Zindanın en ağır baskı ortamında ve elverişsiz koşullarında yaşama mücadelesi veren yüzlerce, hatta binlerce hasta tutsak bulunmakta. Neredeyse rutinleşmiş bir şekilde basında duymaya alıştığımız ve aslında bir anlamda kanıksadığımız, artık sıradan bir haber gibi gördüğümüz hasta tutsakların ölüm haberleri, bu konudaki duyarsızlığın da başlıca nedeni olmaktadır. Oysa belli aralıklarla basına yansıyan ve tekil gibi görünen durumun vahameti toplu olarak sayılarla ifade edildiğinde daha bir net ortaya çıkmaktadır.
Adalet Bakanlığı raporlarına göre, Türkiye hapishanelerinde son 13 yılda 2 bin 300 tutsak yaşamını yitirdi. Bu yılda ortalama 170, ayda ise ortalama 15 tutsağın yaşamını yitirdiği anlamına geliyor. Yani öyle arada bir yaşanan bir durum değildir ve kendisine insanım diyen herkesi şoke edecek bir rakamdır. Son 13 yılda neredeyse ortalama 2 günde bir 1 hasta tutsak yaşamını yitiriyor anlamına gelmektedir. Bu tablo önüne geçilmez ve bu haliyle sürerse, buna Covid-19’un en büyük risk grubunun bu hasta tutsaklar olduğunu da eklersek tam bir katliamın eşiğinde olduğumuz görülecektir. Zaten mevcut Adalet Bakanlığı’nın verileri bile yaşananın açıktan bir katliam olduğunu bize göstermektedir.
Yine Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre mevcut durumda 620 hasta tutsak var ve bunların 200’ünün hayati tehlikesi bulunmakta. Aynı konuda İnsan Hakları Derneği Hapishane Komisyonu’nun verilerine göre ise; Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) “Cezaevinde kalamaz” raporu verdiği 458’i ağır 1334 hasta tutsak bulunmaktadır. Yani ‘’binlerce hasta tutsak yaşamını yitirdi, binlercesi de ölümle yüz yüzedir’’ söylemi salt öyle bir propaganda falan değildir. Bu konuda ilgili iki kurumun çok net verileri ortadadır. Zaten günlük basında da tekil olaylar şeklinde kanser hastalarının, ağır kalp hastalığı olan tutsakların, iki kolu da olmayan, iki bacağı da olmayan, iki gözü de görmeyen vb. yani zindanda kendi başına kalamayacak durumda olan pek çok hasta tutsağın bulunduğunu biliyoruz.
Normalde Adli Tıp Kurumu’nun ‘’cezaevinde kalamaz’’ raporu verdiği tutsakların hemen tahliye edilmeleri gerekiyor. Oysa yukarda İHD Hapishane Komisyonu verilerinde de gördüğümüz gibi ATK’nin rapor verdiği 1800 civarında-ki bunların 458’i ağır-hasta tutsağın kanunlara aykırı bir şekilde içerde tutulmaya devam ettiklerini görüyoruz. Peki bu ne anlama geliyor. Çoğu siyasi suçtan tutuklanan bu tutsakların açıktan ölmeleri isteniyor, hedefleniyor. Katliam dediğimiz nokta tam da burasıdır. İnsanın aklına şu geliyor; acaba idamı kaldırdılar ve bunu içlerine sindiremediler diye zamana yayılmış bir idam politikası mı işletiliyor? Çünkü mevcut durumda yaşanan objektif olarak budur.
Bu konuda neler yapılabilir üzerinde somut tartışmaların yapılması ve harekete geçilmesi elzem bir hal almıştır. Öncelikli olarak bu veriler ışığında yaşadığımız kanıksama halinden çıkmak, işin ciddiyetini anlamak ve bu ciddiyet doğrultusunda bir mücadele kararlılığı ve planlamasına ulaşmak en doğru yol olmaktadır. Bu mücadelede öyle uzun erimli değil, sonuç alıcı ve yaşanması muhtemel bir katliamın önlenmesine dönük olmalıdır. Şu anda başta İnsan Hakları kuruluşları ve tutsak aileleri derneklerinin bir duyarlılığı ve çabası olsa da darlığı aşmamakta, genel demokratik kamuoyuna ve halka mal olan bir duyarlılık ve çaba olmaktan uzak kalmaktadır. Öyle periyodik aralıklarla bu sorunu sadece dillendirmek ve duyarlılık istemek yukardaki verilerde de netçe ortaya çıkan 2300 insanın yaşamını sağlayamamıştır. Bu tarzda ısrar etmek fazla sonuç almadığı gibi, özel savaşın yaratmak istediği kanıksamaya da istemeyerek te olsa hizmet edecektir. Dolayısıyla aydın, yazar, sanatçı, siyasetçi, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, tutsak aileleri ve duyarlı tüm toplumsal kesimleri bu konu etrafında bir araya getirmek, iyi planlanmış ve sonuç almaya dönük bir mücadeleyi planlayarak, kararlıca yürütmek en temel bir görev olarak hepimizin önünde durmaktadır. Bu çok insani, meşru ve ahlaki konuda da bir araya gelemeyip, sonuç alıcı bir mücadele açığa çıkartamazsak bir yandan zindanlardan daha fazla tabut çıkmaya devam edecek, diğer yandan da tüm söylemlerimize rağmen toplumda güvenilirliğimiz gittikçe gerileyecektir. Zaten bu katliamı yapanların istediği de bu olmaktadır…