“Oh be, direnmek ne güzel şey!” sesleri tarihin derinliklerinde yankılanıyor hâlâ. Bir kez daha zirveleşti dağların doruklarında güneşimizin bahar yüklü sevdası. İsyana kesilmiş yürekler, milyonları derin uykularından uyandırıyor ve geçmişle gelecek arasında yeni köprüler kurarak ilerliyorlar, direniş çığlığı olarak. Hangi mevsim soldurabilir ki, kızıl güllerimizi, hangi zaman dindirebilir ki, bu özgürlük sevdamızı. Ölüm sessizliği bile boğamaz sesimizi, irademizi daha da bilenmekten başka.
Bedenimizi açlığa yatırırken, hücre hücre ölümü öldürürken bilincimizde yaşama ve özgürlüğe başka bir aşkla bağlanmak anlatılamaz. Hiçbir kelime anlatmaya, dile getirmeye yetmez. Yaşanır ancak! Belirsiz bir zamanın tarifi olmaz. Yanı başımdaki yoldaşımla her gün bir adım daha ölüme yaklaşmayı hangi yürek içine sindirebilir? Hangi söz yeterli gelebilir bu acıyı anlatmaya, betimlemeye? Su ve şekerle bir ömre kaç zaman biçilebilir ki? Kaç zaman gökyüzü yıldıza hasret yaşayabilir ki? Kaç gün güneşsiz geçsin? Neden ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgide gezinsin aydınlık yüklü yürekler? “Oğlum” derdi annem hep. “İnsan beş günden fazla aç yaşayabilir mi?” Yaşıyorum, yaşıyoruz işte. Görerek öğrendi yaşayabileceğimizi. Benimle aç kalarak zindan kapılarında deneyimledi.
Açlığı açlıkta yaşama yeniden başlamayı. Açlığında bir direnme biçimi, özgür yaşamı yaratma biçimi olduğunu… “Oğlumun haklı talepleri benim de talebimdir” diyen annemin sesini duyduğumda, kendinde dönüşerek dönüştürmeyi, birden on, yüz, milyon olabilmeyi, olabilmenin gücünü gördüm. Zindandan dışarıya bir el uzanıyor; Leyla’nın elin, dışarıda Nasır’ın eliyle buluşuyor. İki elden ellere taşınıyor küre biçimindeki gezegenimizi adeta özgür yaşam çığlığımız sarıyor, sarmalıyor evrenimizi. Yüreklerimizden yüreklere akıyor sıcaklığımız, sevdamız, özgürlük istemimiz. “Biz öldükten sonra kimse bir şey yapmasın; ne yapıyorsanız şimdi yapın” diyen Mehmet Tunç’un sesini, sözünü anımsıyorum. Abimin, bodrumlarda yakılan iki yüz insanımızın çığlığını duyuyorum. O gün geç kalındı. Ama bugün geç kalınmamalı. O gün, bugündür işte! Kim elinden ne geliyorsa, gücü neye yetiyorsa, kendisinden ne bitiyorsa, bugün yapmalı, yeşertmeli. Ancak geçmişte yapılamayanın gerçek özeleştirisi pratikle verilebilir.
Geçmişte yapılamayan bugün yapılarak geçmişin vicdani ağırlığından kurtulabiliriz. Tarih karşısındaki haklılığımız bizde temsilini bulan bir çocuk masumiyetindeki insanlığımız kazanacak ve yarasaların at oynattığı bu zifiri karanlık güneşin altın hüzmeleriyle bir kez daha yeniden aydınlığa kesecektir. Bilinç ve inanç yoğunluğuyla her türlü savaş çığırtkanlığının, her türlü kıyıcılığın üstesinden geleceğiz. Eninde sonunda güneş bilinciyle yüklü barış kazanacaktır. Bunun için ucunda hücre hücde erimek de olsa, güneşli güzel günler için, aydınlık yarınlar uğruna değer. Güneş bilincimizle inançlı yüreklerimizi bir potada buluşturduğumuzda hiçbir karanlık güneşimizi ve geleceğimizi karartmaya yetmeyecektir. Ve zafer güneş etrafında kenetlenenlerin olacaktır. * Bandırma 2 noluT Tipi Cezaevi