Günümüzde toplum ve akademi, Hegel’in öznenin kendini yadsıması ilkesini doğrular nitelikte kendi ırkçı temellerinin yadsınması krizi ile yola devam ediyor
Cengizhan Kaptan
Türkiye’nin toplumsal ve siyasi tarihinde ırkçılığın konumunu belirlemek ve buna göre politika üretmek, geleceğe yönelik adımların doğru atılması açısından önemini sürekli bir biçimde korumakta. Bir deneme mahiyetinde ele alacağım bu yazı serisinde birinci bölümde belli başlı sosyal bilim alanlarında ırkçılığın nasıl tanımlandığını işleyeceğim.
Bu bölümde çok kısa bir şekilde literatürdeki tanımlamaları sunacağım. İkinci bölümde ırkçılığa ve kolonyal sisteme karşı duruşu ile sembolleşmiş isimlerden Frantz Fanon’u ele alacağım. Üçüncü bölümde ise Türkiye’ye özgü ırkçı/milliyetçi yapıyı ele alan ve haklı bir biçimde çok ses getiren Türklük Sözleşmesi adlı eseri aynı zamanda eleştirel bir biçimde değerlendirip dördüncü ve son bölümde de genel bir değerlendirme ile yazı dizisini noktalayacağım.
Yazıların amacı tartışmadır; doğrular ancak önce inceleme yaparak, bulgular ve yorumlar üzerinde düşünerek ve tartışarak ortaya konabilir. Zaten doğruların da kendilerine bir süre sonra daha da doğrulara ulaşacağı bilinen bir husustur. Haliyle, bu yazılarımın doğruları bulmuş ve gösteren bir kişiye değil, doğruları kolektif bilinç perspektifinde arayan birine ait olduğunu özellikle ve önemle belirtmek isterim. Keza, yazdıklarımın “şu andaki” doğrularım olduğunu da vurgulamak isterim.
Sosyal psikoloji:
Diğer psikoloji alanları da çeşitli frekanslarda ırkçılık ile ilgilenmekteler ancak toplum içinde insan davranışlarını, düşüncelerini ve hislerini incelemeyi alan olarak belirleyen sosyal psikoloji dalı, konuyu doğrudan kapsamakta. Sosyoloji ile sosyal psikoloji aynı toplumsal olayları inceleyebilir ancak sosyolog toplumsal davranışlara odaklanırken sosyal psikolog ise toplum içerisindeki bireye odaklanacaktır.
Sosyal psikoloji üniversite kitaplarında popüler bir yeri olan “Sosyal Psikoloji” eserlerinin sözlük kısmında, Hogg ve Vaughan (2014) ırkçılığı “insanları etnik köken ya da ırklarına dayanarak, önyargı ve ayrımcılığa tabi tutmak” olarak tanımlamışlardır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, ırkçılık önyargı ve ayrımcılığın bir sonucu ya da başka bir deyişle alt-kategorisi olarak tanımlanmaktadır.
Aronson, Wilson ve Akert (2012) de birçok insanın dış söylemlerinde ve davranışlarında ırkçı olarak damgalanmamak için dikkatli davranmayı öğrendiklerini ancak güvenli bir ortamda içindekileri ortaya koyduğunu belirterek, buna ‘modern ırkçılık’ tanımı getirmişlerdir (s.797). Bir örnek verecek olursak ‘Tabi ki çocuğum ve Ermeniler aynı okulda okuyabilir’ diyen bir veli, gerçekte araştırma yapıp çocuğunu Ermeni olmayan bir okula göndermek ya da çocuğunun sınıfında Ermeni öğrenci olmamasını sağlamak için girişimde bulunursa bu bir tür ‘modern ırkçılık’tır.
