Avrupa Yeşil Mutabakatı ile formatı netleşen kapitalizmin kendini yeniden üretmek için tutunduğu yeşil ekonomi yaşam alanlarını parçalayarak içinde yaşayanlarla birlikte yutarken kapitalizmin maskesini düşüren halkların isyanı büyüyerek sınırları aşmakta. Ekonomi politik süreci ödünsüz sürdürerek kendi güçlerini de sağlamlaştırmaya çalışan devlet yöneticileri, siyasi iktidarlar egemen sistemin tüm avantajları ile iktidarlarını pekiştirmekte.
Geçtiğimiz günlerde Portekiz Başbakanı António Costa, lityum madeni işletmelerine verdiği destek ve bu desteği sağlayan yolsuzluk iddiaları ile istifa etti. İktidar olmanın sınırsızlığına ulaşmaya çalışan, sermayenin girdabında ve güç olmanın gözü kara hırsı kapitalizm paketinin çarklarının arasında parçalanıverdi.
Portekiz’de uzun süredir lityum madencilerinin hedefinde olan, doğal yapısı ile herkesi büyüleyen Covas do Barroso’da ülkenin pek çok yerinden gelen ekoloji örgütleri, 3 yıldır bölgede sürdürdükleri Barroso Lityum Projesi’ne karşı mücadeleyi “Su hayattır”, “Covas do Barroso dünya tarım mirasıdır, madene hayır” şiarı ile direnişe dönüştürdü. Şirket; Avrupa yeşil fonu ile desteklenen, elektrikli araç üretiminde gerekli Lityum pilleri üretip Avrupa’da tekel olmayı hedeflemekte idi.
Covas’da birkaç yıl içinde flamingo popülasyonunda düşüşle sonuçları görünür olan lityum madeni desteklenen elektrikli araçların yaşama ödeteceği sömürü politikalarından sadece birisi. Portekiz’den yükselen bu direniş yeşil ekonomiye bel bağlayan örgütlere, liberallerin de yüzündeki yeşil örtüyü kaldırmaya yeter mi bilinmez ama uyarı olarak sürmekte.
Bu olayların hemen ardından Türkiye’nin de içinde olduğu farklı ülkelerden yüzlerce akademisyen, ekoloji örgütü Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’e bir mektup yolladı ve internetten bu çağrıyı yaygınlaştırdı. Örgütler ve araştırmacılar; Avrupa Komisyonu’ndan -Kritik Hammaddeler Yasası-(CRMA-Critical Law Materials Act) teklifinin geri çekilmesini talep ettiler. Yolsuzluğun sonuçlarını anlamadaki başarısızlık, toplulukların “Hayır” deme hakkı ve doğa haklarının yokluğu, madencilik sertifikasyonunun meşrulaştırılması ve desteklenmesi de dahil olmak üzere temelindeki yanıltıcı politikaları reddettiklerini açıkladılar. İklim değişikliğini bahane ederek üretilen bu politikalara son verilmesini talep ettiler.
Eminim hepimiz suyun ticarileştirilmesine karşı bu ülkedeki mücadeleyi, dereleri, pınarları, yer altı sularını birlikte koruma çabalarını iyi biliyordur. Bu politik mücadelelerde var olmuştur. 2008’den itibaren satılanın, şirketlere teslim edilenin sadece dereler, yer altı suları ile sınırlı kalmayacağını, suyun sermaye birikimine sokulmasının suyun havzasının da şirketlerin ortak sermaye alanına dönüşmesi olduğunu biliyorduk. Derelerin yanı başında tutulan nöbetler, devlete, polise, jandarmaya rağmen bugün ormanların, tarlaların, deltaların yanı başındaki direnişler yıllardır kapitalist sistemin saldırılarının açığa çıkan sonuçlarını kapitalizmin yıkımını öngörenlerinin, yaşayanlarının ülkenin her köşesinden yükselen sesi.
Bugün şirketlerin girdiği havzalarda kapitalizmin yeşil, kara, sürdürülebilir, sürdürülemez tüm politikaları birlikte uygulanmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz hafta uluslararası mücadelelerin yükselen sesinde kararlılığında deşifre edilenlerden, saldırılardan payını en acımasızca alan ülkelerin başında Türkiye gelmekte.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın madenciliğin geliştirilmesi ile yapılan toplantıda MİSGEP’in yerli kömür üretimimizi artırmayı hedeflediklerini, Türkiye’yi madenler konusunda net ihracatçı konuma getirmeyi planladıklarını.
Bu politik açıklamanın neye karşılık geldiği tüm açıklığı ile ortada; kömür işletmelerinden, fosil yakıta dayalı enerji üretimlerinden vazgeçmeyeceğiz (Ki bunu biliyorduk aslında) demekte. Avrupa yeşil fonunu da alarak doğal alanları maden işletmelerinin, enerji santrallerinin (NES, GES, JES, RES) havzalarına dönüştüreceğiz, kapitalizmin hızına politik kararlarımız, yasa değişikliklerimiz, üst ölçek çevre düzeni planlarında yaptığımız değişiklikler ile daha da hızlanarak sürdüreceğiz demeye çalışmakta. Toplantıda iş güvenliği olarak belirttiği de işçi sağlığı değil bildiğiniz gibi. İSİG verilerine göre AKP’nin iktidar olduğu dönemde en az 32 bin 180 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi, yüz binlercesi iş yapamaz hale geldi, inşaat, maden iş cinayetlerinin yaşandığı sektörlerin başında gelmekte. Siyasi iktidarın yürüttüğü politikalarla işçilerin emekçilerin yaşadığı iş cinayetlerinin durdurulmasının, güvenceli çalışma koşullarının sağlanmasının mümkün olmadığı ortada ne yazık ki.
Avrupa Komisyonu’na yazılan mektup, Portekiz’deki yeşil sermayenin yüzünü açığa çıkaran direniş, 6 Kasım’da Amsterdam’da on binlerce kişinin yaptığı “İklim Adaleti” yürüyüşü bir araya getirildiğinde kapitalist saldırılara karşı koymanın ne denli acil olduğu, ancak kapitalizmin kendini yeniden ürettiği stratejilerin iklime panzehir olamayacağını bir kez daha göstermekte. Yaşamı sermaye birikiminden, sömürüden korumak isteyenlere, sömürünün olmadığı, özgür bir yeni yaşam politikası ile yaşamı örmenin, halklara, ekoloji, emek ve meslek örgütleri başta olmak üzere demokratik politik örgütlere verdiği görev, sorumluluk politik tutarlılık için uyarı çağrı olarak bizlere ulaşmakta.
Büyük Menderes İnisiyatifi (BMI) ile bir araya geldiğimiz toplantıda ekoloji mücadelesi veren, yaşam alanını, geçimlik yaşamını korumaya çalışan bir dostumuz,
“Kendi köyümde bunlar yapılmasaydı, bu denli güçlü mücadele eder miydim diye kendimi bazen sorguluyorum” dedi.
Politik mücadelede buluşmanın bize verdiği gücü hissederek tartışmaya, mücadeleye devam ediyoruz. Geç kalmaya niyetimiz yok, ayrışmaya, mücadeleden vazgeçmeye de…