Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nden gelen asker cenazeleri üzerinden yürütülen tartışmalar, 45 sene önceki bir anıma götürdü beni…
Hava Harp Okulu dördüncü sınıf, Siyasi Tarih dersindeyiz, konu 1912-13 Balkan Savaşı. Seksen öncesinin siyasi ortamının etkisiyle askeri öğrencilerin de politize oldukları, solcu öğrencilerin baskılandığı, sağ görüşlülerin okul idaresince kollanıp örgütlendiği hatta sınav sorularının el altından onlara dağıtıldığı bir dönem yaşanıyor, yıl 1978…
Hocamız Dr. Yarbay Rıfat Uçarol, Osmanlı’nın savaşı kaybediş nedenlerini anlatırken, subaylar arasında ikilik çıkmasının en önemli etken olduğunu söylüyor! Saçları erken döküldüğü için “Siyasi Kel” lakabı takılan, oldukça sevilen öğretmenimiz, komuta kademelerindeki subayların Alaylı-Mektepli diye gruplaşmaları ve bunlar arasındaki çelişkilerin muharebe sahalarına yansımasını savaşın kaderini belirleyecek bir olumsuzluk olarak anlatıyor.
Sol yayınlarla yeni yeni tanışıp kitaplar, dergiler okumaya başlamış, bize anlatılan resmi tarihe kuşkuyla yaklaşıp sorular üretmeye, kendimizce daha gerçekçi analizler yapmaya çalışıyoruz. Emperyalizm, ulusal kurtuluş savaşları, haklı-haksız savaş ayrımı gibi bir şeyler öğrenmiş olmanın yüreklendirmesiyle soruyorum: “Aynı ordu birkaç yıl sonra Çanakkale’de kendinden çok daha büyük güçlere karşı zafer kazanırken “alaylı-mektepli” çelişkisi yine yok muydu? Asıl neden, Balkan uluslarının bağımsızlığı için haklı bir savaş vermeleri dolayısıyla halkın desteği, Osmanlının ise işgalci konumunda olması değil midir?”
Rıfat Hoca hafif gülümseyerek, “boyundan büyük sorular soran bu teğmen adayını” yanıtlamaya çalışıyor. Gerçeklerden çok uzak bulsam da hatırladığım son cümleleri şöyleydi: “Evet emperyalizmdir falan ama kendi devletin söz konusu olunca öyle diyemezsin, milliyetçi bir pencereden bakman gerek!”
İktidarın kandan beslenen çizgisi yeni değil elbet. Muhalefetin ise kısır, çözüme ve barışa yönelik tek söz etmeyen, gerçeklerin üzerini örten aynı hamasete sarıp sarmaladığı tutumu sürüyor. Emekli askerlerden gelen itirazların hemen hepsi de yapılan taktik hatalara odaklanarak “teröre” karşı nasıl daha etkili olunacağına vurgu yapıyor. Özetle, sanki kırk yıldır denenmemiş askeri bir formül kalmış gibi, benzer yöntemlerden farklı sonuçlar çıkabileceği yanılgısıyla havanda su dövülüyor. Her anlamda ekonomik ve ahlaki olarak ülkeyi aşağıya çeken, toplumu kutuplaştırıp çürüten bu kirli savaşı sona erdirecek, barışa dair tek söz ADAM DER (Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği) yönetiminden Emekli Subay Süleyman Şadi Gür’den geldi. O da elbet sadece Yeni Yaşam’da yer buldu kendine. Çünkü insanlar en başta “neden” sözcüğü olmak üzere soru sorma alışkanlıklarını yitirdiler. Akıllarını devre dışı bırakıp kendilerine sunulanlara sorgulamadan inanmayı tercih ediyorlar. Kuşkusuz “yerli ve milli!” muhalefetin bunda payı büyük.
Sorular…
Bir yıl önce Yunanistan’a hiç yoktan “Bir gece ansızın…” türünden tehditler neden savruldu? Şimdi anlaşmalar imzalanabildiği, barış ortamı oluşabildiğine göre CB neden bu gerginliği ülkeye yaşattı? Aynı koşullar neden başka bölgelerde de oluşturulmasın? Neden sürekli savaş hali yaşamak zorunda kalıyoruz? Suriye’den ülkemize göç etmek zorunda kalanlara “yurtlarını savunmayıp kaçtılar” diye kızılırken, IŞİD’e karşı silaha sarılıp hayatta kalanlar neden “terörist” ilan edilip hastaneleri, petrol tesisleri hatta matbaaları bombalanıyor? Bunda bir yanlışlık yok mu?
Sınırlarımız dışında kurulan üslere, karakollara karşı yapılan saldırılara “sızma” denebilir mi? Hangi hudut ihlal edilerek bu “sızma” gerçekleşmiştir? Yaşamını yitiren askerleri sınırlarımızın dışına gönderen kararlarda kimlerin imzası var? Barış mümkün ve kolayken kimler savaştan besleniyor, çıkar sağlıyor? Barış isteyen Kürt halkının sözcüleri neden zindanlarda?
AKP-MHP sonsuza kadar savaş vadediyor
Birleşmiş Milletler’e sunulan raporlarda, Efrin’de 2008’den bu yana kesilen 870 bin ceviz, badem, zeytin ve 1 milyon 200 bin orman ağacını kimler yetiştirdi dersiniz? Şimdi sökülüp, başta İzmir olmak üzere kimi kentlerin caddelerine hem de süs köpekleri gibi budanıp tıraşlanmış vaziyette dikilen zeytin ağaçlarının nereden geldiğini neden sormaz insanlar? İsrail’in Gazze’de “teröristler var” diyerek yaptığı soykırım gibi bir devletin “terörist” ilan etmesi uluslararası hukuku yok saymaya yeter mi?
Milyonlarca insanı terörist ilan ettikten sonra “son terörist etkisiz hale gelene kadar” söylemi ne anlama geliyor? Bir düşününüz; Roboski’de 17’si çocuk olmak üzere silahsız 34 insanın F-16’lardan atılan bombalarla katledildiği bir ortamda o “son terörist” dediğiniz insanı görme ihtimaliniz var mıdır? Bunun anlamı sonsuza kadar sürecek bir savaş değil midir? Bunun anlamı bu ülkeye sonsuza kadar huzur gelmeyecek değil midir? Böyle bir savaşın galibi olabilir mi? Barış mümkünken neden Türk ve Kürt yoksul aile çocukları sürekli ölmek veya öldürmek zorunda?
Yüz yıl bile sürse bütün savaşların bir sonu olduğuna ve öyle veya böyle bir ortak noktaya ulaşıp anlaşma imzalandığına göre bir an önce barışı konuşmanın yararı ortada değil midir? Kin ve düşmanlıktan beslenen bu iktidarın farklı düşünen herkesi terörist ilan edip hukukun dışına itmesinin, toplumu baskı ve şiddetle sindirmeye çalışmasının temelinde bu soruların yanıtlarından duydukları korku yatıyor.
İktidarların temeli adalet, sütunları eşitlikse, çatısı demokrasidir. Gerçekler ortaya çıkıp topluma ulaştığında çatısı çoktan uçmuş AKP-MHP iktidarının temellerinde ve çatlakları sıvayla kapatılmış sütunlarında 9 şiddetinde deprem etkisi yaratacaktır. Gerçekleri ortaya çıkarmak için sorular sormaya devam edeceğiz…