarat’ olarak görmesi ve böylece ‘insan öldürmediğini düşünmesi de Tasmanya’da olup bitenin yeniden üretilmesinden başka bir şey değildi.
Katiller öğrenir! Evet, gerçekten öğreniyorlar. Hep öğreniyorlar. Bugün bile, sokaklarında gezdikleri kentlerin insanlarını ezilmesi gereken bir tür böcek gibi görenler, o genetik kodları başka nereden almış olabilirler ki?