AKP iktidarı 2011’de Suriye krizi patlak verdiğinde ABD ile birlikte hareket ediyor, Türkiye’yi emperyalizm güdümlü bir cihatçı istilasının ana kumanda ve destek üssüne dönüştürüyordu. Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) birlikte kurdular. NATO işgali sonrası Libya’daki cihatçıları ve silahları Türkiye üzerinden Suriye’ye birlikte taşıdılar. Sınır kentlerinde birlikte operasyon odaları kurdular. Suriyeli cihatçıları Türkiye’de eğitip silahlandırmak üzere tasarlanan eğit-donat projesini birlikte uyguladılar.
Bu konjonktürel bir tercih değildi. 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye, bu yolla ABD emperyalizmine askeri olarak entegre olmuştu. Ancak bu eşit bir ittifak ilişkisi değil, ABD’nin belirlediği politikaların Türkiye’ye dayatıldığı bir bağımlılık ilişkisiydi.
Ne var ki 2012’de işgal ve istila planları sarpa sarmaya başladı. Libya’da desteklenen cihatçılar ABD Büyükelçisini linç ederek öldürdü. ABD, Libya-Suriye hattındaki faaliyeti bütünüyle AKP iktidarına bıraktı. Suriye’de ise Şam yönetimine bağlı güçlerin ve Kürtlerin cihatçı istilasına karşı direnişi nedeniyle ÖSO projesi başarısız oldu. Askeri bağımlılık ilişkileri olduğu yerde duruyordu ancak ABD ile Türkiye’nin Libya ve Suriye’deki işbirliği pratik zeminini yitirdi. AKP de kendi inisiyatifini öne çıkararak ÖSO ile yapamadığını Nusra ve IŞİD’le yapmak üzere tehlikeli sularda yüzmeye başladı. Gün gelip ABD’nin Suriye’ye karşı Türkiye’nin yardımına yetişeceği beklentisiyle, çatışmayı tırmandırdı.
Ancak Haziran 2012’de Suriye, kendi hava sahasına giren bir Türk savaş uçağını düşürdüğünde beklenen destek gelmedi. ABD ve NATO kendi sınırlarını ve emperyalist çıkarları koruyordu. Emperyalistler, Türkiye gibi yeni-sömürge bir devletin emperyalist olmaya özenip giriştiği maceralar için seferber olmuyordu. NATO böyle bir ittifak. ABD çağırınca Türkiye gider ancak Türkiye çağırınca ABD gelmez.
AKP iktidarı Suriye’ye yönelik cihatçı istilasını desteklemeyi ve yönlendirmeyi sürdürdü. Rusya, Şam’ın çağrısıyla Suriye savaşına müdahil olduktan hemen sonra Kasım 2015’te bir Rus savaş uçağı Türkiye tarafından düşürüldü. Pilotu da Türkiye’den giden bir cihatçı tarafından öldürüldü. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere AKP liderleri ilk başta Rusya’ya karşı sert açıklamalar yapmada birbirleriyle yarıştı. Rusya ise bu saldırıyı ekonomik yaptırımlar ve Suriye sahasında AKP-MİT destekli grupları hedef alan acımasız bir bombardıman kampanyası ile yanıtladı.
AKP yine NATO’yu imdada çağırdı. Ancak NATO bu çağrıları yanıtsız bıraktı ve AKP için Rus ordusuyla karşı karşıya gelmedi. İlk günlerin rest çeken AKP’si zamanla yumuşadı ve nihayet Haziran 2016’da Erdoğan Rusya’dan özür diledi ve tazminat ödemeyi kabul etti.
IŞİD’e karşı savaş gerekçesiyle başlayan ABD-YPG askeri işbirliği ve ABD’de ikamet eden Fethullah Gülen’in taraftarlarınca örgütlenen 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerinde bir soğukluk, bu soğukluğa paralel olarak Türkiye-Rusya ilişkilerinde de bir ısınma yaşandı. Ne var ki eksen, yani NATO ittifakı olduğu yerde duruyor, sadece ABD emperyalizminin Libya ve Suriye politikalarında yaşanan kriz nedeniyle düşmanlar arasında geçici mutabakatlar, dostlar arasında geçici soğukluklar yaşanıyordu. Vladimir Putin, “Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın” mantığıyla, Rus uçağını düşürecek kadar gözü kara olan ama ABD ile de sorun yaşayan Erdoğan iktidarını mümkün mertebe yakınında tuttu. Bu sayede Suriye’deki cihatçılar adım adım tasfiye edildi, Türkiye’nin müdahaleciliği Kürtleri Şam’la anlaşmaya zorlayan bir sopa olarak kullanıldı. Putin, Türk F-16’ları dahil NATO sistemlerini düşman olarak gören S-400 hava savunma sistemlerini darbe girişimi sonrası güvensizliğin doruklarında olan Erdoğan iktidarına satarken hem kârlı satış yapıyor hem de NATO ittifakı içinde kriz yaratıyordu.
Ancak İdlip konusu her gündeme geldiğinde ABD de Türkiye de müttefikliği hatırlıyor, Rusya ve İran’ın onayıyla İdlip’e giren Türkiye, cihatçılara karşı bir operasyon söz konusu olduğunda hemen yönünü Avrupa ve ABD’ye dönüyordu. Rusya’nın Eylül 2018’de imzalanan Soçi Anlaşması’nda Türkiye tarafından verilen taahhütler yerine getirilmediği halde sabırla beklemesinin nedeni buydu.
Sabrın sınırı Aralık 2019’muş. İdlip’te yıllardır ertelenen operasyonlar başladı ve Türkiye yine NATO müttefiklerini hatırladı. NATO da Türkiye’yi. 20 Şubat günü TSK ve cihatçılar Rusya destekli Suriye ordusunu hedef alan saldırılara başladığında, NATO resmi hesabından “Türkiye NATO’dur, biz NATO’yuz” mesajı yayımlandı, AKP iktidarı da NATO’dan Suriye operasyonlarında kullanılmak üzere Türkiye-Suriye sınırına Patriot hava savunma sistemlerinin kurulmasını istedi. Aynı günün akşamı bir televizyon programına çıkan Hulusi Akar, “Türkiye yüzünü yeniden ABD’ye dönüyor mu?” sorusuna “Ülkemizin hak ve menfaatlerini korumak bakımından çeşitli temaslarımız var. Rusya’yla, İran’la, Çin’le görüşmelerimiz var. Eksenden kayma gibi bir durumumuz yok. ABD bizim stratejik ortağımız, NATO üyesiyiz. Kimse de bizi ittirmesin dışarıya doğru” diye yanıtladı.
Doğru. Kimse Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu unutmasın. Eksen kayması gibi saçmalıklara takılmasın. Ama NATO’nun Türkiye’yi savaş batağına iterken, asla onu korumak gibi bir öncelikle hareket etmeyeceğini, Rusya’nın acımasız saldırıları karşısında bir başına bırakabileceğini de aklından çıkarmasın.