Doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem… Farklı dinsel inançlarda, felsefede, tasavvufta, hatta modern toplumların etik değerlerinde; bu üçü bir araya gelmeden “iyi bir yaşam” olamayacağı genel kabul görmüştür. Bu tespit birey için de geçerlidir. Düşünce, söz ve eylem birbirini tamamlayan unsurlardır. Toplumlarda bunlardan biri eksik olduğunda, geleceğine yön verme imkanı ortadan kalkar. Başkalarının sözünü söyler, başkalarının düşüncesini hayata geçirmek için çalışır, ya da sadece düşünür, her şeyi bilir ama fikrini toplumsallaştırmak için çaba sarf etmez. Ya da düşünür, söyler ama gereğini yapmaz.
Bu durumda irade ortadan kalkar, toplum geleceğine yön veremez, nereye sürüklendiğini de hangi limana varacağını da bilemez. Bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, düşünceyi, söz söylemeyi ve fikirleri doğrultusunda çaba sarf etmeyi yasaklamaktır. Suskun toplum, geleceğine yön verme iddiası ortadan kalkmış toplumdur.
Türkiye toplumuna dayatılan budur. Farklı düşünene, farklı bir söz söyleyene ceza verilmesi, sokakların, meydanların yasaklanması toplumu iradesiz bırakma zorbalığıdır.
Başta kadınlar olmak üzere toplumun bir kesimi, bu dayatmaya karşı direniyor, bedel ödemeyi göze alıyor. Çünkü yarını düşünüyor. Gelecek kaygısı var. Savaşın sona erdiği, herkesin kendi kimliği ve kültürü ile barış içerisinde yaşadığı, emeğinin hakkını aldığı eşitlikçi bir gelecek düşlüyor. Bunun sözünü söyleyip, eylemini gerçekleştirmek istiyor.
Ya suskun olanlar… Akıllarına soru sormak bile gelmeyenler… Akıllarından geçse bile söze dökmeyenler, söyledikleri söze denk bir duruş sergileyemeyenler…
Nereye sürükleniyoruz?
Nasıl bir gelecek istiyoruz?
Dünya alem, şu ya da bu nedenle, Kürtlerle bir diyalog yolu ararken, Türkiye niye Kürtlerle kavga etmek zorunda?
Leyla Güven neden açlık grevi yapıyor?
Talebi nedir?
Bu talepler karşılansa ne olur, bir zararı mı var?
Bir insan neden yaşamını ortaya koyar? N
eden bedeni her gün bir mum gibi erirken; büyük bir moral, kararlılık ve inançla eylemini sürdürür?
Neden yaşamı pahasına taleplerinde ısrarcı olur?
***
Yüzlerce soru sıralanabilir. Soru sormayan, sorgulamayan, cevap üretmeyen, belki sorularını ve cevaplarını dile getirmekten ya da harekete geçirmekten korkan milyonlar.
Sokakları, meydanları yasaklayarak; düşünen, fikir üreten insanları tutuklayarak, korkularına teslim olmuş suskun bir toplum yaratmak isteyen zihniyet; bu ülkenin geleceğini çalıyor. İşte Leyla Güven buna itiraz ediyor.
Leyla ve açlık grevi eyleminde olan üç yüzü aşkın insan, barış ve özgürlük dolu bir gelecek düşledikleri için bedenlerini bir çıra gibi eriterek; önümüzü aydınlatmaya çalışıyorlar.
Leyla, Viranşehir’de belediye başkanı adayı olduğunda, AKP’nin adayı “Siz bir kadının mı arkasından gideceksiniz?” diyerek, oy toplamaya çalışıyordu. Olmadı, Leyla kazandı. Bu zihniyet, bir kadının belediye başkanığına tahammül etmedi ve Leyla’yı tutukladı. Ama yine Leyla kazandı. Bir sonraki seçimde, 94 belediyede eşbaşkanlık uygulandı ve kadınlar yerel yönetim görevlerine seçildiler. Leyla geleceğe yön verme çabasından asla vazgeçmedi. “Afrin halkının iradesine karışmayın” dediği için tutuklandı. Ama yine yanıldılar, Leyla yine kazandı.
Leyla Güven 8 Kasım 2018’de, İmralı’daki tecridin kaldırılması talebi ile açlık grevine girdiğini duyurdu. Ardından, herkes bu talebin etrafında kenetlenmeye başladı.
“Kadının öncülüğü” rehber oldu, çıra oldu, önümüzü aydınlattı, umut oldu…
“Doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem” Leyla’da buluştu.
“Bir kadının arkasından mı gideceksiniz” diyen zihniyet yine kaybetti. Milyonlar Leyla oldu…