Barış Akademisyeni sosyolog Engin Sustam zırhlı araç ölümlerine ilişkin olarak, devletin ırkçı aygıtını güncelleyerek sömürge hukukunu işleme soktuğunu belirtti. Sustam, ‘Yurttaş hakkını hiçe sayan bir mekanizma var. Devlet adına işlenen suç aklanıyor.’ dedi
Bölge kentlerinde artan devlet şiddetiyle birlikte zırhlı araçların kontrolsüz kullanılması ve trafik kurallarına uyulmaması nedeniyle meydana gelen kazalarda çok sayıda kişi yaşamını yitirdi. İnsan hakları örgütlerinin verilerine göre, son 10 yılda zırhlı araç çarpması sonucu 16’sı çocuk 36 kişi yaşamını yitirdi. Yaşanan ölümlerden kaynaklı tutuklanmalar olmazken, açılan soruşturma ve kovuşturmalar da cezasızlıkla sonuçlanıyor. Zırhlı araçların son kurbanı Diyarbakır’da 6 yaşındaki Efe Tektekin, Dersim’de ise 22 yaşındaki Oktay Er oldu. Barış bildirisine imza attığı için ihraç edilen Sosyolog Engin Sustam, Kürt illerinde zırhlı araç çarpmaları nedeniyle artan ölümler, savaş ve güvenlik toplumu üzerinde değerlendirmelerde bulundu.
Sömürge hukuku
Fransa’nın Paris-8 Üniversitesinde ders veren Sustam, Kürt illerinde zırhlı araçların çarpması sonucu yaşanan ölümlerin çok katmanlı bir şekilde ele alınabileceğini ifade etti. Yeni bir denetim ve şiddet mekanizmasının devreye sokulduğunu vurgulayan Sustam, Kürtler söz konusu olunca diğer herhangi muhalif sol azınlıklardan farklı olarak, devletin sadece faşizm pratiklerini ya da denetim ağını devreye sokmadığını, ayrıca devletin ırkçı aygıtını güncelleyerek yeni bir sömürge hukukunu da işleme soktuğunu belirtti.
‘Bir OHAL yasası’
Kürt coğrafyasında artan şiddetin ve militarizmin en önemli ayağının sadece polis ve asker şiddeti ile sınırlı olmadığını belirten Sustam, yargının imtiyazları doğrultusunda yerleşik ve artık istisna hali olmayan, süreklilik arz eden bir OHAL yasasının devreye sokulduğuna işaret etti. Sustam, “Devlet, Türkiye’nin batı alanında farklı dinamikleri ve hukuk şiddetinin görünür olan yaptırımlarını (yargılanan vekiller, belediye başkanları, akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler, aktivistler, muhalifler vs.) devreye sokarken, Kürdistan alanında tamamen başka bir tecrit ve tebdil hukukunu işleme koyuyor” ifadelerini kullandı.
‘Korku imparatorluğu oluşuyor’
Toplumun kendisinin bir fiziki hapishaneye dönüştüğünü belirten Sustam, “Tecavüz, kadın cinayetlerini işleyenlerin serbest bırakılması ya da cezasız bırakılması, bir rıza siyaseti etrafında dönüyor. Bu cezasızlık hali büyük oranda toplumda kabul görüyor. Güç, şiddet ve despotik aygıtlar halkı bu büyük cezalandırıcı rızaya ve kabule davet ediyor. Toplumsal alandaki bir çatışmalı travma durumu aynı şekilde muhtemelen her an başkaldırıya dahil olabilecek muhalefeti sindirerek ya da kriminalize ederek başka bir otokratik yaptırım uygulanmaya çalışıyor. Bu korku rejimi her an belki de herkesin hayatının risk altında olduğunun hissettirildiği, güvensizliğin yaygınlaştırıldığı, tahammülsüzlüğün genelleştirildiği bir patoloji, bir korku imparatorluğu ya da iktidar mekanizması olarak karşımıza çıkıyor” diye konuştu.
‘Herkesi düşmanlaştıran bir güç’
Egemen olan devletin, mahkûm olan insan bedenini ele geçirip hapsettiğini ve kamuoyunda teşhir edip işkence ile disipline etmeye çalıştığını vurgulayan Sustam, bu okumanın artık söz konusu olmadığını, genelleştirilmiş bir denetimden, şiddetin görünür olduğu çıplak yaptırımdan, herkesin düşmanlaştırıldığı ve intikam almaktan bahseden bir güç ile karşı karşıya kaldıklarını söyledi.