Irkçılığın nasıl tezahür ettiği konusunda ise Wetherell, Taylor ve Yates’in (2001) söylem analizi, ırkçılığın günlük yaşamda nasıl içe işlemiş olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. İçselleştirilmiş ırkçılık söylemlerde kendisini göstermekte ve sürekli olarak yeniden üretilmektedir. Sosyal psikoloji alanında Hogg ve Vaughan’ın (2014) içselleştirilmiş ırkçılığın örtülü biçimde tohum halinde var olduğunu ve siyasi rejimlerin tohuma gereken yeşerme ortamını sunabileceklerini de ifade ettiklerini de belirtelim. Yazarlar, Bosna ve Ruanda’da yaşanan ırkçı vahşetleri bu konuda örnek gösterirler. Bu husus önemlidir; zira, ırkçılığı genelde insan ve insan gruplarının yetişme biçimlerine indirgeyen psikolojik tanımlamaların ötesinde, sistemlerin endoktrine edici özellikleri ile kitleleri nasıl soykırımlara yönlendirdiklerini vurgulamaktadır.
Sosyoloji:
Wilson (1999), köken itibarı ile ırkçılığın “bir ırkın egemenliğinin ideolojisi” olduğunu ifade eder. Bu egemenliğin şabloncu bir biçimde hem biyolojik hem de kültürel üstünlüğe dayanarak ‘hak edilmiş’ bir egemenlik olduğu dile getirilir. Aslında söz gelimi hayvan türlerine kıyasla çok daha sınırlı farklılıklar içeren insan türü içindeki deri rengi, göz şekli ve benzeri farklılıklardan dolayı ırklar bir nevi ‘inşa edilmiştir’. Bu farklılıkların hiyerarşi ve toplumsal anlamda farklılıklar içerip belirli bir oluşturulmuş ırkın hakimiyeti neticesinde ırkçılık meydana gelmektedir.
Sosyal bilimler ve özellikle sosyoloji alanında eksik kalan yönlerden birisi de ırkçılığın daha çok kişisel inançlara ve davranışlara dayanan nedenlere dayandırılması idi. Stokely ve Hamilton (1967) alanda ilk kez kurumsal ırkçılığı dile getiren sosyologlar olarak değerlendirilmektedir (Wilson, 1999). Bu yeni ve aslında olması gereken araştırma metodu doğrultusunda kurumsal ırkçılık, ırk ayrımcılığı, eşitsizlik, iş piyasalarındaki ayrımcılık ve ulus-devletteki kurumsal yapı ve kurallar ışığında ele alınmaya başlanmıştır. Gelişen süreç zarfında, ırkçılığın nasıl ve ne şekilde yapılandırıldığı ve hâkim olduğu ele alınmakla birlikte, ırkçılığa karşı verilen cevaplar da özellikle 1990’lardan itibaren ayrı ve gitgide büyüyen bir literatüre kavuşmaktadır. ‘Günlük hayattaki ırkçılık’ diye kategorileştirilen bu alanda ırkçılığın hedefi kitlelerin nasıl hâkim ırkçı ideolojileri içselleştirdikleri ve davranış biçimleri ile nasıl ırkçılığa bir anlamda teorik anlamda sonsuza kadar tahammül edebildikleri ortaya konulmaktadır. Essed’in (1991) günlük hayattaki ırkçılık üzerine çalışması ırkçılığın hedefi olan kitlelerin nasıl deneyimler yaşadıklarını, bilgilendirildiklerini ele almaktadır. Daha detaylı bilgi için Lamont ve Mizrachi’nin (2012) ırkçı damgalamanın etkilerine ve bu damgalamaya karşı nasıl mücadele edildiğini gösteren çalışmalarına bakılabilir.
Burada vurgulanması gereken husus, sosyoloji alanında ve akademide ırkçılığa karşı araştırmaların nispi anlamda dahi oldukça geç bir süreçte başladığını not etmektir. Dünyanın yakıcı sorunlarından birisi olan ırkçılık, ayrımcılık, önyargı gibi hususların toplumbilimde dahi uzun bir süre bireysel nedenlerden kaynaklanan bir alana hapsedilme evresinin akademik kurumların geçmişlerinin niteliği hakkında da bir ipucu verdiği aşikardır.
