Richard Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü’nde, post-Fordist üretim yöntemlerine geçişin bazı sonuçlarını tarif ederken, şirketlere özgü riskin işçilere kaydırılmasından, işçilerin daha esnek olma ve sürekli kendi değerlerini kanıtlama talebiyle yüz yüze olduklarından söz eder. “Kurumların artık uzun vadeli bir çerçeve sağlamadığı yerde, birey kendine geçici bir hayat anlatısı bulmak, hatta belki de kalıcı bir benlik duygusu olmadan yaşamak zorunda kalabilir,” diye yazar. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bunların ikisini birden yaşıyor olabiliriz
Sosyal medya araçları, yapılandırılma biçimlerinden ötürü, bizleri durmadan kimliğimizle ilgili yaratıcı çözümler üretmeye zorluyor; kimliğimiz aniden, çeşitli sosyal medya kanallarını yeni içeriklerle takviye ederek çözmemiz gereken, sürekli nükseden bir sorun olarak belirginleşiyor. Sosyal medyadaki mevcudiyetimiz, önceden var olan bir benliği yansıtmıyor; benlik göstergelerini devreye sokmamıza, yeni bağlamlara yerleştirmemize ve dikkat gösterilmeye değer şeyler olarak sunmamıza dayanıyor. Bu da bizi, Paolo Virno’nun “iletişim ustalığı” dediği yetiyi ve kültürel anlamların üretilmesine gönüllü olarak katılma alışkanlığını geliştirmeye sevk ediyor.
Çevrimiçi veri havuzu, benliğin öncelikli alanı haline geliyor – çalışma hayatının geçiciliğini telafi eden ve gündelik hayattaki yüzleşmelerde yaptığınız yanlışları ve kabalıkları düzeltebilecek, ruhsatlı benlik versiyonunuzun alanı. Fakat karşılığında kendinizi, yalnızca sitede paylaşabileceğiniz, veritabanlarını besleyecek şeyler çerçevesinde düşünmenizi talep ediyor. Reklamcılığın mutat mesajı –insanın en derindeki hakikatinin, iyi işlenmiş yüzeyler üzerinde oynanarak dışa vurulabilir olduğu mesajı– sosyal medyada aşağılayıcı değil, kullanışlı hale geliyor. Artık kendinizi ifade etmek ile kendi reklamınızı yapmayı harmanlayarak “kendinizi satıyor” olmaktan endişe etmenize gerek yok, zira çevrimiçi benliğin hizmet kullanım şartları, kendinizi satmanın kaçınılmaz olduğunu farz ediyor. Zaten sırf sosyal medyanın şartlarına uygun bir öznelliğimizin olmasını seçmekle bile kendimizi satıyoruz.
Sosyal medya, her yerde hazır ve nazır bir fabrika ve gayri maddi emeğin dağıtım merkezi işlevi görmenin yanı sıra, dikkat ekonomisi içindeki performansımızı takip edeceğimiz bir skor tahtası da sağlıyor: Twitter takipçilerinin sayısı, son Facebook güncellemesine yapılan yorum sayısı, bir Tumblr gönderisinin yeniden bloglanma sayısı, vs. vs. Gündelik hayatın oyunlaştırılmasına uygun olarak, skor tutmak, oyuna katılma arzumuzu körüklüyor, böylece sosyallik rekabetçi ve dolayısıyla daha verimli hale geliyor. Dikkat çekmenin yeni yollarını bularak ve (sosyal medyada bizzat birer markaya dönüşmüş arkadaşlarınız da dahil) başka markalı ürünlerin değerini yükselterek puan topluyorsunuz. Sürekli, sosyal medyada kimliğimizi devreye sokmanın yeni yollarını icat etmeye teşvik ediliyoruz. Kimlik işaretleri neredeyse belirdiği anda miadını dolduruyor. Güncellemeler ve tweet’ler fırtına gibi geliyor, kendi dalgalarını yaratıp yok oluyor.
Eskime hızını hiç durmadan artıran sosyal medya, bizi ümitsizce yeni şeyler bulmaya zorluyor; dışlandığımız, geri kaldığımız endişesini, ânın ruhunun biz ona dahil olup payımızı almadan geçip gideceği korkusunu besliyor. Kendimiz olabilmek için, tekrar tekrar, kendimiz oluşumuzu seyretmemiz gerekiyor. Fikrî gayri maddi emek artığı, böyle bir özfarkındalıkla, bir tür lanetli paya dönüşüyor: iş yerindeki rekabetçi beyin fırtınası seanslarından, statü-hiyerarşi kavgalarından, hangi müziğin ve hangi filmlerin iyi olduğu tartışmalarından, Facebook hesabınıza bakıp arkadaşlarınızın paylaşımlarının gerisinde kaldığınız hissine kapılmaktan, hiç bitmeyen kendini suçlama ve kendini düzeltme döngülerinden geriye kalan artık. Bunlar çağdaş güvencesizlik deneyiminin tipik unsurları – nereden geleceği belli olmayan toplumsal dışlanma tehdidi ile, kaçınılması mümkün olmayan bir yetersizlik hissinin karışımı.
Dolayısıyla sosyal medya şirketleri, vaat ettiklerinin aksine, topluluğun oluşmasını kolaylaştırmıyor. Şöhret olma fantezisine, herkesin kendine ait bir izleyici kitlesi yaratması gibi imkânsız bir hayale cevap veriyor.
Halbuki yaratıcı “sınıfı” gerçekten herkesi kapsayan bir yaratıcılık içinde çözündürmek için, “havalı” olanın zorbalığını ortadan kaldırmak gerekiyor, sosyal medyada olduğu gibi genele yaymak değil.
*Derya Yılmaz tarafından çevrilen bu yazı e-skop.com’dan alınmıştır.