Tutuklu bulunan HDP’nin önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ ile memleketin halini ve çıkış yollarını konuştuk
Gülcan Dereli Hüseyin Kalkan
Cezaevindeki siyasetçiler ve belediye eşbakanları ile yaptığımız söyleşi sersinin bu defaki konuğu HDP’nin önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ. Kamuoyunun HDP Eşbaşkanlığı ile daha yakından tanıdığı Yüksekdağ, daha genç yaşında devrimci faaliyetleri nedeniyle cezaeviyle tanıştı. Yüksekdağ deyince akla ilk kararlı duruşu ve 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin büyük başarısı geliyor. Kamuoyu, bir kadın siyasetçinin kararlı tutumunun iktidarı nasıl tedirgin ettiğine ve bu nedenle hedef yapıldığına şahitlik etti. O cezaevinde de aynı tutumunu sürdürdü. Şiirle, tarihle, Kürt ve devrimci, demokratik sol güçlerin ortak bileşkesinin ısrarlı savunusuyla daima çıkış yoluna, yön levhalarına işaret etti. Diğer HDP’li siyasetçiler gibi 3 Kasım 2016 tarihinde gece yarısı evine yapılan baskın ile gözaltına alındı ve apar topar tutuklandı. Sorularımızı mektup ile ulaştırdığımız Yüksekdağ, yine yanıtlarını da mektupla verdi. Sizleri Sayın Yüksekdağ’ın yanıtlarıyla baş başa bırakıyoruz, iyi okumalar…
Vaktiniz nasıl geçiyor, günlük yaşamınız nasıl?
5 yıllık tutsaklıktan son günlük yaşamda birçok şey bütünleşiyor tabii. Sadece siyasi pozisyonumuz rutin değil. Sürekli iktidar saldırısı altında olmamız ve durmaksızın bu saldırı çıtasının yükseltilmesi, stabil ya da bütün bir hapislik yaşamımızı da engelliyor. Mahkemeler, savcılıklar; cezaevlerinin genel ve “bize özel” baskı uygulamaları, hak gaspları derken her günümüz aktif siyasi mücadele ile geçiyor.
Bunun dışında tamamen tecrit durumdayız. Pandemiyi fırsata çeviren faşizm zamanında, en kötü fiziksel ve politik izolasyona maruz kalan kesim tutsaklar oldu. Şartları zorlayarak günlük yaşamımızı üretken, sağlıklı ve dinamik hale getirmeye çalışıyoruz. İki yıla yaklaşan özel tecrit, F tipinin dar, kısıtlı mekanında sıfırdan sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Bu nedenle sağlıklı yaşam çabası günlük yaşamımızın önemli bir boyutu. Düzenli spor ve yoga yapıyorum ben de; şartlar elverdiği kadar sağlıklı yaşamaya gayret ediyorum. Okuma-yazma faaliyetleri de 5 yıldan bu yana günlük hayatın parçası oldu. Bazen yoğunlaşıyor bazen son süreçte olduğu gibi davaların, siyasi operasyonların yer işgal etmesi nedeniyle seyrelebiliyor. Yine müzikle ilgileniyorum; fırsat buldukça da edebiyatla… Günlük yaşamın kendine göre bir yoğunluğu, işleri de var. Bir buçuk yıldır hiçbir arkadaşla görüşemiyor, spor-sohbet hakkını kullanamıyoruz. Ama F tipi usulü de olsa bağımızı koparmıyor, sesimizi-selamımızı eksik etmiyoruz. Birbirimize seslendiğimizi zamanlar günlük yaşamımızın değişmez aktivitelerinden biri.
