Bu köşede 23 Mart tarihinde kaleme alınan bir yazı “Hükümetler sorunu tıbbi bir mesele olarak ele almayı ve sağlık kaynaklı tedbirleri devreye koyarak toplumu yönlendirmeyi tercih etme çabasında görünüyor. Ne yazık ki iktidarların meseleyi sağlık meselesine indirgeyen ve kendi sorumluluklarını gizleyen bu çizgisi, toplumsal muhalefetin dilinde de etkin oluyor. Sağlık meselesini sağlık politikaları ekseninde ele almayan, politikayı sınıfsal temelinden koparan çizgi halka evlerinden çıkmama çağrısı dışında fazlaca bir öneri geliştiremiyor. Fakat kabul edilmesi gereken bir başka gerçeklik de sağlık krizinin hızla sosyal bir krize dönüşme potansiyeline sahip olduğu gerçekliğidir. Mesele, politik bir meseledir” tespitini yapıyor ve “toplumsal muhalefet, iktidara çağrı yapmaktan vazgeçip halka seslenmeye başlamalıdır” seslenişi ile bitiyordu.
Yaşananlar, salgının hızla sosyal bir krize dönüştüğünü gösteriyor. Salgın; ağır ekonomik kriz içerisinde kıvranan, kendisiyle beraber yerküreyi ve insan toplumunu yıkıma götüren kapitalist sistemin üzerindeki son perdeyi de çekip almış ve krizi daha derinleştiren bir rol oynamıştır. IMF Başkanı Kristalima Georgieva, birçok ülke için gelen son verilerin, IMF’nin zaten kötümser olan tahminlerinin altında olduğuna işaret ederek, “Hızlı bir tıbbi çözümün olmadığı durumda bazı ekonomiler için maalesef daha olumsuz senaryoların gerçekleşebileceğini” belirtiyor. Dünya ekonomisi, 1929 krizi ile kıyaslanan bir daralmayı yaşarken milyonlarca işçinin işsiz kalacağı vurgulanıyor. Kapitalistlerin ekonomik krizi, hayatını çalışarak sürdürmek zorunda olana yığınlar için işsizlik, artan sefalet ve yoksullaşma anlamına geliyor. Kitlesel yoksulluk geliyor.
Dünya çapında olmakta olan, daha ağır bir şekilde ülkede cereyan ediyor. Saray rejimi, salgını bir sınıf karantinası ile karşılamayı tercih etti. Üst sınıfların ve zenginlerin can ve mal güvenliğini temel alan bu politika milyonlarca işçinin işsiz kalmasına, çalışanların ise hastalanmayı göze alarak çalışmaya devam etmesine dayanıyordu. Salgın sonrası olarak adlandırılan normalleşmenin işsizliğe ve yoksulluğa çözüm olmayacağı açığa çıkmış bulunuyor. Nasıl ki doğal afetlerin gerçek boyutu afet sonrası ortaya çıkarsa, salgının sosyal sonuçları da salgın sonrası anlaşılacaktır. Salgının yarattığı panik ve korku havası dağılıp hayat normalleşirken, sokağa dönen insanlar yaşanan yıkımın gerçek boyutları ile karşılaşacaktır. İktidar, küçük işletmeleri ve kayıt dışı sektörleri kapatarak işsiz bırakıp eve kapanmaya zorladığı milyonlara hiçbir destekte bulunmayarak, onları sefalet içerisinde yaşamak zorunda bıraktı. Artan yoksullaşma ve hayatın sürdürülemez hale gelmesi karşısında, normalleşme adı altında bu sektörleri çalışır hale getirerek bu sefaleti kabul edilir hale getirmek istiyor. Gözden kaçırılan, yaşanmakta olan salgının insanların yaşadığı sefalete gerekçe üretiyor olmasıdır. Salgın sonrası bu gerekçe ortadan kalkınca insanlar yaşanan sefaletin bizzat üretimin yapısından ve iktidarın politik tercihlerinden kaynaklandığı gerçeği ile yüzleşeceklerdir. Hayat, iyi bir okuldur.
Saray rejimi yaşanmakta olan ekonomik yıkımın ve bunun olası sonuçlarının farkında olarak davranmaktadır. Bir dizi gerilim ve darbe söylentisi ile yaşanmakta olan sosyal krizi gölgelemeye, sınıfsal, ekonomik sorunları kimlik siyasetinin dar duvarları içerisine hapsederek, kendi tabanını konsolide etmeye çalışmaktadır. Böylece bir yandan gerçek gündem bu tartışmaların gölgesinde görünmez hale getirilmekte, öte yandan rejimin oy tabanı olan yoksullar yeniden sarayın yanında durmak üzere hareketlendirilmek istenmektedir. Toplumsal muhalefetin öncülleri, salgın sırasında durumu sağlık meselesine indirgeyen bir söylemin ötesine geçmeyerek işçi sınıfı ve yoksul halk kitlelerini devlet karşısında yalnız bırakmışlardır. Bu söylem neredeyse iktidara yapması gerekenleri öğütleyen bir perspektifin ötesine geçememiş, halk yerine iktidara çağrılar yapmakla kendini sınırlamış, durum tespitiyle yetinmiştir. Şimdi iktidarın normalleşme çağrıları karşısında da aynısı tekrarlanmakta, sosyalistler bir sağlık kurumu, sosyal dayanışma ağı gibi davranmaya devam etmektedir. Mesele politiktir ve siyasal hareketler, siyasal olanla ilgilenmelidir.
Rejimin baskıcı karakteri ve düşmanlaştıran söylemi, ancak onun sınıfsal boyutları ve halka karşı düşman kimliği deşifre edilirse açığa çıkarılabilir. Kimlik siyasetinin karşısına sınıf siyasetini çıkarmak, yoksulluğun, iktidarın savaş politikaları ve sınıf karakteri ile ilişkisini açıklamak, yoksullarla iktidar arasında oluşmuş bulunan yanılsamalı kimliksel bağların koparılmasına hizmet edecektir. Sosyalistler iktidarın gündemi muğlaklaştıran kışkırtıcı söylemlerine laf yetiştirme ve tekil hak arama kavgalarına girmekten vazgeçerek, doğrudan iktidarı hedef alan bütünsel bir mücadeleye girmek durumundadırlar. Salgının sosyal bir krize dönüştüğü görülmeli, derinleşen krize karşı işçi sınıfı ve halktan yana bütünsel bir çözüm programı ile çıkılmalıdır. İktidara değil, halka çağrılar yapan bir duruma geçilmelidir. Söz konusu program basit, anlaşılır ve yapılabilir bir karakterde olmalı, bu programın arkasına onu yapabilme cesareti ve potansiyeli olan bir güç yığmak için çabaya girişilmelidir. Kapitalist yıkımın tek alternatifi sosyalizmdir. Sosyalistler yaşam koşullarını iyileştirmek için değil, bizzat değiştirmek için harekete geçmelidir.