Antropoloji:
İlk olarak, antropolojinin Avrupa sömürgeciliğinin ürünü olarak ortaya çıktığını belirtmek gerekiyor belki de. O zamanlar, Avrupalılar ırklar ve kültürler arası farklılıkların nasıl açıklanabileceği, ‘öteki’ insanların aynı şekilde insan olup olmadığı gibi sorulara cevaplar arıyorlardı (Antrosio, 2011). Kültürel (sosyal) antropologların etniklik, ırkçılık üzerine daha detaylı çalışmalar yaptığını söylemek mümkün olsa da oluşturulan kategori ve kavramların titizlikle ele alınması gerekmekte. Şöyle ki, antropoloji ırkçılık, etnosentrizm (etnik-merkezcilik), milliyetçilik gibi kavramları daha detaylı bir biçimde ele aldığı için buradan yola çıkıp analiz yapmak farklı görüşlere yol açabiliyor. Örneğin, ırkçılığın milliyetçilikten farkı keskin bir biçimde belirlenip bir ülkede ezilen ulusa yapılanın ırkçılık olmadığı söylenebiliyor. Keza, etnosentrizmin diğer uluslara saldırganlık içermediği ve bir ulusun bireylerinin kendilerinin farklı yanları ile övünmelerinin geçerli olduğundan hareketle başka bir ülkedeki milliyetçiliğin ırkçılık değil etnik-merkezci bir yapıda olduğu söylenebiliyor. Akademi tarafında da hala beyaz olmayanların deri renklerinden dolayı ötekileştirilmekte olduklarına dair örnekler içeriyor mevcut durum. Çarpıcı bir anlatım için Savannah Martin’in bu tema üzerine yayınlanan yazısı okunabilir; akademide siyah derili insanların içerikten tavırlara kadar değişen bir spektrumda kendilerini bir türlü o ortama ait hissedemediklerini anlatıyor Martin. Aynı bağlamda, 2018 Mart’ında Philadelphia’da gerçekleştirilen Amerikan Etnoloji Cemiyeti İlkbahar Konferansı’nda Ortner’ın nasıl siyahların literatürünü es geçip sınıf bazlı bir sunum yaptığını anlatıyor Anar Parikh bir yazısında ve ırkın antropoloji alanında hala bir sorun teşkil ettiğini belirtiyor (Parikh, 2018).
1960’lı yıllarda anti-kolonyal mücadelelerin ve toplumsal hareketlerin ivme kazanması neticesinde antropolojinin de ırkçı ve kolonyal politikalar üzerine yoğunlaşmaya başladığını görüyoruz; oluşan bu ivme neticesinde Amerikan Antropoloji Cemiyeti, en azından söylem itibarı ile, kendini ırksal azınlıklardan oluşan öğrenci sayısını artırmaya ve bu grupların antropolojik alanda düşüncelerinin ses bulmasına adamış bulunmakta (Brodkin, Morgen ve Hutchinson, 2011).
George Floyd örneği
ABD’de son yaşanan ırkçılık olayı yani George Floyd’u dakikalarca boğazına dizi ile bastırarak öldüren polis cinayetinden sonra akademide de belirli inisiyatiflerin öne çıkması gayet beklenebilir bir durumdur. Örnek olarak adaletten ziyade yargılamaya davet içeren deklarasyonunda, Amerikan Antropoloji Cemiyeti ABD’deki ırkçı saldırıya karşı savaşımda farklılık, eşitlik, insan hakları konularındaki angajmanını tekrar dile getirip herkesi sorumluluklarını yüklenmeye davet etti. Bir başka örnek olarak üyesi olduğum İngiliz Psikoloji Cemiyeti (British Psychological Society) yayın organı The Psychologist’in Eylül 2020’deki sayısının kapağı siyah kapaklı olarak ‘Irkçılığa karşı durmak’ ana başlığı ile yayına verildiğini belirtebilirim. Ana temada çeşitli alanlardan psikologların acil eylem çağrısı ortak nokta iken Brighton Üniversitesi’nden Bruno de Oliveira’nın (The Psychologist, Eylül 2020) kaç üniversitenin (kuruluşun) Frantz Fanon öğrettiğini sorması ve sorgulaması kayda değer bir biçimde ırkçılığa karşı olan tepkinin akademide ırkçılık üzerine eğilmenin daha da yoğun bir biçimde gerçekleşeceğini gösteriyor.