Avukat ve aile görüşleri dışarı ile tek bağımız. Bunlar da korona bahanesiyle kısıtlandı. Avukatlarımızla cam bölme arkasından görüşüyoruz, evrak alış-verişlerine müdahale ediliyor. Ailelerle hala kapalı görüş yapmak zorundayız. Pandemi sürecinde her yer normalleşirken, hapishaneler gittikçe anormal değiştiriliyor. Elbette kasıtlı bir tutum. Mahpusları insan yerine koymama siyasetinin sonucu. Siyasi tutsaklara karşı çıkarılan yargı-infaz yasaları nedeniyle, yöntem ve zihniyet bakımından hapishanelerle esir kampları arasında fark kalmadı. Anlayacağınız öz itibariyle insanlık mücadelesi vermek anlamına geliyor.
Yoğunlaştığınız bir konu var mı?
Bugüne kadar daha çok siyaset tarihi ve toplumlar tarihine, hareketlerine yoğunlaştım. Kadın özgürlük mücadelesi tarihi son dönem kadın isyan dalgası üzerine de çalışıyorum. Felsefeye yönelmeye, derinleşmeye karar vermiştim ama aktif siyaset yakamı bırakmadığından olsa gerek, öyle bir tefekkür moduna giremedim.
Türkiye nereye gidiyor, içeriden gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?
AKP-MHP koalisyonu çürümenin son aşamasına geldi. Zaten meşru yollara sahip olmadıkları iktidarı bugün tamamen gayrimeşruya batmış şekilde sürdürmek istiyorlar. Devlet organizasyonu tam olarak bir mafya, tarikat, hortumculuk federasyonuna dönüşmüş durumda. “Vatan bölünecek” korkusu-paranoyası yayarak, halklar arasında savaş ve nefret tohumları ekerek, bizlere karşı kışkırtarak koltuklarını korudular; bir taraftan da kendi menfaatlerine göre ülkeyi bölüp suç parselleri, kartelleri kurdular. Yıllardır söylediğimiz, üstüne gittiğimiz ve rehin alışımızın da sebebi olan gerekçeler, bugün siyasi iktidarın patlayan lağımlarından taşıyor. Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş ısrarının siyasi iktidar eli ile devletin nasıl bir suç örgütüne dönüştüğünü, yine iktidara bağlı bir suç örgütü şefinin ağzından dinliyor herkes. Savaş, soygun, adaletsizlik, siyasi zorbalık düzeyi ve hakim çıkar klikleri arasında perişan edilen sosyal kesimlerin genişliği bakımından 90’lı yılları, Susurluk sürecini çok aşan ve uluslararası boyutu da kapsamlı olan bir suç örgütlenmesi ile yüz yüzeyiz. İktidar bu ülkenin başında kaldığı her gün suç işliyor. Yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik, organize yalan ve şiddet sarmalına alınan Türkiye toplumu için tek çıkış bu iktidarın aşılmasındadır.
Mevcut şartlar altında beklemek, geri durup ağırdan almak, mesnetsiz beklentilerle kendini ve başkalarını kandırmak, faşizm bataklığı tarafından yutulmak ya da onu uzantısına dönüşmek demektir. Durum son derece açık. Asıl mücadele programına ve onun etrafında buluşma, kenetlenme görevlerine yoğunlaşmak gerekiyor.
Bu bağlamda HDP’yi kapatma tartışmalarının amacı nedir?
HDP’ye yönelik kapatma davası ile Kobani davası, eşzamanlı ve aynı amacı matuf olarak sürdürülüyor. Geriye dönüp baktığınızda bir ucu 2014 çöktürme planına dayanır. Çözüm süreci devam ederken Kürt siyasetini ve demokratik mücadele atılımını gerçekleştiren Türkiye halklarını hedefleyen bir plandı bu ve yer yer dalgalanarak bugüne kadar getirildi. Paralel yürütülen Kobani ve kapatma davalarını, Kürtlerin siyasi soykırım ve “nihai çözüm” projesinin son etabı olarak görüyorlar.
