Almanya’da eyalet parlamentosu seçimleri genellikle Federal Hükümet için önemli bir kamuoyu yoklaması anlamını taşırlar. Duruma göre de bilhassa Bavyera gibi zengin bir eyalet söz konusuysa, ülke çapında siyaseti sarsacak depremlere yol açabilirler. Nitekim geçen pazar günü yapılan Bavyera Eyalet Parlamentosu Seçimleri sonuçları itibariyle hem Merkel hükümetini darbeledi, hem de Almanya’daki yönetim krizinin derinliğini bir kez daha açığa çıkardı. Aynı zamanda da Alman Sosyal Demokrasisi’nin sefaletinin bitmeyen bir hikâye olduğunu kanıtladı.
Belirttiklerimizi açıklamak için önce seçimin sonuçlarına bakalım: On yıllar boyunca mutlak çoğunluğu elinde tutarak, sadece Bavyera’nın değil, Almanya’nın da siyasî arenasını belirleyen Hıristiyan Sosyal Birlik partisi CSU, yüzde 10 oy kaybıyla bir koalisyon ortağına muhtaç kaldı. SPD ise 2013’de aldığı oyların yarısını kaybedip beşinci parti seviyesine düşerek, tarihsel bir yenilgi aldı. Toplumsal kutuplaştırmanın kazananları ise bir tarafta Yeşiller olurken, diğer tarafta da ilk kez Bavyera seçimlerine katılmasına rağmen eyalet parlamentosunun dördüncü gücü hâline gelen ırkçı-faşist AfD oldu. Liberal FDP barajı küçük bir farkla geçebilirken, Sol Parti yüzde 3,2 ile barajın yakınına dahi gelemedi.
Seçim sonuçlarını son haftaların toplumsal olayları ile bağlantılı ele aldığımızda, analizde yanılma payımız yüksek olur. Çünkü önce 50 binden fazla insanın Hambach Ormanı’nın kesilmesini engellemesi, ardından gerici Polis Yasasına karşı farklı eyaletlerle on binlerce insanın sokaklara dökülmesi, nihâyetinde Berlin’de 240 bin insanın ırkçılığa ve ayırımcılığa karşı ciddî bir çıkış yapması, kimi solcunun “en sonunda sol rüzgâr esiyor” ümidine kapılmalarına yol açmıştı. Ancak Bavyera seçimleri bu ümitlerin boş olduğunu gösterdi. Sınıfsal olarak baktığımızda bu seçimlerin burjuva partilerinden oluşan bloğun hâlâ büyük bir toplumsal çoğunluğa sahip olduğunu ve CSU hükümetinin alaşağı edilemediğini görebiliriz.
Merkel hükümeti açısından bakıldığında ise sonuçlar “alarm zili” niteliğinde. Ekim sonunda Hessen’de yapılacak olan eyalet seçimlerinde iktidardaki Hıristiyan Demokratlar’ın olası oy kayıpları, Merkel’in Şansölyeliğinin, dolayısıyla Büyük Koalisyonun sonunu hazırlayabilir. Ve görüldüğü kadarıyla gidişat, Merkel hükümeti kurulduğunda yaptığımız “bu hükümetin ömrü en fazla iki yıl olabilir” tespitimizi teyit edeceğe benziyor. Çünkü 2015’den itibaren daha da belirginleşen ve şimdi ayyuka çıkan yönetim krizi, Alman tekelci burjuvazisinin “sağ partiler opsiyonuna” yönelmesini hızlandıracak gibi, ki kimse Yeşillerin çoktan bu bloğun parçası olduğunu unutmamalı.
Ren Kapitalizmi döneminde, daha 1959 Godesberg Programı ile Marx’ı reddetmesinden sonra ülke yönetimine koopte edilen ve saldırgan antikomünizmin kalesi hâline gelen Alman Sosyal Demokrasisi, 1990 sonrasında Yeşillerle birlikte neoliberal cepheye sığındığında kooptasyonunun bitmeyeceğini umuyordu. Bir zamanlar bir milyona yakın üyeye sahip, ama şimdi üyelerinin üçte ikisini kaybetmiş olan SPD asıl bitmeyen hikâyenin kendi sefaleti olduğunu hâlâ göremiyor, görmek istemiyor. İşin kötüsü, zerrelerini tutmakta zorlanan Almanya reformist solu da, sendikal hareketi de dahil Sosyal Demokrasinin bu sefil hikâyesinden bir şeyler öğrenmek niyetinde değil. Böyle kaldığı müddetçe de, “Batı cephesinde değişen bir şey” olmayacak. Ta ki Sisyphos misali uğraş veren Alman komünistleri yeni bir hikâye yazana dek. “Olmaz” demeyin. Tarihin sonu henüz gelmedi daha…