Diğer bilim dallarında hatta doğal bilimlerde dahi ırkçılığın değişik biçimlerine rastlamak mümkün. Burada neredeyse tipik hale gelmiş neden-sonuç odaklı pozitivist anlayışın etkisini görmek mümkün. Neden-sonuç odaklı araştırmalarda gözden kaçan ya da kasıtlı olarak bir kenara terkedilen değişkenlerin etkisi dikkate alınmaz. Söz gelimi, biyolojik temelli farklılıkların insanların sağlık durumları üzerinde etkisini ölçen biyolojik/tıbbi araştırmalara rastlayabilmekteyiz hala. Bu araştırmalar, örneğin beyaz ırkın siyah ırka göre daha sağlam kalp sağlığı olduğunu ileri sürüp bunu biyolojik farklılıklara indirgeyebilmektedir. Oysa, Covid-19 verilerinden de anlaşılabileceği gibi bu farklılıkların sosyal eşitsizlik ve adaletsizlik dolayısı ile meydana geldiği gerçeği gölgelenmektedir. Konuyla ilgili örneğin Gravlee (2009) tarafından kaleme alınan araştırma, ırkçılığın nasıl biyoloji olarak öğretildiğini (ya da “yutturulduğunu”) güzel bir biçimde ortaya koymaktadır.
Sonuç
İlk bölümde, değişik sosyal bilimler alanlarında ırkçılığın nasıl işlendiği ve ırkçılık kavramının toplumsal mücadeleler ve özellikle anti-sömürgeci küresel direniş kapsamında akademi dünyasında da dönüşüme yol açtığını vurguladım. Günümüzde toplum ve akademi, Hegel’in öznenin kendini yadsıması ilkesini doğrular nitelikte kendi ırkçı temellerinin yadsınması krizi ile yola devam ediyor; kendi kendilerini olumsuzlayarak ve ‘öteki’nden yani toplumsal mücadele ve ırkçılığa maruz kalanlardan aldıklarını kendi içlerindeki yadsımada/olumsuzlamada harmanlayarak sentez yollarını arıyorlar diyebiliriz ve bu olumsuzlamanın her yadsıma/olumsuzlama sürecinde olduğu gibi pozitif etkileri olacağını ifade edebiliriz. İkinci bölümde toplum ve akademideki olumsuzlamaya neden olan ancak daha da önemlisi, sömürge insanının kendine dönüş çağrısının öncülerinden ve anti-kolonyal mücadelenin sembolik isimlerinden Frantz Fanon’un düşüncelerini sunacağım.
YARIN: Türklük Sözleşmesi ve Türkiye’deki ırkçılık üzerine
Kaynaklar
Antrosio, J. (2011). Anthropology and human nature: Human beings in process. https://www.livinganthropologically.com/biological-anthropology/human-nature/ adresinden erişildi.
Antrosio, J. (2016). Evolution and race: Anthropology on race and racism. https://www.livinganthropologically.com/anthropology-2016/evolution-and-race adresinden erişildi.
Aronson, E., Wilson, T. D., & Akert, R. M. (2012). Sosyal psikoloji. İstanbul: Kaktüs Yay.
Brodkin, K., Morgen, S., & Hutchinson, J. (2011). Anthropology as White public space? American Anthropologist, 113(4), 545-556.
De Oliveira, B. (2020, September). We must act to decolonise psychology. The Psychologist, 3.
Essed, P. (1991). Understanding Everyday Racism: An Interdisciplinary Theory. Sage, New York.
Gravlee, C. C. (2009). How race becomes biology: Embodiment of social inequality. American Journal of Physical Anthropology, 139, 47-57.
Hogg, M. A., & Vaughan, G. M. (2014). Sosyal psikoloji. Ankara: Ütopya Yay.
Lamont, M., Beljean, S., Clair, M., 2014. What is missing?: Cultural processes and causal pathways to inequality. Socioeconomic Review, 12(3), 573-608.
Parikh, A. (9 Nisan 2018). Race is still a problem in anthropology. https://anthrodendum.org/2018/04/09/race-is-still-a-problem-in-anthropology/ adresinden erişildi.
Wilson, W.J. (1999). The Bridge over the racial divide: Rising inequality and coalition politics. Berkeley, CA: University of California Press