Türkiye siyasi tarihinin en kritik gelişmelerinden biri olarak kabul edilen seçimlerin ilk turu geride kaldı. Peki, gerçekten Türkiye seçimini yaptı mı? Önümüze konulan sonuçlar toplumun tercihlerini mi yansıtıyor? Sandığa giren ile sandıktan çıkan, sandıktan çıkan ile YSK sistemine yansıyan aynı mı?
Seçim boyunca yürütülen saldırılar, algı operasyonları, manipülasyonlar bir yana, seçim sonuçlarına, ortaya çıkan tabloya, oy sayım ve döküm işlemine, YSK’nin tutumuna ilişkin çok fazla şaibe, pek çok soru işareti var. 14 Mayıs’ta henüz çok az sandık açılmışken YSK’nin 18:30 itibariyle yayın yasağını kaldırması şaibenin ilk adımı oldu. Ardından Anadolu Ajansı devreye girerek her seçimde yaptığı gibi iktidar partisinin ve Erdoğan’ın oylarını yüzde 60 civarında göstererek muhalefet partilerinde, muhalif seçmenlerde yılgınlık yaratma operasyonunu başlattı. Bu kez Anadolu Ajansı’nın operasyonuna CHP’ye yakın muhalif ajanslar ve kanallar ortak oldu. Bu kanallarda da daha oyların yüzde 5’i-10’u bile sayılmamışken ikinci turun dillenmeye başlanması soru işaretlerini artıran önemli bir nedendir.
Denetimi sağlam yapılmadığında pek çok mükerrer oy kullanımına sebep olan 142 belgesi, oy kaydırmalar, sandıkların yeterince korunamaması, ittifaklar nedeniyle geçersiz sayılan oylar, sistemdeki kayıp-kaçaklar ve daha pek çok nedenden dolayı mevcut tablo ve verileri gerçek veriler, Türkiye toplumunun tercihleri, AKP’nin çok sevdiği deyimle “milli iradenin tecellisi’ olarak değerlendirmek mümkün değil. Şahsen hiç kimse beni, iktidara yakın araştırma şirketlerinin bile asla yüzde 7’nin üzerinde göstermediği MHP’nin yüzde 10’dan fazla oy aldığına inandıramaz. O yüzden bu verileri gerçek veriler gibi nitelendirip bunlar üzerinden yapılacak her türlü değerlendirme ve analiz bana göre hatalıdır, yanılgılarla doludur. Bu hatalara düşüldüğü için elit kesimler tarafından Türkiye toplumuna yaşadığı yoksulluğu, açlığı, her türlü felaketi hak edenler gözlüyle bakılmasını beraberinde getiriyor, böylece değişim isteyen kesimler arasında ayrışmalara neden oluyor.
Burada temel sorun sandıkların korunamamış olmasıdır, sandıkları korumak için muhalefet cephesinde kurulan sistemlerdeki basiretsizlik daha doğrusu örgütsüzlüktür. Sandıklar korunamadığı için atı alanın Üsküdar’ı geçmesi rutin hale gelmiştir. Bu da her seferinde değişime inanan, bunun için didinen neredeyse toplumun yüzde 60’lık kesimini hayal kırıklığına uğratmakta, umutsuzluğa sevk etmektedir. Tablonun bütününü görmezden gelerek “analiz yapmak, somut verileri değerlendirmek, meseleye bilimsel yaklaşmak” adına umutsuzluk yayanlar, karamsarlığı körükleyenler, felaket tellallığı yapanlar bu topluma en büyük kötülüğü yapanlardır. Bu tutum Türkiye toplumunun gerçeğini yansıtmadığı gibi değişim karşıtlığıdır, değişimin olmayacağı, olamayacağı yaygarasını koparmaktır. Bu da karşı devrimci bir yaklaşımdır. Kaldı ki bu veriler gerçek kabul edilse bile toplumun yüzde 50’ye yakını değişim iradesini göstermiştir. İktidarın oy oranlarında dramatik bir düşüş vardır, Erdoğan birinci turda seçimi kazanamamıştır. Haliyle sistem çatırdamaktadır. Yapılması gereken “olmazın” teorisini yapmak değil, ikinci turda bu değişim sürecini tamamlamaktır.
Bana göre gerçek durum şudur: Seçimlere ve hatta daha genel bir deyimle siyasete milliyetçi-ulusalcı müdahalede bulunulmuştur. Şayet bir üst akıl varsa, bütün işleri dizayn ediyorsa yarattığı tablo ile iktidarı da muhalefeti katı ulusalcı-milliyetçi kesimlere mahkûm ederek toplumun değişim iradesini yörüngesinden saptırmaya çalışmıştır. Seçimin ikinci tura bırakılmış olması ve muhalefettin ikinci turda “daha milliyetçi bir dil kullanma kararı” alması bu müdahalenin amacını ve başarısını göstermektedir. Böylece kimin kaybedip kazanacağı fark etmeksizin Kürtlerin, sosyalistlerin, ötekilerin dışlandığı nur topu gibi milliyetçi yeni rejim hedeflenmektedir. Değişim isteyen kesimler iktidarın kaybetmesine odaklanmışken muhalif gibi gözüken derin devlet unsurlarının operasyonları göz ardı edilmiş ya da yeterince görülmemiştir. Yaratılmak istenen bu tablo Cumhuriyet’in 2’nci yüzyılında kendisini devletin sahibi görenlerin tahayyülüdür ve kısmen de başarılı olmuştur.
Elbette haklı eleştiriler var ve elbette üzerinde titizlikle durulması gereken hususlar bulunmaktadır. Hangi sebeple olursa olsun seçmen sayısının artmış olmasına rağmen HDP’nin ve Yeşil Sol Parti’nin oylarındaki kayıp, milletvekili sayısındaki düşüş herhangi bir gerekçeyle görmezden gelinemez. Aday belirleme süreçlerinden ittifak politikalarına, öne çıkan aktörlerin performansından siyasi dil ve söylemlere, örgütsüzlükten sandıkların korunamamasına kadar kuşkusuz oy kayıplarının nedenleri bütün boyutlarıyla masaya yatırılmalıdır. Bütün bunların değerlendirilmesi, yetersizliklerin savsaklanmadan gereklerinin yerine getirilmesi konusunda toplumda güçlü bir irade oluşmuştur ve bunun HDP siyasetinde de karşılık bulacağının işaretleri mevcuttur.
Fakat ortaya çıkan hiçbir yanlış, bencil, bireyci yaklaşımlarla, protestocu, tepkisel tutumlarla aşılamaz. Sorunlar yılgınlığa kapılmakla, yas havasına bürünmekle çözülmez. Kürt hareketi tarihi boyunca hiçbir zaman hazıra konmacı olmadı, hiçbir yenilgiyi kabul etmedi. Her yönelimi, her kaybedişi, her başarısızlığı mutlaka yeni bir atılımın gerekçesi yaptı. Bugün ortaya çıkan yetersizlikler de olsa olsa daha fazla mücadele etmenin, mücadeleyi büyütmenin gerekçesi olabilir.