Emperyalist kapitalist sistem, insanlığın var oluş koşullarını ve bir bütün olarak doğal sitemi tehdit eden bir noktaya ulaşmış bulunuyor. Dünya, büyük güçlerin yeniden paylaşım mücadelesinin yol açtığı bir savaş alanına dönüşürken yoksulluk, iç savaşlar ve katliamlardan kaçan milyonlar büyük göç dalgaları halinde kendilerinden çalınan yaşamların peşinden metropol ülkelere akmaya başlamış durumda. Yerleşik devlet yapıları, büyük mülteci hareketleri ile yüz yüze geliyor. Kapitalizm, dünya ve insanlığa yok oluşu dayatıyor.
Yaşanan küresel yıkımdan çıkış ve sürdürülebilir bir dünya arayışı, bir dizi tartışmayı kaçınılmaz hale getiriyor. Ufku, kapitalizm ötesini göremeyen bir dizi teorisyen, tartışmayı insancıl ve ekolojist bir kapitalist üretimin mümkünlüğü ile sınırlayıp emperyalist devletlere karşılığı olmayan çağrılar yapmaya başladılar. İster insani yıkımı isterse ekolojik yok oluşu durdurmaya yönelik olsun, bu çağrıların ortak özelliği üretimin karakterine ve emperyalizmin yapısına dokunmadan birtakım anlaşmalar ve insani çıkışlarla yaşanmakta olan insani ve küresel yıkımın durdurulabileceğine dair naif bir beklentiyi dillendirmeleridir. Bu çabalar ve arayışlar iyi niyetli olmakla beraber gerçekliğin yüzeyinde gezindikleri için karşılıksız kalmaya mahkûmdurlar.
Bununla birlikte son zamanlarda çok bilinçli bir şekilde Marksist-Leninist teori ve politikayı hedef alan, sosyalizmi kaba bir otoriterizm tanımlaması temelinden hareket ederek faşizm ve benzeri devlet şekilleri ile eşitleyerek karalayan girişimlerde bir artış yaşanmaya başlandı. Doğrudan ya da dolaylı olarak emperyalist tekeller tarafından finanse edilen ya da yönlendirilen kimi yazarlar ve kurumlar, kapitalizmin karşısında tek alternatif olan sosyalist üretimi ve onun vadettiği toplumsal yapılanmayı karalamak için güncel ve tarihsel bir dizi çarpıtmaya başvuruyorlar. Bunu yaparken her çeşit haksızlığa ve yalana başvurmaktan, insan hafızasına saldırmaktan geri durmuyorlar. Bu duruma son örneklerden birini sağı ve soluyla Avrupa Parlamentosu verdi.
AB Parlamentosu içerisinde bulunan sosyal demokrat, liberal, yeşil, muhafazakâr ve diğer sağdaki partiler ortak bir önerge vererek komünizmi ‘hatırlatan’ sembollerin yasaklanması çağrısında bulundular. “Nazi ve komünist rejimlerin, insanlık tarihinde görünmeyen bir ölçekte toplu cinayetler, soykırım ve sürgünler gerçekleştirdiği” ileri sürülerek, Hitler faşizmini, onu 20 milyondan fazla vatandaşının ölümü pahasına yıkan SSCB ile bir tutmak gibi hadsiz bir iddiada bulunuldu. Ayrıca “Nazi, komünist ve diğer totaliter rejimler tarafından yapılan saldırganlık eylemlerini, insanlığa karşı suçları ve kitlesel insan hakları ihlallerini en güçlü şekilde kınıyoruz” denilerek faşizme karşı mücadeleyi simgelemek için yapılmış anıtların “Tarihi değiştirmek amaçlı totaliter rejim propagandası” olarak görülmeleri ve kaldırılmaları talep edildi.
Benzer saldırılar, çeşitli yazarlar tarafından genel olarak sol kamuoyu tarafından takip edilen internet gazetelerinde de gündeme getiriliyor. Bu yazarlardan birisi Arap İsyanları’nı ele aldığı bir yazısında aynı yere çıkan bir çıkarsamada bulunmaktan çekinmiyor ve şöyle diyor: “Sonuç olarak isyanlara katılsın ya da katılmasın insanlar artık ideolojilerin yer değiştirmesinin çözüm olamayacağını, hatta mevcut otoriterliği üreten şeyin bizzat bu ideolojiler olduğunu düşünmeye başladı. Tam da bu yüzden artık sokaklarda İslami, Arapçı ya da sosyalist bir yönetim talebinin çok da fazla karşılık bulmadığı, daha çok adalet ve özgürlük taleplerine vurgu yapıldığı, isyanlara yolsuzluk karşıtı bir söylemin hâkim olduğu görülüyor”. Birileri faşizmlerle sosyalizmi eşitlerken, diğeri sosyalizmi İslami selefilikle eşitlemekten çekinmiyor.
Yolsuzluğu, adaletsizliği ve yoksulluğu yaratanın mülk sahibi sınıfların diğerlerini ezmesi, emperyalist devletlerin yoksul ülkeleri yağmalaması olduğu gerçeğini bir anda unutuyor. Sömürüyü ve yağmayı organize eden, ondan beslenen iktidarları yok sayıyor. Siyasal iktidarlara karşı mücadelenin sınıfsal karakterini görmezden geliyor. Doğal olarak sınıfı ve sınıf devrimini de hafızadan siliyor.
Bu saldırıların güncel olarak artıyor olması tesadüf değildir. Yerkürenin hemen her yerinde yoksul halklar ve işçiler dayanılmaz hale gelen sömürü ilişkilerine karşı harekete geçmiş bulunuyor. Ekvador’dan Sudan’a, Irak’tan Arjantin’e değişik ülkelerde benzer taleplerle sokaklara çıkan, ayaklanan ve iktidarları hedef alan eylemler yaşanıyor. Buna karşın sosyalizmin bir umut olarak yayılması engellenmek isteniyor. Süslü sözlerin arkasında sömürü düzeninin devamı gizleniyor.
Elbette devrimcilere düşen görev, bu hayâsız saldırı karşısında sosyalizmi savunmak olmalıdır. Zira yaşanan yıkımın karşısında sosyalizm dışında bir alternatif henüz ortaya çıkmamıştır. Sosyalizmi savunmak, halkların çıkarını ve geleceğini savunmaktır. Sosyalizmi savunmak, var olan her çeşit haksızlığın ve adaletsizliğin kökenindeki sömürü ilişkilerine, bu sömürü ilişkilerini ortaya çıkaran mülkiyet tarzına karşı çıkmak, sınıfsız sömürüsüz bir dünya istemektir. Ve elbette sosyalizmi savunmak, patronların dünyasını yıkmak için devrimi savunmak, patronların iktidarının ve devletinin karşısında işçilerin ve ezilenlerin devletini savunmaktır.