‘Suç rejimi yaratılıyor’
Suç işleyen, yurttaşlık ihlali yapan bireylerin tutum, davranış ve potansiyellerinin her zaman iktidarlar tarafından kontrol altına alındığını belirten Sustam, suçlu, anormal ve tehlikeli öznelerin, denetimlerle, gözlemlemelerle, KHK ve benzeri gibi yaptırımlarla tehdit edildiğini söyledi. Sustam, zırhlı araçların çarpmasıyla ölümlerin yaşanmasına ilişkin şunları söyledi: “Devletin suç ve güvenlik ayarları normalleştiriliyor, kendi makbul gördüğü özne yaratılarak toplumda devletin aktörü suç işlediğinde o ancak devleti için çalışan memur olarak işlerlik kazanıyor. Sorun tam da burada başlıyor. Yurttaş hakkını hiçe sayan bir mekanizma var karşımızda, müthiş absürtlüğün patolojisini yaşıyoruz. Devletin zırhlı aracıyla, yasasıyla suç işleyen aktörler ile gündelik hayatın içinde suç işleyen özneler arasında sanki pek bir sınır da kalmadı. Devlet adına islenen suç aklanıyor. Bu durum başından beri kurgulanan ahlaki bir yasa gibi işliyor: ‘Allah devletimize zeval vermesin.’ Burada suçun örtbas edildiği bir olağanüstü suç rejimi yaratılıyor.”
‘Görünmez kılmak istiyor’
Devletin, neoliberal-İslami sermaye ile birlikte Kürt alanında siyasal işgali ekonomik işgalle desteklediği, yerinden etme ve nüfus politikalarıyla orada olağan hale gelen gündelik militarist şiddete de onay verdiğini belirten Sustam, “Burada devlet ırkçılığı, ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi bariz şekilde kendi aktörleri üzerinden körüklüyor. Hiddetle Kürt alanında savaşa giden aktörleri haklı kılan yasalar çıkararak, şiddeti olağan hale getirerek, yani normalleştirerek her gün yaşanan bu ölümleri bertaraf etmek, görünmez kılmak istiyor. Bu tipik anlamda yönetim arzusunun despotik hiddetini maskelemesidir. Kitleler başka kriz uğraşlarıyla sessizleştirilmeye çalışılırken burada gündem de başka kriz raporlarıyla (Rojava, Amerika, düşmanlar, misakı milli, dağa kaçırılan çocuklar vs.) başkalaştırılıyor” dedi.
Beyaz toroslar
Askeri şiddet aygıtlarının Kürt coğrafyasının gettolarında 1990’lı yıllardaki Beyaz Toros işlevi gördüğünü aktaran Sustam, şunları söyledi: “Demek istediğim devletin birçok farklı kurum aygıtını harekete geçirerek normal bir baskı mekanizması yerine bundan daha kapsamlı bütünlüklü işleyen tahakkümün meşrulaştırılmasını sağlayan bir durum var. Bir yandan ‘çocukları dağa kaçırılan’ anneler söylemi üzerinden, Barış ya da Cumartesi Anneleri karşıtı ama diğer yandan HDP’yi kriminalize etmeye çalışan tipik muktedir tahakkümü çabası var. Diğer yandan en klasik anlamda rant ve soylulaştırma projeleri ile ya da HES’ler ve altın arama üzerinden bütün bir coğrafyanın kaderi neoliberalizmin yönetimsellik hukuku etrafında şekillenen politik bir rasyonelliğe yaslandırılıyor. Lokal alanlarda bütün şiddet aygıtları devreye sokulurken, başka alanlarda muhalefeti bölme, parçalama ve aynı zamanda böylelikle kendisine karşı olan pratiklere dair saha kazanma, o bilgiye sahip olmaya çalışıyor.”
‘Sivil itaatsizliği güçlü kılmak gerek’
Şiddet araçlarına karşı çözümün şiddet olmadığını ve direnişi sivil itaatsizlik boyutunda güçlü kılmak gerektiğine dikkat çeken Sustam, sözlerini şöyle noktaladı: “Örneğin son zamanlarda AKP önünde eylem yapmak isteyen insanlar artmaya başladı. Burada devletin ve güç dengelerinin nasıl ikiyüzlü olduklarına şahit oluyoruz. Keza polis müdahale ederek gösteri hakkını kullanan protesto yapan insanları tutukluyor. Devlet bu anlamıyla şiddetin boyutlarını bir kontrol tekniği olarak hesaplarken, şiddetin hangi boyutlarda toplumda mekanik dağılıma girmesi gerektiğini Kürt kent direnişleri sırasında zaten sınamıştı, şu an sanırım bunu tamamen yaymaya çalışıyor. Sadece militarize edilmiş bir toplumdan bahsetmiyorum, bu zaten var olan bir durum, ben tamamen korku duvarları içine yerleştirilmiş paranoya ile devam eden bir toplumsallıktan, kapatılmadan bahsediyorum. Herkesin her an şiddete eğilimli olduğu paramiliter bir toplumsallık bu” diye konuştu.