Reel politika ve iktidarın kısa erimli planları bakımından HDP’ye yönelik kapatma davası ve bununla bağlantılı Kobani davası kritik bir yerde duruyor. Cumhur İttifakı şu haliyle imkansız görünen seçim kazanma ya da iktidarda kalma hamlesinin başarısını, HDP’nin kapatılmasına ya da siyaseten paralize edilmesine bağlamış durumda. Aslında kapatma davası derken tartışılan sadece HDP’nin kaderi değil; Türkiye halklarının bugünü ve geleceği…
Kobani davasıyla paralel yürütülen parti kapatma davası Cumhur İttifakı’nın yine zorla ve hile ile seçim kazanma operasyonunun koçbaşıdır. HDP’ye dönük böylesi bir saldırıya sessiz kalan -başta Millet İttifakı bileşenleri- herkes, saraya seçim kazandırma, onun mutlak iktidarının payandası olma suçunu işler. İktidarın ömrünün uzatılmasının siyasi sorumluluğunu üstlenmişlerdir demektir.
Bizler her durumda önümüze bakarız, yol açarız, durum ve denge değiştiririz. Aklımız da ruhumuz da buna yeter. Önemli olan mücadele enerjisini düşürmemek, bizleri çürümüş siyasi düzenin uzantısı parti ve zihniyetlerden farklı kılan özü korumak. HDP herhangi bir parti değildir, hiçbir zaman olmadı. En kritik eşikte farkını güçlü biçimde ortaya koyacaktır, herkes emin olabilir.
Şu an halkımızın, kadınların, gençlerin, emekçilerin umudu ve kazanma iradesi siyasi zulümle, tutsak etme, katletme saldırıları ile kuşatılmış durumda. Kıymetli yoldaşımız Deniz Poyraz’ın katledildiği haberini Kobani dava duruşması sırasında aldık. Anlamıyorlar ki her kumpas davası, her kirli provokasyon, aldıkları her can daha güçlü ve kararlı yapıyor bizi. Kobani sürecinde katledilen canlarımızın ve Deniz Poyraz’ın anısına bağlılıkla bu büyük demokratik direniş yolunda ilerleyeceğiz. Dönemin başat sorumluluğu budur ve siyasetin tarihsel bir ayrım noktasında üçüncü yolun niteliği, yüzünü de belirleyecektir.
HDP ve Kürtler üzerinde kazanç hesapları yapanlar, milyonların acılarını, ödenen bedelleri görmezden gelenler, partimize gönül vermiş toplumsal kesimlere ruhsuz, kişiliksiz yığın muamelesi yapanlar çok kötü yanıldıklarını görecektir. Zorla-zulümle ya da açık-sinsi siyasi mühendislik yöntemleri ile yenilecek, eriyecek bir parti yok karşılarında. İzmir vahşetinde kendini gösteren HDP’ye yönelik katliamcı operasyonlara, Saray ve ortağı tarafından sürdürülen siyasi soykırımcılığa alanlardan, aktif direniş hattından yanıt verilmesi ise çok önemli. Partimizin son dönemde bu hattı güçlendirmeye hizmet eden eylem ve örgütlenme programı en güçlü şekilde sahiplenilmelidir.
Bu sadece HDP’lilerin, ona gönül veren halklarımızın değil, faşist başkanlık rejimi felaketinden kurtuluşu amaçlayan tüm kesimlerin gündemi olmalıdır. Zira bugün nereden bakarsanız bakın kimse için HDP’siz bir kurtuluş ve çıkış olasılığı yok. Ama bize yönelik akıl ve ahlak dışı saldırılar birlikte göğüslenmezse, muhtelif muhalefet bölükleri için bitiş olasılıkları çok fazla. Demokrasi ve politik özgürlükler birlikte savunulmazsa faşizmin güç kazanacağı ve kendisi dışındaki etkisiz-tepkisiz her şeyi silip-süpüreceği açık.
Sonuçta bizler açısından esas tutum, hiçbir dayatmaya teslim olmamak, en kötü şartlar altında dahil halk iradesine yol açmaktır. HDP sadece parti ya da etiket, topluma vekalet eden bir siyasi merkez değildir. Halkın asaleten varlığı ve kendi kaderine yön veren bilinci, hareketidir. Hiçbir baskı ve zulüm rejimi, bu varlığa son veremez; sadece biçim değiştirmesine, yeni mecralara açılmasına vesile olur. Bu nedenle, kıyım saldırıları, siyasi tecrit-tasfiye dayatmalarını ters-yüz ederek, Türkiye’nin 3. İttifakı’nın, öznesi halklar, emekçiler ve kadınlar olan hakiki Demokrasi İttifakı’nın öncüsü, yapıcısıdır.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı cezaevlerinde açlık grevi var. Tecride dair mesajınız ne olur?
İmralı tecridi var olduğu müddetçe Türkiye’de siyasi krizin derinleşeceği defalarca kanıtlandı. Hem iktidarı hem muhalefetin krizidir bu. PKK Lideri Öcalan’a yönelik mutlak ve insanlık dışı tecrit iktidarı daha fazla yönetemez ve kendi içinde dahi parçalanan bir noktaya sürüklüyor. İmralı görüşmelerinin ve Çözüm Süreci’nin bitirilmesinin ardından, Erdoğan-AKP iktidarı MHP’yle ve cümle faşist, mafyatik kliklerle, tarikatlarla kurduğu koalisyona rağmen azınlık durumuna düştü.
Şu an siyaseten azınlıkta, ancak silahı, sermayeyi tek elde toplayan darbeci bir güç olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Muhalefetse İmralı tecridi ve Kürt sorununda çözümsüzlük konusunda demokratik bir zihniyet geliştirmediğinden, krizi kendi sahasında yeniden üretiyor. Millet İttifakı tablosu tam da böyledir.
Sayın Öcalan’a ve arkadaşlarına yönelik tecrit, işkence ve Kürt sorununda çözümsüzlüğün derinleştirilmesi şüphesiz ki böyle bir siyasi atmosfere terk edilemez. En başta Türkiye’de barışa, adalete, kardeşliğe inanan tutarlı demokrasi güçlerinin karşı ses ve irade olması gerekiyor. Halkın günlük yaşam ve mücadelesinin içinde güçlü, yaygın bir talebin yükseltilmesine ihtiyaç var. Uzun süredir devam eden süresiz-dönüşümlü açlık grevi bu yönelimin ürünüdür. Tabii malum olanı, tekrar ifade etmek gerekirse böylesi kritik bir sorumluluk sadece siyasi tutsaklara bırakılamaz. İşin gerçeği İmralı tecridi içerdekilerin sorunu olmaktan çok, dışarıdakilerin, hak ve özgürlük alanları gün be gün adı konulmamış hapishaneye dönüştürülenlerin sorunudur.
Ev ev, meydan meydan…
Son olarak halka mesajınız ne olur? Ya da sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Uzun ve karanlık bir dönemden geçiyor olabiliriz ama sadece karanlıktan korkmayanlar, içindeki ışığı söndürmeyenler çıkabilir. Kimse içindeki ışığı söndürmesin, onun kaynağını unutmasın. Ruhumuzu karartmaya çalışanlar olacaktır. Kararsızlık ve güvensizlik yayanlar, küçük hesaplar peşine düşüp yolunu kaybedenler de var. Ama asıl sözü, son sözü daima direnenlerin, halkın katıksız değerlerine bağlı kalanların aklı, vicdanı, hareketi söyler. Kimin ruhuna dokunduysak her birini bu çizgide kenetlenmeye çağırıyorum.
Sokakta, sandıkta, hak, özgürlük, adalet, barış hedeflerimizi her yerde halklarımızın kırılmaz iradesi ile birlikte ve daha güçlü yükseltebiliriz. Ev ev, insan insan, meydan meydan büyütebiliriz. Nerede olursak olalım bu inanca sarılıp başaralım. Bizler dört duvarın ardından baksak da başaracağımızı görüyoruz. Halkımızı, kadınları, bütün mücadele yoldaşlarımızı sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.